Geçen yazıda, özgür yazılımın belirlenmiş, değişmez bir olgu olmayıp, farklı çıkar ilişkilerini barındıran dinamik bir süreç olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bu sayıda ise özgür yazılımdaki ve diğer özgür kültürel çalışmalardaki (Wikipedia gibi) cinsiyetçi eğilimleri tartışacağım.
Kategori: Özgür Yazılım
Pardus, ilk yerli GNU/Linux dağıtımı değildi. Pardus’tan önce de Türkiye’de GNU/Linux kullanılıyordu. Pardus, projenin başında belirtilen birçok hedefini gerçekleştirememiş olmasına karşın Türkiye’de GNU/Linux’un tanınırlığını ve kullanımını arttırmayı başardı. GNU/Linux’u bilgisayar meraklılarının elinden alıp normal kullanıcılara taşıdı. Ancak Pardus bugün önemli bir yol ayrımında. Projenin geleceği konusunda bir belirsizlik var. Bu yazıda, Pardus’un tarihsel gelişimine, bu yol ayrımına nasıl gelindiğine ve geleceği hakkında yapılan tartışmalara yer verilecek.
Özgür Yazılım Hareketi, özel mülk yazılıma karşı yalnız teknik alanda değil, ideolojik alanda da mücadele ediyor. Bu mücadele kapsamında, kullanıcı/geliştirici hakları açısından olumsuz çağrışımlar içeren bazı kelimelerin kullanılmaması yönünde önerilerde bulunuyor. Örneğin, özgür yazılımda kaynak koduna erişimi ifade etmek için açık ve kapalı sözcüklerinin kullanımını doğru bulmuyor. Çünkü, kaynak kodunu ihtiyaca göre değiştirip yazılımı geliştiremedikçe kaynak kodunun görünür ya da gizli olması bir anlam ifade etmiyor. Ya da son yılların popüler teknolojisi DRM’in açılımını Sayısal Haklar Yönetimi (Digital Rights Management) olarak ifade etmek yerine bu teknolojiyi kullanıcı hakları açısından ele alıyor ve açılımını Sayısal Kısıtlamalar Yönetimi (Digital Restrictions Management) olarak yapmayı tercih ediyor. GNU sayfasında bir listesine ulaşabileceğiniz (bkz. http://www.gnu.org/philosophy/words-to-avoid.html) bu kelimelerin üstünkörü kullanımı egemen ideolojiyi güçlendiriyor. Bunun en tipik örneği de, fikri mülkiyet kavramı.
Bilişim teknolojilerinin (BT) gelişiminde en belirleyici etkenlerden biri fikri mülkiyet hakları için yapılan mücadele oluyor. BT’de son yıllarda yaşanan gelişmelerle beraber ses ve görüntü içeriğinin kolayca saklanabilir ve taşınabilir olması medya ve eğlence sektöründeki yapımcı şirketleri telaşlandırıyor. Bilişim sektörünün kendisinde de benzer bir durum yaşanıyor. Bilişim şirketleri, rekabet güçlerini arttırabilmek amacıyla telif hakları ve patentler üzerinden kıyasıya bir mücadele yürütüyor.
Adettendir, ölen birinin arkasından kötü konuşulmaz. Fakat yalan söylemek de olmaz: En baştan söyleyelim, biz kendisini pek iyi bilmezdik. Asaf Güven Aksel, Sol’daki yazısında “Jobs: Ne Melek Ne Şeytan, Sadece Meta Üreticisi” diye başlık atmış [1] . Yanılıyor, Jobs şeytanın ta kendisi! Şeytanın şeytanlığı, ademoğluna yedirdiği elmada saklıdır.
Birkaç yıl öncesinde sık duyduğumuz ama şimdi var olan durumu kabullenmişlik içinde pek rastlamadığımız bir ifade var: “Sanayi devrimini kaçırdık, bari bilişim devrimini kaçırmayalım.”
Bu temenni, iki açıdan sorunlu görünüyor. Birincisi, teknoloji, yoldan geçerken atlayabileceğimiz bir tren değildir. Teknoloji, hayatın her alanındadır; toplumsal hayatla iç içe geçmiştir. Dolayısıyla, sanayi devriminin neden başka bir ülkede değil de İngiltere’de ortaya çıktığı, Türkiye’nin neden sanayileşmekte geç kaldığı ya da Batılı ülkelerin izlediği yolun takip edilmesinin Üçüncü Dünya ülkelerinin sanayileşmesine ne ölçüde katkı sunacağı sorularının yanıtı salt teknolojik süreçlere indirgenemez. Çözümlemede, sosyoekonomik ilişkilerin ve süreçlerin göz ardı edilmemesi gerekir. Bilişim devrimi bağlamında konuşursak, asıl tartışılması gereken dünya sistemine nasıl eklemleneceğimizdir. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulları ve öğretmenleri Microsoft ürünleri ile donatması da bir tercihtir, TÜBİTAK’ın kamunun kaynaklarıyla kamusal bir işletim sisteminin geliştirilmesine destek sunması da…
2005 yılının ilk günleri Türkiye’deki özgür yazılımcılar için oldukça sıcak günlerdi ve özgür yazılımın Türkiye’de gelmiş olduğu aşamayı, bunu takiben gerçekleşen nitel sıçramayı göstermesi açısından da kritikti . Birincisi, hükumetin bilişim politikasındaki çelişkileri tüm açıklığıyla göstermekteydi. İkincisi ve daha önemlisi, özgür yazılımcılar, bilgisayarları başından kalkmış, belirli talepleri olan, eleştiren, eleştirdikleri yerine alternatif politikalar koyan özneler haline dönüşmüşlerdi.
Aslında burada “bilgisayarlarının başından kalkmak” deyimi pek doğru değil. Çünkü bu yazının ilerleyen bölümlerinde de göreceğimiz gibi, söz konusu olan 90’ların başından beri devam eden bir topluluğun kendini oluşturma süreciydi.
27 Eylül 1983 tarihinde, UNIX kullanıcılarına yönelik bir haber grubunda “yeni UNIX gerçekleştirimi” başlıklı bir duyuru yapıldı. Duyuru sahibi, Richard Stallman, özgür bir işletim sistemi yazacağını söylüyor; bunun için de zaman, para, program ve donanım katkılarına büyük gereksinimi olduğunu belirtiyordu (Stallman, 1984b).
Büyük bir iddiaydı. Herşeyden önce bir işletim sistemi yazmak çok kapsamlı bir işti. Ama daha önemlisi, katkılara açık olduğunu yazsa da, Stallman yola tek başına çıktığının farkındaydı. Ayrıca çalışmaya katkı koyacaklara hiçbir maddi vaatte bulunmuyordu.
Ancak o günlerde Stallman’ı bir kaçık, en iyi ihtimalle bir maceraperest olarak nitelendiren bu hedef bugün gerçekleşmiş durumda. Özel mülk işletim sistemlerine karşılık tamamen özgür bir işletim sistemi ortaya çıkmıştır: GNU/Linux.
1- Giriş
Özgür Yazılım/Açık Kaynak Kod’da (ÖY/AKK) [1] kaynak kodunun [2] erişilebilirliği üç temel koşulla tanımlanır:
i-) Kaynak kodu yazılımın kendisi ile dağıtılmalı ya da dağıtım ücreti dışında ek bir ücret talep etmeksizin erişilebilir olmalıdır.
ii-) Herhangi biri yazılımı, lisans ücreti ödemek zorunda kalmadan dağıtabilmelidir.
iii-) Herhangi biri var olan yazılımı kendi ihtiyaçlarına göre değiştirebilir ya da üzerine yeni eklemeler yapabilir (Weber, 2004:5).