Bilim ve Gelecek’teki ilk yazım özgür yazılım üzerineydi. Sonraki yazılarda da doğrudan ya da dolaylı olarak özgür yazılımı tartıştım. Kimi zaman başlangıçta ilgisiz gibi görünen konular özgür yazılımla sonlandı. Bunun birinci nedeni, yazılımın akıllı ev aletlerinden otomobillere, sağlıktan seçim sistemlerine kadar hayatımızın önemli bir parçası haline gelmesi. İkincisi ise toplum ve bilişim teknolojileri arasındaki ilişkiye özgür yazılımın prizmasından baktığımızda bu ilişkinin içerdiği çelişkileri ve eğilimleri daha net görebilmemiz. Bu yazı da geçmiş sayılardaki bir hatamı düzeltmek istediğim bir özgür yazılım yazısı.Bilim ve Gelecek’in 95. sayısında, “Fikri mülkiyet hakları” başlıklı yazıda Richard Stallman’ın (http://www.gnu.org/philosophy/not-ipr.html) fikri mülkiyet hakları hakkındaki görüşünü paylaşmış, Stallman’ı takip ederek mülkiyet kavramının maddi olmayan kaynaklar (yazılım, müzik, görüntü vb) için kullanılamayacağını savunmuştum:
Fikri mülkiyet, dolaylı olarak fikirlerin de fiziksel nesneler gibi mülkiyet ilişkileri kapsamında değerlendirilebileceğini söyler. Oysa enformasyon, maddi nesnelerin aksine kopyalanabilir ve sonsuz kere paylaşılabilir.
Ardından da Hardin’in “Ortaklaşanın Trajedisi” adlı makalesine yer vermiştim. Hardin, bireylerin kamusal malların kullanımı sırasında eylemlerinin sonuçlarını bütünsel olarak değerlendir(e)memesi nedeniyle kamusal malların bir trajediye mahkum olduğunu belirtir. Özel mülkiyet buna benzer söylemlerle meşrulaştırılır. Hatayı da tam burada, “maddi bir nesnenin kullanımı ile enformasyonun kullanımı tamamen farklıdır.” diyerek yaptım. Çünkü böylece, ortaklaşa mülkiyetin sadece sanal dünyaya ait bir olgu olabileceğini üstü kapalı olarak kabul etmiş oluyordum. Oysa birçok yazıda tam tersini söylemek için özgür yazılımı kullanıyordum.
Bilişimsel, fiziksel varlığa sahip olmayan ürünlerin mülkiyet ilişkileri kapsamında değerlendirilemeyeceği görüşü özgür yazılım ve özgür kültür hareketinin sözcülerinin fikri mülkiyet hakkındaki düşüncelerinin temelini oluşturur ve bilişimin ayrıksılığı (information exceptionalism) olarak adlandırılır. Bilişimin ayrıksılığı, maddi olan ile olmayan arasındaki ayrıma dayanır.
EFF’nin (Electronic Frontier Foundation) kurucularından John Barlow’un sanal dünyanın bağımsızlığı bildirgesi ABD’nin 1996’daki Telekom Kanunu’na karşı yazılmıştır ve sanal dünyanın ayrıksılığı iddiasındadır (bkz. https://projects.eff.org/~barlow/Declaration-Final.html). Barlow’a (1994) göre sanal dünya akışlarla tanımlanır. Maddi/fiziksel dünya isimlerden oluşurken, sanal dünya eylem üzerine kuruludur. Dansçı değil, dansın kendisidir.
Barlow’un bu düşüncesi özgür ve açık kaynak kodlu yazılımcılar ve özgür kültür aktivistleri arasında da son derece popülerdir. Ademi merkeziyetçi, kaynakların paylaşımına ve işbirliğine dayalı pratikler, bilginin özel mülkiyet kapsamında değerlendirilemeyeceğine dair bir bilinç de oluşturur.
Bilginin ağlarda özgür akışını savunanların temel tezi sanal dünyada, maddi dünyada olduğu gibi bir kıtlık olmadığı, herhangi bir ürünün sıfıra yakın bir maliyetle çoğaltılabildiğidir. Bunun karşıtını, fikri mülkiyeti, savunanlara göre ise kopyalamanın marjinal maliyeti sıfıra yakın olsa da ilk yaratım sürecinin maliyeti yüksektir. Dolayısıyla yaratıcı yetenekler konusunda bir kıtlık vardır ve bir teşvik olmadan bir fikir ürünü yaratılamaz. Telif hakları (copyright) ve patentler bu kıtlığı aşmak için gereklidir.
Özgür yazılım ve özgür kültür hareketleri, telif haklarını ve patentleri mülkiyet bağlamında tartışmaktan kaçınır. Onlara göre telif hakları (ya da patentler) bir mülkiyet sorunu olmayıp devlet, hak sahipleri ve vatandaşlar arasında bir politika sorunudur. Buna karşı akla gelen ilk eleştiri, mülkiyetin de bir politika olduğudur. Mülkiyet sorunsalı ısrarla reddedilir ya da görmezden gelinir. Fikri mülkiyet kapsamında tartışılması gereken konular özgürlük, insan hakları, düzenleme, politika çerçevesinde değerledirilir. Bu hareketlerin sözcülerinin yazılarında politikanın ne anlama geldiği sorusuna yanıt aramak boşunadır. Çünkü mülkiyet yerine politika kavramının tercih edilmesi detaylı bir analize dayanmaz; tamamen stratejik bir karardır. Doğal bir hak olarak kabul edilen özel mülkiyetin Amerikan toplumundaki yeri düşünüldüğünde bu strateji daha rahat anlaşılabilir. Stallman, patentleri mülkiyet çerçevesinde tartışmaya kalktığımızda patentlere gerçekte karşı olanların bile özel mülkiyet hakkının etkisi altında kalabileceğini belirtir.
Stallman bu açıdan haklıdır. Ancak sanal dünya olarak adlandırılan olgunun son derece maddi temelleri vardır. PC’ler ortaya çıkmasaydı ve bilgisayar fiyatları ucuzlamasaydı, ağ sadece üniversite ve araştırma laboratuvarlarıyla sınırlı kalsaydı, bugünkü gibi bir sanal dünya oluşamayacaktı. Ya da bugün internet altyapısını kontrol eden güçler oldukça bilginin özgür akışı da tehlike altındadır. Ağın fiziksel alt yapısını sağlayanlar bilginin özgür akışını engelleyecek güce de sahiptirler. Fiziksel ve sanal diye iki bağımsız dünya yoktur. Sadece özel mülkiyet çitlerinin henüz belirmediği bir zamanların sanal dünyası vardır.
Mülkiyeti tartışmaya Hardin’in trajedisinden başlayalım.
Ortaklaşa malların bir trajediyle sonuçlanacağı söyleyen Hardin ne kadar haklıdır?
Benkler (2006) ortaklaşa kaynakları iki parametre ile karşılaştırır. Birincisi, bu kaynaklara kimin erişim hakkına sahip olduğudur. İkincisi ise erişimin nasıl düzenlendiğidir. Bu analiz sonucunda aşağıdaki gibi dört bölgeden oluşan bir matris oluşur:
Düzenlenmiş | Düzenlenmemiş | |
Herkese Açık | Düzenlenmiş ortak kaynaklar | Açık erişimli ortak kaynaklar |
Belirli Bir Gruba Açık | Sınırlı ortak mülkiyet rejimleri | ? |
Hardin’in otlak örneğini bu matrise yerleştirecek olsak kuşkusuz açık erişimli ortak kaynaklar hanesine yerleştirmemiz gerekir. Ama gerçek hayatta ortak kullanılan kaynakların kullanımı, kaynakları kullanan toplulukların normlarına ve belirledikleri protokollere, mülkiyet ilişkilerine, göre gerçekleşir. Bu nedenle, özgür yazılım projelerinde gözlemlenebileceği gibi, otlağın ortak kullanımı da bir trajediyle sonlanmayıp toprağın daha verimli kullanımını da sağlayabilir.
Günümüzde birçok insan mülkiyeti özel mülkiyetin sınırlı bakış açısıyla algılamaktadır. Mülkiyeti tartışırken, hangi kaynaklara kimlerin erişim hakkına sahip olduğu, erişim hakkına sahip olanların bu haklarının kapsamı, bu kaynaklardan elde edilen zenginliğin kime ait olduğu, kaynakların alımı, satımı, hakların başkalarına devri, kaynakların geleceği üzerine kimlerin karar verdiği, kararın hangi süreçlerin sonunda oluştuğu ve hangi değerlere referansla alındığı vb soruları sormamız gerekiyor.
Pedersen’e (2010) göre mülkiyetten söz ederken “A, B’ye sahiptir” formülü yeterli değildir. Bu formüle C’yi de katarak, formülü “A, C’ye karşı B’ye sahiptir.” haline getirmemiz gerekir. Buna göre mülkiyet ilişkisinin üç temel ögesi vardır: ilişki kuran özne, ilişki kurulan kaynak ya da nesne, ilişkisel şekil.
İlişki kuran özne yalnızca mülk sahibi kişi ya da grup olan A değil, A+C’dir. A+C, ulus devlet bünyesindeki bir insan topluluğu, kabile topluluğu, bir toplumsal hareket ya da tüm insanlık olabilir. A+C sabit değildir, birbirleriyle ve B ile etkileşimleri sürecinde kendilerini yeniden üretirler.
B, ilişki kurulan nesne, kaynak ya da kaynaklar kümesidir. B, fiziksel bir varlığa sahip olabilir ya da olmayabilir. Ama her zaman insanlar için bir anlam ve değer taşır.
İlişkisel şekil ise A+C’nin B’ye göre olan içsel ilişkilerini ifade eder. İlişkisel şekil, bu ilişkileri belirleyen protokoller ve normlardır. Mülkiyet ilişkilerinin analizinde
- Bireylerin ya da grupların birbirleriyle ve mülk konusu kaynakla (ya da nesneyle) ilişkisi
- Sahip olmanın biçimi ve sahip olunan kaynaktan nasıl fayda sağlandığı
- Bireylerin ve grupların davranışlarını belirleyen hak, görev ve ayrıcalık örüntüleri
dikkate alınmalıdır. Mülkiyet ilişkilerini tartışırken aşağıdaki üç sorunun sorulması gerekmektedir:
- Nasıl : Mülkiyet ilişkileri nasıl, hangi değerlere göre gerçekleşmektedir?
- Kim : Mülk konusu kaynak/nesne üzerinde karar verici kimdir?
- Ne : Mülk konusu nesne/kaynak ile ne yapılabilir?
Nasıl sorusunda öncelikle tartışılan mülkiyetin hangi değer ve normlar (özel çıkarlar, toplumsal çıkarlar, sınıfsal çıkarlar, grupsal çıkarlar vb.) ile meşrulaştırıldığıdır. Bu değer ve normlar, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmadığı gibi sabit değildir, tarihsel süreç içinde değişir.
Bir nesnenin/kaynağın kullanım hakkı ile onu kontrol hakkı aynı öznede olmak zorunda değildir. Bir park herkesin ziyaretine açık olabilir. Ama park içinde hangi düzenlemelerin yapılacağına karar verenler başkaları olabilir. Bu bağlamda, karar verenin kim olduğu önem kazanır. Karar verenin kararlarının meşru olabilmesi için kararları önceki paragrafta belirtilen değerlerle uyumlu olmalıdır.
Karar vericiler, mülkiyet nesnesi üzerindeki eylemin gerçekleşmesine yardımcı olur ya da onu kısıtlar, diğer insanların ne yapabileceğine karar verirler. Örneğin karar verici boş bir araziyi park haline getirebileceği gibi buraya AVM yapmak da isteyebilir.
Bir mülkiyet ilişkisini analiz ederken, “A, C’ye karşı B’ye sahiptir” formülünden yola çıkarak nasıl, kim, ne soruları ile mülkiyet ilişkisinin hangi norm ve değerlerle meşrulaştırıldığına, bu değerlere göre karar verenlerin kimliğine ve mülkiyet kapsamında yer alan eylemlerin neler olduğuna yanıt vermemiz gerekir.
Şimdi bu soyut ilişkiyi sırasıyla özel mülkiyette, kapitalist özel mülkiyette ve özgür yazılımda geçerli olan mülkiyette somutlayalım.
Özel Mülkiyet
Kullanım ve erişim hakları mülkiyet ilişkisinin temelidir. Mülk sahibi, bahçesindeki elma ağacındaki elmaların hepsini kendine ayırabilir, komşularıyla paylaşabilir ya da ağaçta kurumaya terk edebilir. Yukarıdaki şekildeki eşkenar dörtgen, mülk sahibinin sahip olduğu kaynak üzerinde karar verme hakkına da sahip olduğunu göstermek için kullanılmıştır. Karar ve kullanım hakkına aynı anda sahip olan mülk sahibi bazı komşularına istedikleri zaman bahçesindeki elmaları yiyebileceklerini söylerken de bahçesindeki ağacı keserken de mülk nesnesi üzerindeki karar verme hakkını kullanır. Nesneyi/kaynağı kullanırken ya da onun hakkında karar verirken, bunu kişisel çıkarlarına göre yapar. Kaynak üzerindeki karar hakkı, kişisel çıkarlar toplumca meşru görüldüğü için meşrudur.
İzinsiz girme kuralları, mülk sahibinin alanına izinsiz girişleri sınırlayan normlar ve yasal sınırlamalardır.
Kapitalist Özel Mülkiyet
Kapitalist özel mülkiyet, özel mülkiyetin hafifçe değiştirilmiş halidir. Burada mülk sahibi mülkü üzerinde karar verme hakkının yanında mülk nesnesi ve ondan elde ettikleri üzerinde değişim hakkına da sahiptir. Mülkün pazardaki değişim değeri mülk sahibine kaynaklarını bu yönde kullanma yönünde bir motivasyonda sağlar. Servet etkileri, yani mülk konusu nesne ya da kaynakların değişim sürecine girmesi, metalaşmanın, pazar için üretimin de temelini oluşturur.
Dolayısıyla, “Kullanım ve erişim hakkı”, “Karar hakkı” ve “Servet etkileri” bir bütün olarak, kişisel çıkarlarla hareket eden ve yine bu çıkarlar doğrultusunda meşru görülen kapitalist özel mülkiyeti oluşturur. Pedersen’in (2010) vurguladığı gibi bu ilişkisel yapıda herhangi bir değişiklik yaptığımızda büyük altüst oluşlar yaşanacaktır. Örneğin sadece gayrimenkulde, özel mülkiyeti ortadan kaldırmaksızın, servet etkilerini (değişim hakkı) yasakladığımızı düşünelim. Herkes kendi evinin sahibi olacak ama onu satamayacaktır. Ya da değişim hakkını kaldırmayalım, farklı kısıtlamalar getirelim: Her ailenin bir evi olacak, satın alınan bir beş yıl boyunca tekrar satılamayacak diye bir yasa çıksın.
Bir sonraki bölüme geçmeden önce isterseniz birkaç saniye yukarıda ufak değişikliklerin toplumsal ilişkilerde yaratacağı değişimi (altüst oluşu demek belki daha doğru) hayal edelim!
Özgür Yazılımda Mülkiyet
Özgür olmayan yazılımları tanımlarken, açık kaynak koda karşı özgür yazılımı savunanlar arasında bile, “kapalı kodlu yazılım” kavramını tercih edenler vardır. Ancak kaynak koduna erişim hakkı sınırlı bir haktır. Kaynak koduna erişim ve onu inceleme hakkımız olabilir. Ama bu yazılımı özgür yapmaz. Dolayısıyla her özgür yazılımın kaynak kodları açıktır ama kaynak kodu açık olan her yazılım özgür yazılım değildir. Bu nedenle, örneğin bir Microsoft yazılımını tanımlarken “kapalı kodlu yazılım” yerine “özel mülk yazılım” kavramının tercih edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Yazılımın değişim sürecindeki tüm özgünlüğüne rağmen yazılım, mülkiyet ilişkileri çerçevesinde değerlendirilebilir. Herhangi bir özel mülk yazılım, yukarıda belirtilen kapitalist özel mülkiyet ilişkisi ile örtüşmektedir. Yazılımın kullanım, erişim ve değişim hakları belirli bir şirkettedir. Şirket doğası gereği kendi çıkarını en fazlalaştırmak isteyecektir. Karar hakkı tamamen şirkete aittir. Şirket, bu yazılımın kullanım hakkını belirli şartlar altında başkalarına satıp bundan gelir elde edecektir. Kullanıcılara sattığı kullanım lisanslarında yazılımın kullanım alanını kısıtlayabilir. Ticari amaçlar için kullanıma izin vermeyip bunun için farklı bir lisansı şart koşabilir.
Ayrıca şirket, kullanım hakkı satışından vazgeçip başka şeylerden (örneğin kişisel bilgiler ve reklamlar) gelir elde etmek için yazılımını ücretsiz olarak dağıtabilir. Hatta maddi çıkarları doğrultusunda yazılımın kaynak kodlarını belirli bir kesimin incelemesi için açabilir. Ancak her iki durumda da yazılımdaki karar hakkı sadece şirkete aittir.
Yazılımda şirketin özel mülkiyetini ihlal girişimlerine karşı ise telif hakkı (copyright) kanunları devreye girer. Şirketin özel mülkiyeti ulusal ve uluslararası anlaşmalarla koruma altına alınır. Bu anlaşmalar, telif hakkının geçerlilik süresi, hangi durumlardaki şirketin özel mülküne erişimin suç kabul edilmeyeceği gibi kuralları içerir.
Özgür yazılım ise kaynakları açık, herkes görebildiği için değil, mülkiyet ilişkilerinin farklılığı nedeniyle özgürdür.
Özgür yazılımda temel değer özel mülk yazılımda olduğu gibi kişisel çıkarlar değil, dayanışmadır. Stallman anılarında 1971’de MIT Yapay Zeka Laboratuvarı’nda çalışmaya başladığı günleri anlatırken programcılar arasındaki dayanışmadan, o zamanlar henüz yazılım için özgür sıfatını kullanmasalar da yazılımı nasıl paylaştıklarından, arkadaşlarında görüp beğendikleri bir kodu nasıl keyiflerince incelediklerinden söz eder. Özel mülk yazılım lisanslarının ortaya çıkışı en başta bu değerlere bir saldırıdır. Stallman yeni yazılım lisanslarının insanlara paylaşım konusunda iki seçenek sunduğundan söz eder: ya yazılımı paylaşarak yasalar karşısında suçlu duruma düşeceksiniz ya da paylaşmayı reddederek arkadaşlık ilişkilerinize zarar vereceksiniz. Stallman, yazılımın paylaşıldığı eski günlere dönmek istemektedir.
Özgür yazılımda, yazılımın kullanım haklarını belirli bir grubun çıkarları doğrultusunda sınırlayabilecek herhangi bir kişi ya da kuruluş yoktur. Bu, telif haklarını (copyright) kullanıp onu copyleft ile olanaksız hale getirerek elde edilir. Geliştirilen herhangi bir yazılım yasalar gereği telif hakları ile korunur. Ama özgür yazılım, copyleft ile bu hakkı tersine çevirir. Yazılımı geliştiren şöyle der: “Telif hakları gereğince yazılımda karar hakkı benimdir. Yazılımın kendisini de kaynak kodunu da dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ama yazılımı kendi ihtiyaçlarınızın ötesinde satmak, pazarda değişime sokmak isterseniz benim kurallarıma uyacaksınız.”
Yazılımın kaynak kodunun sonraki yazılımlar için potansiyel bir üretim aracı olmasından yola çıkılarak değişime sınırlama getirilir:“Yazılımın kaynak kodlarını değiştirebilir, ona eklemeler yapıp geliştirebilirsin. Bu geliştirdiğin yazılımı başkalarıyla ücret karşılığı ya da ücretsiz paylaşabilirsin. Ama bir şartım var: Sana verdiğim hakları geliştirdiğin yazılımda başkalarına da vereceksin. ”
Özgür yazılım projelerindeki teknik kararlar ile mülkiyet hakkındaki kararlar tamamen farklı konulardır. Teknik kararlarda farklı mekanizmalar söz konusu olabilir, ama özgür yazılımda mülkiyet kararları copyleft doğrultusunda gerçekleşir. Teknik kararları beğenmeyen birinin aynı kaynak kodunu alıp farklı bir teknik kararla yeni proje başlatma hakkı vardır.
Böylece özgür yazılımlar kartopu gibi büyürken insanlar özgür yazılımı ihtiyaçları doğrultusunda kullanırlar, yetenekleri kadar katkıda bulunurlar. Özgür yazılım, özgür yazılımın dayanışma ve paylaşım değerlerine göre gelişir, bu değerlere paralel toplumsal ilişkiler yaratır. Bu ilişkilerin içinde yer alan topluluğun üyeleri bilinçlidir ve üretim aracına sahip olmanın (kendileri bu şekilde ifade etmese de…) öneminin farkındadır. Özgür yazılım topluluğunun bu sorumluluk ve bilinci Hardin’in trajedisinin yaşanmayacağının garantisidir.
Özgür yazılımların kuralları, telif hakları (copyright) üzerine kurulu olan GPL (Genel Kamu Lisansı) ile sağlanır. Telif hakları geçerli olduğu sürece GPL de geçerlidir, mahkemelerce tanınmıştır.
Bu bağlamda, İsveç Korsan Partisi ile Özgür Yazılım Vakfı arasındaki telif hakları tartışması ilginç ve de öğreticidir. İsveç Korsan Partisi, seçimlerde %7.1 oy olarak İsveç’i Avrupa Parlamentosu’nda 18 kişiyle temsil etme hakkı kazandıktan sonra telif haklarında bir reform önerir. Korsan partisinin önerisine göre telif haklı bir çalışma beş yıl sonra kamu malı haline gelecektir. Özgür yazılım hareketi bu öneriye karşı çıkar. Çünkü beş yıl sonra bir özgür yazılım kaynak kodlarıyla beraber telif hakkından muaf olduğunda özel mülk yazılım geliştiren firmalarca özgür yazılımcıların birikmiş emeğine el konulup, özel mülk haline getirilebilecektir. Fakat özgür yazılım hareketi, özel mülk yazılımlar kaynak koduyla beraber dağıtılmadığı için aynı fırsattan hiçbir zaman yararlanamayacaktır. Özel mülkiyetin kanunları, yazılımdaki kamusal mülkiyetin güvencesi haline gelmiştir. Özel mülk yazılım tamamen ortadan kalkmadığı sürece telif haklarındaki herhangi bir gevşeme özgür yazılıma zarar verebilir.
***
Özgür yazılımı, bir politika olarak değil de mülkiyet ilişkileri bağlamında tartışmanın özgür yazılıma nasıl bir etkisi olabilir? Özgür yazılım hareketi kendini nasıl ifade ederse etsin, özgür yazılımı ister politika isterse mülkiyet olarak görsün, son derece başarılı bir şekilde yazılımda üretim araçlarının kamusal mülkiyetini sağlamıştır. Özel mülkiyeti tartışmak, özellikle Amerikan kamuoyunda yanlış anlaşılmalara neden olabilir. Çünkü özgür yazılım ve özgür kültür yazınına baktığımızda bir yanda özel mülkiyetle ilişkili Amerikan özgürlük ideallerini diğer yanda hiç güzel şeyler çağrıştırmayan, mülkiyetin ve özgürlüklerin devletin kontrolünde olduğu komünizmi görürüz. Bunun aşılması özellikle Amerikalılar için pek kolay değildir. Fakat telif hakları ve patentler, sanal dünya için her zaman bir tehdit olacaktır. Bu tehdidin gücünü maddi dünyadaki kapitalist özel mülkiyet ilişkilerinden aldığını göz önünde bulunursak kapitalist özel mülkiyeti tartışmanın, kapitalist özel mülkiyetin hegemonyasını zayıflatacağı, özgür yazılıma daha rahat bir yaşam alanı sağlayacağı da söylenebilir.
Ama Pedersen’in (2010) belirttiği gibi asıl diğer toplumsal hareketlerin özgür yazılımdan öğreneceği çok şey var. Özgür yazılımın ötesinde, mülkiyet kavramının özgür yazılım bağlamında tartışılması kapitalist özel mülkiyetin tek mülkiyet biçimi olmadığını anlatabilmek, farklı girişimlere cesaret edebilmek açısından yararlı olabilir.
Kaynaklar
Barlow, J. P. (1994). The economy of ideas. Wired, 2(3), 84-88.
Benkler, Y. (2006). The wealth of networks: How social production transforms markets and freedom. Yale University Press.
Pedersen, J. (2010). Introduction: Property, Commoning and the Politics of Free Software. The Commoner, (14), 8-48.
İlk Yorumu Siz Yapın