İlginç bir tarihçesi var Internet’in. 1957 yılında SSCB uzaya ilk dünya uydusunu, Sputnik’i fırlattı. Uyduların bugün her türlü verinin iletilmesinde önemli bir rol oynadığı düşünüldüğünde Sputnik için küresel telekomünikasyonun başlangıcıdır diyebiliriz[1]. Bunu takiben teknolojik yarışta geri kalmak istemeyen ABD, Savunma Bakanlığı içinde ARPA (Advanced Research Projects Agency-İleri Araştırma Projeleri Ajansı) adlı yeni bir birim oluşturdu. Internet’in atası ARPANET işte bu birimin altında, “ağların ağı”nı oluşturmak amacıyla çıktı. Bu ağlar, soğuk savaş yıllarında askeri amaçlar düşünülerek tasarlandı ve ağır savaş koşullarına dayanacak kapasitedeydiler.
Ancak daha sonraki süreçte, savunma (savaş) amaçlı tasarlanan Internet yaygın kullanımını üniversitelerde buldu. Üniversitelerde bilginin paylaşımıyla farklı bir kültüre doğru evrildi. Savaştan çıkıp, bilgi paylaşımına doğru evrilen süreçte Internet, “herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar” olan bilimsel komünizme ev sahipliği yaptı. Bilim insanları ve yazılımcılar tarafından kullanılan Internet, onların amaç ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendi. İfade özgürlüğünün bir aracı ve ortamı haline geldi. Bundan dolayı, bu süreçte ortaya çıkan Özgür Yazılımcılar, yazılımdaki özgürlüğü tarif ederken, “özgür konuşmadaki gibi” ifadesini kullanırlar (“Free as in free speech”).
90’lı yıllar ise Internet’te yeni bir döneme işaret eder. Internet üzerinde yeni iş modelleri ortaya çıkar. Bilgisayarlar ve Internet erişimi ucuzlamış, Internet kullanıcı sayısı da artmıştır. Hala devam eden süreçte, kapitalizm, Internet’i kendi ihtiyaçları doğrultusunda geliştirir ve yaygınlaştırır.
İşte LaborStart.org, bianet ve sendika.org gibi siteler bu bağlamda, Internet’in, üretenlerin çıkarlarına göre kullanılmasıyla ortaya çıktı.
Elbette Internet üzerindeki ne askeri amaçlar son buldu ne de yazılımcıların, “özgürlük, herkese” ideali. Hatta diyebiliriz ki, yazılımcıların özgürlük ideali ile kapitalizmin metalaştırıcı eğilimi arasındaki çelişki Internet’in oluşumu üzerinde temel belirleyicilerden biri oldu. Bu çelişkinin kendisini en belirgin gösterdiği alanlardan biri Internet tarihindeki “web tarayıcıları (web browsers) savaşı” oldu.
Evet, çok daha farklı amaçlarla tasarlanan/geliştirilen Internet, üreten sınıfların elinde özgürlüğü ifade etmenin bir aracına dönüştü.
Ancak bir de Internet içi mücadele, popüler adıyla “Web tarayıcıları savaşı” var ki, kimi sendika.org okurları bilmeden yanlış tarafta yer alıyor. Yazının devamı, onların bu savaşta da “özgürlük” saflarına katılımı için bir davettir.
Web Tarayıcıları Savaşı
Savaşın taraflarına geçmeden önce “web tarayıcı nedir?” sorusuna yanıt vermek gerekiyor. Önce bir ipucu verelim:Özgür Yazılım/Açık Kaynak kod dünyasında Mozilla, FireFox, Konqueror, Netscape vs. diye tanınır. Sahipli yazılım dünyasında ise adı Internet Explorer’dır.
Internet kullanıcılarına sunulmak istenen bilgiler sunucu adı verilen bilgisayarlarda tutulur. Düz metinler, resimler, mp3’ler bu sunucularda yer alır. Bunlara nasıl ulaşırsınız?
1. Adım : Internet’e bağlanırsınız ve web tarayıcınıza ulaşmak istediğiniz sitenin adresini yazarsınız. Internet’in kullanımı için belirli protokollere uyulması gerekir. Protokol, iki bilgisayar (sizin bilgisayarınız ve sunucu) arasındaki iletişimin kurallarını koyar. Örneğin e-posta için SMTP (Simple Mail Transfer Protocol-Basit Posta İletim Protokolü), dosya transferi için FTP (File Transfer Protocol- Dosya Transfer Protokolü) kullanılır ve web’de siteleri gezmek için HTTP (hyper-text transfer protocol- Hiper-metin transfer protokolü) adlı protokoller kullanılır. Dolayısıyla, herhangi bir sitenin adresini web tarayıcınıza yazdığınızda sözkonusu siteyle HTTP adlı protokolün kuralları gereğince ilişki kurarsınız. Web tarayıcınız bu görevi sizin için yerine getirir.
2. Adım: Sunucu bilgisayarı, sizden gelen talebi değerlendirir. Yine HTTP kuralları çerçevesinde istediğiniz bilgileri size gönderir.
3. Adım: Web tarayıcınız gelen bilgileri alır, daha önceden bildiği protokolün kuralları çerçevesinde gelen metni ve resmi uygun formatta görmenizi sağlar.
Diyelim ki sunucu, protokolün tüm kurallarına, kabul edilmiş standartlara uymuyor; farklı/özel bir formatta bilgiler gönderiyor. Bu durumda sizin web tarayıcınız gelen bilgileri anlayamayacak ve size gösteremeyecektir. Bunu hiçbir akıllı sunucu yapmaz. Sunduğu şey anlaşılmayacaksa ne diye bu görevi yerine getirsin ki?
Ama diyelim ki, sunucu bilgisayarının standartlardan farklı, özel dilini anlayan web tarayıcılar var. Sunucu bilgisayarı, sadece onun anlayacağı dilde konuşuyor. Standartlara uymayan bu dili konuşanların sayısı artarsa ne olur?
Web tarayıcıları savaşı sürecinde yaşananlar bunun yanıtını vermekte.
1995 yılında, web henüz yeni yeni yaygınlaşmakta iken sadece birkaç web tarayıcı vardı. Netscape, Mosaic ve Lynx. Kullanıcıların nerdeyse büyük bir kısmı Netscape kullanmaktaydı. Web’in ticari olanaklarını farkeden Microsoft, Internet Explorer (IE)’ı çıkardı. IE 4 çıkana kadar Netscape hakim konumdaydı (%72 Netscape, %18 IE). Ancak IE 4, bu tabloyu tamamen değiştirdi. Herşeyden önce daha hızlıydı ve standartlara Netscape’ten daha çok uyuyordu. Netscape ve Microsoft yarışıyor, ürünlerine sürekli yeni özellikler ekliyorlardı. Pazarda avantajlı konuma geçmek için aceleyle, tam test edilmemiş, kararsız/sorunlu ürünler sürülüyordu. Netscape pazar payını hızla kaybetti ve savaşın ilk bölümünden yenik ayrıldı. Microsoft’un Netscape’e karşı zafer kazanmasını sağlayan iki temel üstünlüğü vardı.
Herşeyden önce, Microsoft daha büyük bir şirketti. Netcape’e göre daha geniş ekonomik olanakları vardı ve bu savaşta kendini finanse etme şansı daha yüksekti.
İkinci olarak da, Microsoft işletim sistemi üreticisiydi. İşletim sisteminin kaynak koduna sahiplik, IE’yi Netscape’e göre daha avantajlı hale getiriyordu.
Sonuçta iki şirket savaşmış ve biri bu savaştan galip ayrılmıştı. Ancak kaybeden yalnız Netscape olmadı. Pazarda hakimiyeti ele geçiren Microsoft, standartları da kendi koymaya başladı. Microsoft, hakim konumda olmasa da, sunucu tarafında da vardı. Sadece Internet Explorer’ın anlayabileceği özel bir teknolojik dil konuşmaya başladı.
Öyle bir noktaya gelinmişti ki, kullanıcılar için Internet (içinde Internet kelimesinin geçmesinin de etkisiyle), Internet Explorer ile özdeşleşmişti. IE, Windows kurulu her bilgisayarda önceden sisteme entegre halde geliyor, sistemin kaynaklarını rahatça kullanabiliyordu. Kullanıcılar, sahibi Microsoft olan bu teknolojik dili kullandıkça, dil yaygınlaşıyordu. Bu yeni dilin avantajlarını kullanmak isteyen, sunucu tarafında program gelistiren/web sitesi yayınlayan kimi yazılımcılar şöyle düşünüyordu:
“İnsanların çoğu IE kullanıyor. Ben şu özellikleri kullanırsam, web sitem daha güzel olur. Standartlara uymak için ufak bir yüzde ile uğraşamam.”
Özgürlük’ten bihaber yazılımcıların ve kullanıcıların da etkisiyle Internet, Microsoftca konuşmaya başlar. Herkes istediği dili konuşabilir elbette. Ama Microsoft’ca kullanıcı açısından ücretli bir dil ve artık Internet, o dilin lisans parasını ödemeyenleri kullanamayacağı bir noktaya doğru sürüklenmekteydi.
İşte tam bu anda savaşın mağlübü Netscape firması yeni bir hamle yapar. 1998 yılında kamuoyunu sarsan bir açıklama yapar, Netscape’in kaynak kodunu açacağını duyurur ve bu yeni ürünün adı Mozilla olacaktır. Özgür Yazılım/Açık Kaynak dünyası sürece müdahele eder. 2002 yılında gelindiğinde, artık Netscape’in zaaflarından / zayıflıklarından arınmış, IE ile boy ölçüşebilen bir tarayıcı vardır: Mozilla 1.0.
2004 yılında ise artık Microsoftca’nın Internet topraklarından hızla sökülmeye başladığını söyleyebiliriz. Yeni web tarayıcısı Firefox’un gelişi, dünyanın dört bir yanında partilerle kutlanır. Artık sunucu tarafında yazılım geliştirenler/web sitesi yayınlayanlar şunu diyememektedir:
“İnsanların çoğu IE kullanıyor. Ben şu özellikleri kullanırsam, web sitem daha güzel olur. Standartlara uymak için ufak bir yüze ile uğraşamam.”
Aslında Netscape’in stratejisi, önceki yenilginin bir eleştirisidir de. Maddi açıdan kendisini Microsoft’la rekabet edecek ölçüde finanse edemeyeceğini anlayınca, Özgür Yazılım/Açık Kaynak Kod dünyasına başvurdu. Microsoft’un sistemle entegre çalışan IE’sinin en büyük zaafı, bu entegrasyonun onu saldırılara karşı daha kırılgan yapmasıydı. Dolayısıyla, IE’deki herhangi bir açıktan tüm sistem zarar görebiliyordu. Firefox’tan solucan girmez diye bir kural yok. Ama oradan girecek virüsler/solucanlar sizin tüm sisteminizi çökertmeyecektir.
Sonuçta Firefox, en az IE kadar performansa sahip, daha güvenli web tarayıcısı oldu.
En önemlisi, kaybetmek üzere olduğumuz özgürlüğü, bize geri verdi.
Web Tarayıcıları Savaşı’nda artık safınızı belirlemişseniz, kurulumu da, kullanımı da çok kolay olan Firefox’u aşağıdaki adresten indirip kurabilirsiniz: http://www.mozilla.org/products/firefox/ Daha güvenli ve Özgür bir Internet için FirefoxNotlar: [1] Cogito, sayı 30, Kış 2002 [2] http://en.wikipedia.org/wiki/Browser_wars [3] ActiveX, VBScript gibi.
İlk Yorumu Siz Yapın