"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: Emek

Yerel Yönetimlerde Teknolojik Egemenlik

On yıl önce, eski bir NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) çalışanı olan Edward Snowden’ın sızdırdığı verilerden söz ediyorduk. Snowden’a göre NSA, yasaların izin verdiğinden çok daha fazlasını yapıyordu. Suçlu veya şüpheli olmasına bakmaksızın toplumun geneline ait verileri topluyor, filtreliyor ve analiz ediyordu. Snowden’ın ifşaatlarına göre ABD, bilişim şirketlerinden belirli kişilere ait verileri alabiliyordu. ABD’li yetkililer, bunun sadece kanunlar çerçevesinde ve mahkeme kararıyla gerçekleştiğini söylüyorlardı. Fakat NSA’nın bu şirketlerin sunucularına doğrudan erişebildiğini gösteren belgeler vardı.

Bu ifşaatlar karşısında bir çoğumuz huzur içinde sıradanlığımıza sığınmıştık. Sonuçta istihbarat örgütleri için sıradan insanlardık; telefonumuzu dinleseler veya e-postalarımız okusalar ne olurdu? Böylece son on yılda teknoloji şirketlerinin topladığı verinin miktarı ve kapsamı arttı. Gündelik hayatımızla ilgileri derinleşti. İlk başta verilerin toplanması sadece sosyal medya ve akıllı telefon kullanımına dayanıyordu. Hâlâ inisiyatifin bizde olduğuna inanıyorduk. İstersek sosyal medyadan çıkabilir veya mahremiyetimizi tehdit eden uygulamaları telefonumuzdan silebilirdik! Teknolojiyle kurduğumuz ilişkide aktif öznelerdik ya da en azından öyle düşünüyorduk. Ancak akıllı şehir girişimleri ve uygulamalarıyla beraber veri ilişkilerinin daha pasif bir bileşeni haline geliyoruz. Bu tip uygulamalar gözetim ve veri toplamayı daha geniş ve derin gerçekleştiriyorlar. San Diego’da olduğu gibi trafiği kontrol etmek üzere konuşlandırılan sokak lambaları bunun yerine vatandaşları gözetlemek için kullanılabiliyor. Şirketler, şehirleri algoritmalarla optimize etme vaadiyle şehirlerin veri akışlarını tamamen kontrol etmeye çalışıyorlar. Böylece hem şehrin altyapısı (elektrik, su, kanalizasyon, ulaşım vs) üzerindeki etkilerini artırıyorlar hem de üretilen verilerin gelecekteki kullanımını tekellerine alıyorlar. Akıllı şehirleri tartışırken kendimizi baştan sona “akıllı” teknolojilerle yapılandırılmış şehirlerle sınırlamamak gerekiyor. Bir yerden bir yere nasıl gidileceğini tarif eden veya toplu taşıma araçlarına binmek için kullandığımız uygulamaları da bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Veri Sahipliği Demokrasisi ve Dijital Sosyalizm

Sosyolog Zeynep Tüfekçi, altı yıl önceki TED konuşmasında, bipolar kişilik bozukluğunda mani döneminin ön belirtilerinin klinik semptomlardan önce sosyal medya paylaşımlarından anlaşılabileceğinden bahsediyordu. Mani döneminde insanlar alışveriş yapmaya daha meyilli oluyorlar. Kuşkusuz bu bilgi, iş modelleri hedefli reklamcılık üzerine kurulu şirketler (özellikle Google ve Facebook) için önemlidir (https://www.youtube.com/watch?v=iFTWM7HV2UI).

İş modeli hedefli reklamcılık üzerine kurulu bir şirket için çalışan bir yazılım mühendisi, internet kullanıcısının mani döneminde olup olmadığını tahmin edebileceği bilgisine ulaştığında bunu görmezden gelebilir mi? Etik bilgisi ve hassasiyetleri yüksek olduğu için bu durumu görmezden geldiğini varsayalım. Fakat bu bilgi, belirli kişilere belirli reklamları göstermeyi hedefleyen bir şirket için çalışan daha hırslı bir mühendisin gözlerini kamaştırabilir. Ayrıca insanların mani dönemindeki zaaflarından yararlanmakla “normal” insanların başka zaaflarından yararlanmak arasında bir fark var mıdır? Bu gibi durumlarda inisiyatifi teknoloji şirketlerine veya onlar adına (!) çalışan mühendislere bırakabilir miyiz?

Yapay Zekâ ve Alternatif Politikalar

İlk küresel “Yapay Zekâ Güvenliği Zirvesi”, 1-2 Kasım tarihlerinde Londra’da gerçekleşti. Zirvenin düzenlendiği yer, Bletchley Park, bilgisayar bilimi açısından tarihi bir öneme sahipti. Bletchley Park, II. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanyası’nın Enigma ve Lorenz şifrelerinin çözümünde bir üs olarak kullanılmıştı. Ülkemizin de katıldığı bu ilk küresel YZ (Yapay Zekâ) zirvesinde 28 ülkeden temsilci vardı.

Açık Kaynak Yazılımdan Açık Yapay Zekâya

Richard Stallman’ın 40 yıl önce, 27 Eylül 1983’te, gönderdiği bir e-posta tarihin akışını değiştirdi. Stallman, e-posta’da GNU (Gnu’s Not Unix – GNU, Unix Değildir) adlı bir işletim sistemi geliştireceğini ve GNU’yu onu kullanabilen herkese bedava (free) olarak vereceğini yazıyordu. Daha sonra Stallman niyetini özensiz bir şekilde ifade ettiğini belirtecekti:

Yapay Zekâ ve İş Yerleri

Son iki yazıda YZ (yapay zekâ) alanında çalışan akademisyenlerin ve iş insanlarının YZ hakkındaki endişelerinden bahsetmiştim. FLI (Yaşamın Geleceği Enstitüsü – Future of Life Institute), dev YZ deneylerini duraklatma çağrısı yapmış ve CAIS (Center for AI Safety – Yapay Zekâ Güvenliği Merkezi) de YZ kaynaklı yok olma riskinin salgın hastalıklar ve nükleer savaş gibi diğer toplumsal ölçekli risklerle birlikte küresel bir öncelik olması gerektiğini savunan bir bildiri yayımlamıştı.

Çip Krizi

27 Nisan 2007 tarihinde, Estonya hükümetinin Sovyetler’in Estonyalılar’ı Nazi işgalinden kurtarmasını simgeleyen Kızıl Ordu Anıtı’nı kaldırma kararı Estonya’daki Ruslar’ın tepkisini çeker. Ruslar sokağa dökülür; göstericilerle polisler arasında çatışmalar çıkar. Sokak gösterileriyle eş zamanlı olarak gelişmiş internet altyapısı ve internet üzerinden sunulan kamu hizmetlerinin yaygınlığı ile bilinen Estonya’ya karşı siber saldırılar gerçekleştirilir. DDoS (Distributed Denial of Service – Dağıtık Hizmet Engelleme) saldırılarıyla Estonyalılar’ın hükümet ve bankaların web sitelerinden hizmet alması engellenir.

8 Ağustos 2008’de de birçok Gürcü web sitesi saldırıya uğrar. Bazıları sadece DDoS saldırısına uğrarken bazılarının içeriği değiştirilir. Ancak Gürcistan, Estonya gibi gelişmiş İnternet altyapısına sahip ve gündelik yaşamın internete bağımlı olduğu bir ülke değildir. DDOS saldırıları Estonya’daki kadar etkili olmaz. Bir ülkenin internet altyapısının gelişmişliği, internet alt yapısına yapılan saldırıları daha etkili kılmaktadır.

Facebook’un Metaevreni

Geçtiğimiz ekim ayı sonunda Facebook, adını Meta olarak değiştireceğini duyurdu. Facebook, Instagram ve WhatsApp gibi sosyal medya platformları artık Meta çatısı altında yer alacak. Şirketlerin kendilerini yeniden adlandırması sık rastlanılan bir durum olmamasına karşın Facebook ilk değildi. 2011’de Netflix, video işini ikiye ayırmayı planladığını ve postayla DVD gönderim işini Qwikster şirketi adıyla yapacağını duyurmuştu. 2015’te de Google, uygulama ve hizmetlerini Alphabet adını verdiği bir üst şirketin altında bir araya getirmişti. Fakat bu gibi değişiklikler çoğunlukla büyük bir kurumsal yeniden yapılanmanın başlangıcında gerçekleşiyordu. Facebook’ta ise ne bir yeniden yapılandırma ne de yönetici değişikliği vardı. Mark Zuckerberg’in CEO’luğu ve şirketin geleceğini etkileyebilecek kararlardaki belirleyiciliği devam ediyordu.

Yapay Zeka ve Diğer Gerçekler

Uzunca bir süre iktisatçılar bilişim teknolojilerinin beklenen verimlilik artışını getirmediğine işaret ettiler. İktisadi büyüme konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Robert Solow 1987 yılında, bilgisayarların verimlilik istatistikleri dışında her yerde olduğunu belirtiyordu. Fakat 1990’ların ikinci yarısında, özellikle de internetin etkisiyle beraber bu durum değişmeye başladı.

Dijital Platform Çalışanları

Z kuşağı olarak adlandırılan gençlerin bir kısmı önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak ve sonraki yıllarda da ülkenin geleceğini belirleyecekler. Bu nedenle siyasi partiler seçim stratejilerini bu kuşak etrafında biçimlendirmeye çalışıyorlar. Kendileri hakkında çok şey söyleniyor: bireyseller, kolay sıkılıyorlar, internet üzerinde sosyalleşiyorlar… Ancak Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün belirttiği gibi kuşak tanımlamaları, diğer toplumsal kategoriler gibi homojen kategorilerden oluşmuyor ve çoğunlukla pazarlama ve insan kaynakları tarafından kullanılıyor (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-53250029).

Esnek Ekonomiler

İşçi ve işveren kimdir? Bir fabrika ortamında bu sorunun yanıtını vermek kolaydır. Tarafların sınıfsal konumları açık seçik ortadadır. Bir fabrikada işveren, işverenliğini inkar etmez. Bazen işçiler, “aynı gemideyiz” masallarına kapılsalar da ne işveren, işveren olduğunu ne de işçi, işçi olduğunu inkar eder. Ama aynı soruyu son yıllarda hızla yaygınlaşan dijital platformlar bağlamında ele aldığımızda işler karmaşıklaşır. Taraflar sınıfsal konumlarını inkar etmeye meyillidir. Goodwin’in (2015) işaret ettiği gibi dünyanın en büyük taksi şirketi Uber’in hiçbir aracı yoktur, dünyanın en popüler medyasına sahip olan Facebook içerik üretmemektedir, dünyanın en değerli perakendecisi Alibaba’nın envanteri yoktur ve dünyanın en büyük konaklama sağlayıcısı olan Airbnb’nin gayrimenkulü yoktur. Bu nedenle Uber taksi hizmeti sağlayan bir şirket olmadığını, bir teknoloji şirketi olduğunu iddia eder. Yalnız Uber değil, diğer dijital platformlar da bir işveren olduklarını reddederek kendilerini hizmet sağlayıcılar ve müşterileri/tüketicileri bir araya getiren bir teknoloji şirketi olarak göstermeye çalışırlar. Böylece işverenliğin yasal sorumluluklarından kaçabilirler!