Geçen yazıda, Klaus Schwab’ın Dördüncü Sanayi Devrimi’ne ilişkin görüşlerine yer vermiştim. Schwab (2019), Dördüncü Sanayi Devrimi’ni son yıllarda gerçekleşen ve yeni kapılar açan dönüşümler dizisini tarif etmek için kullanıyor ve tamamlanmış bir devrimden değil iradi müdahalelerin belirleyici olacağı bir süreçten söz ediyordu. Bu yazıda, Dördüncü Sanayi Devrimi’ni daha eleştirel çalışmaların ışığı altında tartışmaya devam edeceğiz .
Schwab (2019), teknolojik determinizmle arasına mesafe koymaya çalışsa da Dördüncü Sanayi Devrimi hakkındaki anlatılar çoğunlukla teknik konular üzerinde yoğunlaşıyor. Bu anlatılarda, teknolojide belirli bir aşamaya gelindiği iddia ediliyor ve Dördüncü Sanayi Devrimi bu aşamayla ilişkilendiriliyor. Devrimin teknolojik temelleri (bilişim ve iletişim teknolojileri), gelecekteki yönelimi (üretim yöntemlerinin yeni teknolojilerle geliştirilmesi), hem endüstriyi hem de toplumu etkileyeceği üzerinde duruluyor. Akıllı fabrikaların buhar makinesi, üretim bandı, elektronik ve bilişim teknolojilerini takip ederek Dördüncü Sanayi Devrimi’nde belirleyici olacağı savunuluyor. Ülkelerin hem ekonomik hem de toplumsal olarak dönüşüm fırsatından yararlanabilmeleri bu vizyonu hayata geçirmelerine bağlı. Üstelik yalnız ülkelerin değil şirketlerin de bu devrime hazırlanmaları gerekiyor.
Fakat Dördüncü Sanayi Devrimi’nin arkasında teknolojiden çok ekonomik güdüler var ve son yıllarda Dördüncü Sanayi Devrimi’ni daha çok tartışmamız kendiliğinden gelişen bir sürecin değil, profesyonelce yönetilen bir gündem belirleme çalışmasının sonucu (Pfeiffer, 2017). Yazının devamında ele alacağımız çalışmaların temelinde Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojilerin olumsuzlukları ya da riskleri değil, teknolojik gelişmenin bizzat Dördüncü Sanayi Devrimi söylemi ile şekillendirilmesi var. Dördüncü Sanayi Devrimi, teknolojinin geldiği aşamayı anlatmaktan çok bu teknolojileri belirli sınıfsal çıkarlar doğrultusunda şekillendirme iradesine işaret ediyor.
Teknoloji temelli gelecek tahayyüllerinin teknolojik gelişmenin dinamikleri üzerinde önemli bir etkisi olduğunu belirten Meyer’e (2019) göre Endüstri 4.0, Moore Kanunu, HDTV ve enformasyon otoyolu gibi başarılı gelecek tahayyüllerinden (envisioned future) biri. Endüstri 4.0, o kadar başarılı ki ilk kez 2011’de Almanya Hannover Fuarı’nda gündeme geldikten sonra hızla tüm dünyaya yayıldı. ABD’de “Nesnelerin Endüstriyel İnterneti”, Fransa’da “Geleceğin Endüstrisi” olarak adlandırılsa da hiçbiri Endüstri 4.0 ve Dördüncü Sanayi Devrimi kadar tutmadı. Birkaç yıl önceki her şeyin başına “e-” ekleme modası yerini 4.0’lı ifadelere bıraktı. Almanya’nın muhafazakar partisi CSU’nun (Hristiyan Sosyal Birlik Partisi) yürüttüğü Ekonomi 4.0 adlı kampanyaya Alman solu Kurtuluş 4.0 ile karşılık verdi. Berlin’de Eczane 4.0 ve Gezi 4.0 konuşulurken Viyana’da konaklama endüstrisindeki yenilikçi çözümler Gastronomi 4.0 başlığı altında önerildi.
Endüstri 4.0’ın ortaya çıkışında ve yaygınlaşmasında Almanya’nın büyük payı vardı. Alman endüstri kuruluşlarının temsilcilerinden politikacılara, Alman Bilim ve Mühendislik Akademisi’nden sendikalara kadar farklı aktörler bu gelecek tahayyülünün yaygınlaşmasına destek verdiler. Daha sonra bu fikir benzer beklentilerle başka ülkeler tarafından da kucaklandı.
Hem Almanya, ABD, İtalya, Fransa ve Hollanda’daki kamu kuruluşları hem de DEF (Dünya Ekonomik Forumu), ticari bankalar ve yatırım fonu şirketleri tarafından yapılan tanımlamalarda Endüstri 4.0 ve Dördüncü Endüstri Devrimi, yeni teknolojik inovasyon dalgasının sonucunda oluşmaya başlayan ürünlerin ve servislerin henüz başlayan dönüşümüne gönderme yapıyor. Bu dönüşümün temelinde, üretim, işleme süreçleri, çevrimiçi enformasyon akışları (nesnelerin interneti, bulut bilişim, büyük veri) ve tüm değer zinciri boyunca birbirleriyle bağımsız olarak iletişim kurabilen cihazlar bulunuyor. Başlıca hedef, merkezsiz ve akıllı parçalar üzerine kurulu otomasyon sistemleri inşa edebilmek. Böylece piyasaların esnek taleplerine yanıt verilebilecek, ürünler kişiselleştirilebilecek, ürünlerin yaşam döngüleri kısaltılabilecek ve daha karmaşık ürünler üretilebilecek. Ayrıca sadece şirket içi bir ağdan değil, insanlardan ve makinelerden oluşan bir tedarik zinciri ağının tamamından söz ediliyor.
DEF’ye göre Dördüncü Sanayi Devrimi, Üçüncü Sanayi Devrimi teknolojileri üzerine kurulu olmasına rağmen hız, kapsam ve etkileriyle ondan farklı. Üretim, işletme ve yönetim sistemlerinin tamamında bir dönüşüm süreci yaşanıyor. ABD’nin raporuna (https://www.whitehouse.gov/sites/whitehouse.gov/files/images/EMBARGOED%20AI%20Economy%20Report.pdf ) göre robotlar ekonomiyi daha verimli yapıyor ve ABD’nin de dahil olduğu 12 gelişmiş ülkede yapılan bir analize göre yapay zeka bu ülkelerdeki yıllık büyüme oranlarını 2035’te ikiye katlama potansiyeline sahip.
İtalya’nın Endüstri 4.0 raporunda ise (https://ec.europa.eu/growth/tools-databases/dem/monitor/sites/default/files/DTM_Industria4.0_IT%20v2wm.pdf) yatay ve dikey entegrasyona vurgu yapılıyor. Yatay entegrasyon, üretim ve iş planlama süreçlerinin (şirket içi ve şirketler arasında madde, enerji ve enformasyon takası gibi) farklı aşamalarında kullanılan bilişim teknolojileri sistemlerine dayanıyor. Dikey entegrasyon ile farklı hiyerarşilerdeki (uyarıcı ve algılayıcı, kontrol, ürün yönetimi, üretim, uygulama, kurumsal planlama) bilişim teknolojileri sistemleri entegre ediliyor. Her iki entegrasyon da uçtan uca çözümler sunmayı hedefliyor.
Almanya’ya (https://www.rolandberger.com/publications/publication_pdf/roland_berger_digital_transformation_of_industry_20150315.pdf) göre Endüstri 4.0, bireysel müşteri taleplerini karşılama, esneklik, karar almayı en iyileme, kaynak üretkenliği ve verimliliği, yeni servislerle değer yaratma, işyerindeki demografik değişikliklere hızlı yanıt verebilme ve iş yaşam dengesini iyileştirme potansiyellerine sahip. Hollanda’ya göre Endüstri 4.0, üretimi esnekleştirecek ve programlanabilir yapacak (Caruso, 2018).
Kısacası Endüstri 4.0 (ya da Dördüncü Sanayi Devrimi) ülkeler için her şeyden önce ekonomik büyüme anlamına geliyor. Toplumun geneli için pembe bir tablo çizen vizyonerler işsizlik ve eşitsizliğin artması gibi potansiyel sorunların da farkındalar. Belki daha çok bu nedenle Endüstri 4.0 hakkındaki raporlarda işçilerin üretimi kontrol edeceği, düzenleyeceği ve ayarlayacağı öne sürülüyor. İşçiler rutin görevleri yapmaktan kurtulacak, yaratıcı ve katma değerli etkinliklere odaklanabilecekler. Esnek çalışma koşulları iş ve yaşamı daha uyumlu hale getirecek. Çalışanlar kendi seçimlerini yapmakta özgür olacaklar. Birkaç on yıl önce post-fordism, bilgi ekonomisi ve sayısallaşma kapsamında piyasaya sürülen ve neoliberal politikalara hizmet eden tezler şimdi Dördüncü Sanayi Devrimi’yle tekrar karşımıza çıkıyor (Caruso, 2018).
Endüstri 4.0: Dijital Alman İdeolojisi
Karl Marx ve Friedrich Engels Alman İdeolojisi adlı eserlerinde Ludwig Feuerbach, Bruno Bauer ve Max Stirner gibi zamanın filozoflarını kapitalizmi ihmal etmekle eleştirirler: “Bu filozofların hiçbiri, Alman felsefesi ile Alman gerçekliği arasındaki ilişkiyi, eleştirileriyle kendi maddi çevreleri arasındaki ilişkiyi sorgulamayı akıl edemedi” diye yazarlar. Bu sözlerden yola çıkan Fuchs’a (2018) göre Endüstri 4.0, yeni Alman ideolojisi. Endüstri 4.0 ideologları da ideolojilerinin çevreleriyle ilişkisini sorgulamada yetersiz kalıyorlar. Endüstri 4.0 fikri, tüm ekonomik (ve diğer) problemleri çözecek her derde deva bir ilaç olarak propaganda ediliyor, çıkarları birbirleriyle çelişen sınıflar görmezden geliniyor. Fuchs (2018), Marx ve Engels’in “İnsanların kafalarında oluşturdukları en olmadık hayaller bile, ister istemez, ampirik olarak kanıtlanabilir olan ve maddi temellere dayanan kendi maddi yaşam süreçlerinin yüceltilmiş yansımalarıdır” sözlerini alıntılayarak Endüstri 4.0’ın, günümüz burjuvazisinin yeni birikim, kontrol ve sınıf mücadelesi biçimleri geliştiren kolektif hayali olduğunu savunuyor.
Endüstri 4.0’ın ekonomi politik arka planını tartıştığı çalışmasında Fuchs (2018), Endüstri 4.0’a neden şüpheyle bakılması gerektiğini on maddede özetliyor:
1-) Yeni teknolojilerin yaratacağı işsizlik en kritik tartışma konularından biri. Sermaye birikim koşulları ve kapitalizmin doğasında olan kriz potansiyeli dikkate alındığında bazı işler ortadan kalkarken yeni işlerin yaratılması yönünde bir gelişme pek olası görünmüyor ve otomasyonun sınıf mücadeleleriyle belirlenen çelişkili bir süreç olduğunu atlamamak gerekiyor. Otomasyonun tuvalet temizleme ve çöp toplama gibi işlerin yanında insanı makinenin bir parçası haline getiren işlerden kurtarması elbette güzel olur. Ama kapitalizm koşullarında amaç karı artırmak olduğundan sermayenin çıkarları daha çok işgücü maliyetlerini kısmak ve insanları dijital makinenin kontrol edilebilir bir parçası haline getirmek yönünde. Bu nedenle, kapitalizm koşullarında Endüstri 4.0’ın otomasyon sistemlerinin işsizliği ve sermayenin işçiler üzerindeki kontrolünü artırması daha yüksek bir olasılık.
Dolayısıyla kapitalistlerin ve işçilerin otomasyondan zıt beklentileri var. Kapitalistler, işçi maliyetlerini düşürüp karlarını artırmak isterken işçiler sıkıntı verici işleri en aza indirmek, zenginliğin evrensel ve kolektif kontrolünü en üst düzeye çıkarmak, herkesin hayatını iyileştirmek istiyorlar. Böylece dijital otomasyonda, kar çıkarları ile insanlığın çıkarları bir kez daha karşı karşıya geliyor.
Fuchs’un (2018) da işaret ettiği gibi Endüstri 4.0 hakkında hazırlanan raporlarda sık sık robotların, algoritmaların ve diğer dijital makinelerin insanları kontrol etmek ve onların yerini almak yerine yardımcı, rahatlatıcı ve tamamlayıcı bir rolü olacağı iddia ediliyor. Fakat Almanya’nın imalattaki işçi maliyetleri diğer sektörlere göre daha yüksek ve sermayenin maddi çıkarları imalattaki işçileri Endüstri 4.0 teknolojileri ile değiştirmeyi gerektiriyor. Yeni üretim teknolojileri de bu çıkar doğrultusunda şekillendiriliyor.
2-) Üretim ve üretilen mallar internet üzerinden birbirine bağlanıp ve büyük veri akışları içine gömüldüğünde işçilerin ve tüketicilerin mahremiyeti, gözetimi ve verilerinin korunması hakkında bir çok sorun ortaya çıkacak. Bunun için sermaye akıllı teknolojiler ve akıllı ürünler yoluyla çalışanları ve tüketicileri daha çok kontrol etmek isteyecek.
3-) Yeni riskler ve karmaşık etik sorunlarla karşı karşıyayız. Teknolojik sistemler hatasız çalışmıyor. Google haritalarından yararlanan sürücüsüz bir otobüs kaza yaptığında sorumlu kim olacak? Otobüs üreticisi? Google? Otobüsü kiralayanlar? Algoritma? Hiç kimse?
4-) Üretim akıllı makinelerle desteklendiğinde yeni yabancılaşma biçimleri ortaya çıkacak. Örneğin, bir makinenin, tecrübeli bir çalışanın göremediği değişkenleri fark edip hesaplayarak sonuca ulaşması işçilerde gerginlik yaratabilir.
5-) Üçüncü Endüstri Devrimi olarak adlandırılan safhada maddi olarak zayıf yeni oyuncuların oyuna katılması daha kolaydı. Şimdi ise sadece büyük kuruluşların karşılayabileceği yatırımlara gerek var. Bu durum, sermayenin yoğunlaşmasına ve tekelleşmeye neden olabilir.
6-) Robotlar uyumadan 24 saat çalışabilirler ama onlarla beraber çalışacak veya onları idare edecek insanlar için çalışma zamanı ve iş-yaşam dengesi hakkında sorunlar çıkacak.
7-) Endüstri 4.0, küreselleşmeyi tersine çevirerek gelişmekte olan ülkelere yaptırılan üretimi tekrar gelişmiş ülkelere getirdiğinde bu durum güney ülkelerini olumsuz etkileyebilir ve küresel eşitsizliklerin artmasına neden olabilir.
😎 Sürücüsüz arabalarla kişisel ulaşım, Endüstri 4.0’ın en iddialı uygulamalarından biri. Ama fosil yakıtlar ulaşımda kullanılan temel enerji kaynağı olduğu sürece çevreye verilen zarar da artacak.
9-) Üretim, internet üzerinde bir ağa bağlandığında, sanayi casusluğundan siber terörizme kadar çeşitli tehditler ortaya çıkacak.
10-) Teknoloji masalları, yatırımları belirli bir sektöre çekmeye yarayan ideolojilerdir fakat kapitalizmin kriz eğilimlerini değerlendirmede yetersiz kalıyorlar. Son yıllardaki bilgisayarlaşma sabit sermaye maliyetini artırdı, birçok ülkede kar oranlarını olumsuz etkiledi ve sermaye buna karşı önlem almaya çalışırken ücretleri baskılamak zorunda kaldı. Endüstri 4.0’ın ekonomik büyüme potansiyeli hakkında çokça konuşulmasına karşın sabit sermaye maliyetine etkileri hakkında pek konuşulmuyor.
Bu potansiyel sorunların her biri önemli olmakla beraber birinci ve yedinci maddede belirtilen sorunlar çok daha büyük krizlere neden olabilir.
Endüstri 4.0 ve Küresel Kriz
Endüstri 4.0 ve Dördüncü Sanayi Devrimi hakkındaki yaygın görüş bu adlandırmaların teknolojik yeniliklerin sonucu gündeme geldikleri. Küresel stratejik bir söylem olarak Endüstri 4.0’ı hazırlayan ekonomik ortamı, bu söylemin nasıl pazarlandığını ve çalışmanın küresel yeniden yapılandırılmasını tartıştığı yazısında Pfeiffer (2017), Endüstri 4.0 söyleminin 2009’daki küresel ekonomik kriz sonrası arayışlarla ilgili olduğunu savunuyor.
Endüstri 4.0 terimi başlangıçta üç Alman tarafından icat edilir ve yaygınlaştırılır: Henning Kagermann (fizikçi ve SAP’nin kurucularından), Wolfgang Wahlster (yapay zeka profesörü) ve Wolf-Dieter Lukas (fizikçi ve Alman Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nda üst düzey yönetici). Aynı zamanda, Alman Bilim ve Mühendislik Akademisi’nin de başkanı olan Kagermann, Endüstri 4.0’ın kurumlaşması için lider yöneticilerden politikacılara ve işverenlerden sendika temsilcilerine kadar etkili figürlerin yer aldığı bir ağın oluşturulmasında etkili bir rol oynar. 2013’de yayınladığı ilk strateji belgesinde Endüstri 4.0, şekillendirilmesi gereken bir vizyon olarak tanımlanmakta ve insanlığı nasıl bir gelecek beklediği anlatılmaktadır. Yalnız Almanya’da değil, tüm dünyada çeşitli toplumsal sorunların çözümü olma iddiası göze çarpmaktadır. İşçiler rutin işlerden kurtulacaklar, esnek iş örgütlenmeleri daha iyi bir iş-yaşam dengesi getirecektir. Kimi birbiriyle uzlaşmaz olan bu hedeflere nasıl ulaşılacağı yazmasa da tekrar tekrar Endüstri 4.0’ın insan merkezli olacağı ifade edilir.
Şimdi spot ışıkları, yıllarca küçümsenen ve “eski ekonomi” olarak görülen sanayi üretimi ve istihdamı üzerindedir. İlk üç devrimin makineleşme, elektik ve BT ile geldiği, şimdi nesnelerin ve servislerin internetinin üretim ortamlarına girmesiyle yeni bir devrimin yaklaşmakta olduğu söylenmektedir. Geleneksel kitlesel üretimin kısıtlılıkları akıllı fabrikalardaki bireysel ihtiyaca ve talebe göre gerçekleştirilecek özel imalatla aşılacaktır.
Bu iddialara karşın Pfeiffer (2017), burada bir devrimden çok artırımsal iyileştirmeler olduğunu savunuyor. Makineler ve üretim tesisleri tarafından üretilen verinin uzaktan ya da önleyici bakım için kullanımının yeni olmadığını, şimdi bile dijitalleşmiş fabrikaların olduğunu ve BT şirketlerinin (henüz tamamen başarılı olamasalar da) üretimin yaşam döngüsünde ürünlere ait kesintisiz veri akışı sağlamak için çalıştıklarını yazıyor. Bazı gelecek tahminlerini ise abartılı buluyor. Örneğin üç boyutlu yazıcıların birçok endüstriyel kullanım için henüz yeterli olmadığını düşünüyor. Merkezsiz, kendi kendini yöneten üretimin ekonomik olarak devam ettirilebilirliği ve teknik olarak yeterliliği belirsiz. Pfeiffer (2017), öngörülen yeniliklerde güvenlik ve mahremiyet sorunlarının hala çözülmediğine, gerekli internet altyapısının olmadığına dikkati çekiyor. Ayrıca hızlı bir internet gereksinimi, ağ tarafsızlığından vazgeçmek anlamına da gelebilir ve bu durum, çeşitli aktörleri ilgilendiren politik bir tartışma.
Pfeiffer (2017), güncel durum ve faktörlerin Alman sanayi üretimine etkisi hakkındaki bilgimizin eksikliğine de vurgu yapıyor. Örneğin, yarı otomatik fabrikalardaki çalışan sayısı veya veri desteğiyle beklentili bakım yapan fabrikalar hakkında resmi istatistikler yok. Gelişmiş endüstriyel toplumlarda sanayi işçilerinin yerine getirdikleri görevler oldukça farklı ve karmaşık olmasına rağmen ölçüm için kullanılan emek piyasası veri kümeleri bunu yeterince yansıtamıyor.
Pfeiffer (2017), Almanya’da Endüstri 4.0 hakkındaki beklentileri Alman imalat tezgahı, fabrika teçhizatı ve motor üreticilerinin yüksek inovasyon ve ihraç performansıyla ilişkilendiriyor. Bu şirketler, Endüstri 4.0 senaryolarında altyapı sağlayıcıları olarak öne çıkıyorlar. Endüstri 4.0, küresel rekabette Almanya için önemli, hatta Almanya’nın ABD ve Çin’e karşı kaderini belirleyecek bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Fakat Pfeiffer (2017), Endüstri 4.0’ın Almanya’da çıkmasına rağmen benzer düşüncelere başka ülkelerde de rastlandığını ekliyor. Özellikle 2009 ve 2010 yılında, uluslararası finans krizinin gölgesinde, yayımlanan bir dizi çalışma uzun zamandır devam eden sanayisizleşme politikalarından sonra sanayi sektörünü yeniden gündeme getirdi. 2011’in Ocak ayındaki DEF toplantısında, bu çalışmalarda tartışılan sanayileşmenin geleceği konusu gündeme alındı ve “veri odaklı bir anlatı”nın desteklenmesi kararlaştırıldı. Bu karardan hemen üç ay sonra da Endüstri 4.0 teriminin icadına ve çok hızlı bir biçimde yaygınlaşmasına şahit olduk. Hem Avrupa’da hem de ulusal ve federal devletler düzeyinde politik aktörler DEF’nin kendilerine verdiği rolü başarıyla yerine getirdiler. Büyük danışmanlık firmaları DEF’nin oluşturduğu anlatıyı kendi veri ve ayrıntılarıyla güçlendirdiler. Burada Pfeiffer’in (2017) işaret ettiği gibi ironik bir durum da vardı: Şimdi sanayi sektörüne işaret eden danışmanlık firmaları, daha önce de sanayisizleşmeyi, üretimin işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere taşınmasını savunuyorlardı.
Özetle, Endüstri 4.0 söylemi önümüzdeki teknik olanakların değil ekonomik elitin ekonomik zorunlulukları nedeniyle gündeme gelen bir konuydu. Dünyanın sanayi üretiminin yeniden tasarlanmaya çalışıldığı bu süreçte Almanya kuşkusuz stratejik bir aktördü ama Alman iş adamları kilit bir rolde değildi.
Pfeiffer (2017), Endüstri 4.0 hakkındaki yayınlanan raporlarda da ekonomik açıdan oldukça pembe bir tablo çizildiğini belirtiyor. Geleceğe dönük bazı tahminlerde kullanılan yöntemlere kuşkuyla yaklaşıyor ve Deutsche Bank gibi kuruluşların bu yöntemlerle hazırlanan raporları eleştirel bir süzgeçten geçirmeden olduğu gibi kullanmalarını eleştiriyor.
Endüstri 4.0’ın en zayıf noktası çalışmanın küresel düzeyde yeniden yapılandırılması ve işsizlikte beklenen artış. Son birkaç on yıldır daha yoğun olmak üzere bazı mesleklerin ortadan kalktığına ya da zayıfladığına şahit oluyoruz. 1980’lerin dizgicileri ve analog basım işçileri yeni basım teknolojileriyle ortadan kalktılar. Banka memurluğu gibi bir zamanların güvenceli işleri gözden düşüyorlar. Almanya’nın otomotiv montaj hatlarında insanlardan yerini robotlara bırakıyor. Bu tip gelişmeler yavaş olduğu için çoğu zaman fark edilmiyor. Fakat algoritmaların ve büyük verinin bilgi işçilerinin yerini alması, uzun süre otomasyona direnen üretim ortamlarında pahalı olmayan robotların kullanımı, sürücüsüz araçların kargo ve küçük ölçekli taşımacılıkta kullanımının yakın olması işsizlik riskini tartışmayı zorunlu hale getiriyor.
İşsizlik konusu Endüstri 4.0 anlatıcılarının pembe tablosunu bozuyor. Bunun üzerini örtmek istercesine Endüstri 4.0’ın insan merkezliliği, iş yaşam dengesine katkısı üzerine aşırı bir vurgu var. Küresel olarak standartlaştırılmış, sabit ve değişken sermayenin esnek ve özerk işbirliğini hedefleyen, ağa bağlı üretim ve servis yapılarına sahip bir sistem kurulmak isteniyor. Sermayenin Endüstri 4.0 vizyonunda insanların ve makinelerin değişen koşullara hızla uyum sağlaması, işçilerin işbirliğine istekli olmasımı gerektiriyor. Bu nedenle, demokratik, katılımcı firma konuları yine gündemde. Ayrıca DEF raporlarında teknolojinin sadece araç olarak değil de “yeni çalışan” olarak görülmesi, dijital emeğin hem makineleri hem de işçileri içermesi, yani sabit ve değişken sermaye arasında ayrım yapmamaları da önemli. Tabi insan ister istemez, insanın makineleştiği makinenin insanlaştığı bu vizyona göre, insanların nasıl daha özerk çalışabileceği, problem çözme ve işbirliği gibi işin daha insani yanlarına nasıl yoğunlaşabileceğini merak ediyor.
İşsizliğin Nedeni Teknoloji mi?
Yeni teknolojiler iddia edildiği gibi insan merkezli, iş yaşam dengesini gözeten ve yeni işler yaratan bir doğrultuda mı gelişecek yoksa insanlığı işsizlik ve ağır çalışma koşulları mı bekliyor?
Caruso (2018) bu soruya yanıt verirken öncelikle hiçbir teknolojik yeniliğin kendi başına işçilerin çalışma koşullarını, performanslarını ve iş ilişkilerini belirleyemeyeceğinin ve teknolojinin toplumsal olarak belirlendiğinin altını çiziyor. Caruso’ya (2018) göre teknolojiler sosyal yapıların dışında değiller, toplumsal ve güç ilişkilerine gömülüler. Bu nedenle tarafsız olmayıp bazı toplumsal seçeneklere açık, bazılarına kapalıdırlar. Teknolojinin işsizlik, çalışma koşulları ve çalışmanın organizasyonu üzerindeki etkilerini önceden kestirmek güç. Dolayısıyla Dördüncü Sanayi Devrimi kapsamında tartışılan teknolojiler, doğaları gereği değil, Endüstri 4.0 onları öyle tasarlamak ve geliştirmek istediği için işsizlik riskini beraberlerinde getiriyorlar.
Bir zamanlar bilişim teknolojileri, dijital ekonomi ve bilgi ekonomisine atfedilen süreç, mekanizma, fırsat ve tehditler, Endüstri 4.0 ve Dördüncü Sanayi Devrimi tartışmalarında yeniden ama daha radikal biçimde karşımıza çıkıyor. Üçüncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan dönemde, sanal toplum, ağ toplumu, internet toplumu, siber toplum vb konuları tartışıyorduk. Bilgi çağının emek ve mülkiyete son verdiği, iş, işgücü, toplum ve politikanın şimdiye kadar hiç deneyimlemediği biçimlerle karşı karşıya olduğu, hatta kapitalistler ve proletarya arasındaki ayrımın miadını doldurduğu yazılıyordu. Şimdi de benzer iddialar var. Özellikle işçinin özerkliğinin artacağı, işçinin kararlarında daha serbest olacağı, üretim sürecine daha aktif katılım sağlayacağı ve iş yükünü düzenleyebileceği iddia ediliyor. Dördüncü Sanayi Devrimi, insanların hizmetine sunacağı dijital kölelerle onları ağır iş yükünden kurtaracak; iş süreçlerini organize eden, çalıştıran ve sosyal sınıfına ya da sermaye sahipliğini göre değil liyakatla bu konuma ulaşan bilgi işçileri, yeni elitler olacak.
Bazı tartışmalarda işsizlik, yaratıcı yıkımla (mevcut işler yok olurken bunların yerini yenilerinin alması) geçiştiriliyor. Fakat 1990’lara kadar otomasyon sistemleri ağırlıkla el emeğinin yerini alırken şimdi bilişim teknolojilerinin hedefinde yönetsel ve iletişimsel işler var. Orta sınıfın emeğinin bilgisayarlaşması el emeğinin mekanikleşmesinden daha hızlı gerçekleşiyor ve günümüzdeki eğilimler yaratıcı yıkım beklentisini doğrulamıyor. OECD’ye göre meslekler değil, görevler otomatikleştirilecek. Birçok meslek dönüşürken içerdiği görevlerin bir kısmı otomatikleşecek. Sadece mesleklerin bir kısmı tamamen otomatikleştirilecek. DEF raporunda bile 5 milyon iş ortadan kalkarken yalnızca 2.1 milyon yeni işin yaratılacağı ön görülüyor. Bu tip analizlerde çoğu zaman basitçe bir çıkarma işlemi uygulanıyor. Ancak sorun yeni yaratılan işlerden ortadan kalkan işleri çıkarmanın ötesinde. İşini kaybedecek birçok insan yeni yaratılan işler için uygun niteliklerde olmayacak ya da önceki işlerinden daha düşük ücret ve statüde çalışmak zorunda kalacaklar.
Tüm bu raporlarda işsizliğin bu teknolojilerin zorunlu sonucu olduğuna dair bir ön kabul var. Caruso (2018), teknolojilerin işler ve organizasyonlar üzerindeki etkilerinin toplumsal olarak şekillendirildiğini, makinelerin nasıl tasarlanacağına karar verenin politika olduğunu savunuyor. Teknoloji, karı artırmak, ücretleri düşürmek veya uluslararası rekabette avantaj sağlamak için gerekli görülen endüstriyel yeniden yapılandırmada bir fırsat ve bahane olarak kullanılıyor.
Ayrıca Endüstri 4.0 vaatlerinin sadece sınırlı, en kalifiye çalışanlar için geçerli olabileceğini de atlamamak gerekiyor. Ancak en yükseklerde yer alan çalışanlar esneklikten, artan özerklikten ve yüksek ücretlerden yararlanabilecek. Firmalar için yenilik ve değer kaynağı olan bu çalışanlar, iş piyasasında pazarlık gücüne de sahip olacaklar. Ama orta ve alt seviyedeki daha geniş bir kesim bu şansa sahip olamayacak. Günümüzdeki uygulamalar dikkate alındığında işyerindeki gözetimin ve çalışanların etkinliklerin izlenmesinin artacağını tahmin etmek zor değil. Artan gözetim, dijital Taylorizm’in uygulanabilirliğini artıracak.
Yalnız sanayi üretiminde değil, istihdamda genel ve çalışanların aleyhine bir dönüşüm var. Esnek ve güvencesiz iş modellerine kayılıyor:
- Çalışanların bir grup işveren adına çalıştığı ve rotasyona tabi tutulduğu çalışan paylaşımı,
- İşverenin aynı pozisyon için dönüşümlü olarak birden fazla işçi çalıştırdığı iş paylaşımı,
- İşverenin bir proje için kalifiye bir çalışanın geçici olarak kiralaması,
- İşverenin düzenli ödemeden kaçınarak sadece gerek gördüğü durumda işçiyi çalıştırdığı esnek sözleşmeler,
- Çalışanların, işverenin mekanını kullanmadığı uzaktan çalışma
- Çalışanlarla hizmet almak isteyenleri bir araya getiren platformlar
gibi modeller yaygınlaşıyor.
Orta sınıflardaki daralma ve artması beklenen işsizlik, ücretli emeğin payının azalması dünyayı daha derin bir krize doğru sürükleyebilir.
Sonuç
Teknolojik yeniliklerin toplum üzerindeki etkisini doğrudan bir neden sonuç ilişkisi ile değil farklı boyutları dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor (Orlikovski, 1992). Birinci boyut, teknolojinin planlanan veya en başta planlanmayan etkileri. Bir teknoloji açık uçlu olarak tasarlanabilir ya da üretim güçleri ve sosyal süreçlerle etkileşime girdiğinde amaçlanmamış sonuçlar doğurabilir. İkinci boyut,teknolojinin etkilerinin doğru ya da dolaylı olabilmesidir. Örneğin yan hizmetlerde yapılan bir değişiklik üretim bandındaki işçileri dolaylı olarak etkileyebilir. Üçüncü boyut ise bir teknolojinin kullanımda ne ölçüde yeniden yapılandırıldığıdır. Kullanım sürecinde teknolojinin doğası ve uygulama alanı kullanım sırasında yeniden yaratılır. Klasik bir telefonu arama yapmak dışında kullanmak zordur. Ama akıllı telefonların çok daha esnek kullanım potansiyeline sahiptir ve kullanıcıların pratikleri akıllı telefon teknolojisinin gelişimini etkiler.
Teknolojiler cam fanusta da gelişmez. Farklı aktörlerin müdahaleleriyle şekillenir ve onların değerlerini içerirler. Teknoloji kullanıma girdikten sonra yapılan demokratik müdahaleler yeni düzenleme, tasarım ve uygulamalara neden olabilir. Çevre kirliliği, hasta hakları, gözetim, ifade özgürlüğü gibi tartışmaların sonucunda ortaya çıkan dava, boykot ve gösteriler şirketleri uygulamalarını ve tasarımlarını değiştirmeye zorlayabilir. Örneğin, 25 Mayıs 2018’de Avrupa Birliği’nde yürürlüğe giren GDPR (General Data Protection Regulation – Genel Veri Koruma Tüzüğü) bu tip bir müdahalenin ürünü ve şirketleri tasarımlarını değiştirmeye zorluyor.
İkinci müdahale ise yaratıcı müdahalelerle (hack) teknolojiyi ilk geliştirenlerin öngöremediği veya dikkate almadığı talepleri karşılayacak şekilde değiştirmek ve yeniden üretmek. Bunun en bilinen örneği, internet ve özgür yazılım ilişkisi. Gelecekteki teknolojilerin yaratıcı ve toplumcu biçimde yeniden geliştirilebilmesi için yalnız yazılımın kaynak koduna değil veriye erişime de gereksinim var. Sıkça verinin yeni hammadde olduğu söyleniyor. Pek ifade edilmeyen ise bu hammaddenin şirketlerin kontrolünde olduğu ve bu gücün onlara teknolojinin gelişiminde daha çok söz sahibi yaptığı. Bu nedenle, nesnelerin interneti ve akıllı şehirler gibi alanlarda teknolojinin büyüsüne kapılmak yerine açık standartları savunmak ve verideki tekelleşmeyi önlemek gerekiyor.
Üçüncü tip müdahale ise yeniliklerin daha kullanıma girmeden kamu katılımıyla oluşturulan vatandaş jürilerinde değerlendirilmesi ya da tasarım sürecinin kamuyla işbirliği içinde yürütülmesi. Böylece daha ürün çıkmadan bazı değerler tasarıma dahil edilebilir. Birçok bilişim teknolojisi yurtdışında tasarlanıp geliştirildiğinden Türkiye’de çoğu zaman böyle bir şansımız yok. Ama internet altyapısı ve akıllı şehirler gibi konularda farklı seçeneklerin kamu işbirliğiyle değerlendirilmesi gerekiyor.
“Teknolojilerin, sosyal süreçlerle geliştirilen, insanlar ve kurumların yerine ve onlar için çalışan ve toplum içindeki güç, yapı ve statüyü etkileyebilecek (ve gerçekten de etkileyen) bütün varsayımları, değerleri ve ilkeleri içeren çözümler, ürünler ve uygulamalar olduğunu” (age, s. 55) yazan Schwab, ve Davis’e (2019) katılıyorum.
Fakat Schwab, ve Davis’in (2019) Dördüncü Sanayi Devrimi veya Endüstri 4.0 başlığı altında tartıştığı şey bugün kimi zaman hayranlıkla izlediğimiz ya da korkup karamsarlığa kapıldığımız teknolojilerle ilgili gelecek tahayyüllerinden sadece biri! Belirli sınıfsal çıkarları içeriyor ve teknolojiyi bu çıkarlar doğrultusunda şekillendirmeye hizmet ediyor.
Başka bir dünya ve başka bir teknoloji mümkün.
Kaynaklar
Caruso, L. (2018). Digital innovation and the fourth industrial revolution: epochal social changes?. AI & SOCIETY, 33(3), 379-392.
Fuchs, C. (2018). Industry 4.0: The Digital German Ideology. tripleC: Communication, Capitalism & Critique, 16 (1), 280-289.
Meyer, U. (2019). The emergence of an envisioned future. Sensemaking in the case of “Industrie 4.0” in Germany. Futures.
Orlikovski WJ (1992) The duality of technology: rethinking the concept of technology in organizations. Organ Sci 3(3):398–427
Pfeiffer, S. (2017). The vision of “Industrie 4.0” in the making—a case of future told, tamed, and traded. NanoEthics, 11(1), 107-121.
Schwab, K., Davis, N. (2019). Dördüncü Sanayi Devrimini Şekillendirmek, (çev. Nadir Özata). Optimist Yayınları, İstanbul.
İlk Yorumu Siz Yapın