Avrupa Yönetim Forumu, İsviçreli bir akademisyen olan Klaus Schwab tarafından 1971’de kuruldu. Forum, ilk başlarda sadece şirket yöneticilerinin katılımıyla gerçekleşirken 1974’te siyasi liderler de katılmaya başladı. 1987 yılında ise hem adını DEF (Dünya Ekonomik Forumu) olarak değiştirdi hem de uluslararası anlaşmazlıklara çözüm bulmayı hedefleyen bir platform olma vizyonuyla hareket etmeye başladı. Sonraki yıllarda DEF gerçekten de dünyanın çeşitli bölgelerindeki sorunların çözümü için uzlaşma platformu oldu. Savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Yunanistan DEF gözetiminde Davos Bildirgesi’ni imzaladılar. Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Nelson Mandela ile Güney Afrika Başkanı F.W. de Klerk ilk kez 1992’de DEF sayesinde bir araya geldi. 1994’te Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’la İsrail Başbakanı Shimon Peres’i bir araya getiren yine DEF’ti.
DEF denilince akla ilk gelen, her yıl ocak ayının son haftası İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan toplantılar oluyor. Bu toplantılara sadece davetli olanlar katılabiliyor ve katılımcılar Davos’a üye şirketlerin CEO’ları, seçkin politikacılar, STK temsilcileri ve akademisyenler, dini liderler ve medya temsilcilerinden oluşuyor. Böylece uluslarüstü sermaye, küresel kapitalizmin genel kurulu gibi çalışan Davos’ta, küresel iktidar blokunun değişik fraksiyonlarını bir araya getirme ve kendi programlarını, “kamu yararına girişimcilik” etiketiyle evrensel bir vizyon gibi sunma olanağına kavuşuyor.
Davos toplantılarının gündem başlıklarına bakıldığında dünyayı yeniden yapılandırma arzusu çok net görülebiliyor. Örneğin, gündem başlıklarında building (inşa etme), leadership (liderlik), create (yaratmak) ve shaping (şekillendirme) gibi sözcüklere çok sık rastlanıyor. 2007’den beri şekillendirme sözcüğü beş kez kullanılmış. Şirketleri, hükümetleri ve medyayı arkasına aldıktan sonra Davos’un gündeminin dünyanın gündemi olmasına şaşmamak gerekiyor.
“Endüstri 4.0” terimi ilk kez 2011’de Almanya Hannover Fuarı’nda kullanıldı. Fakat DEF’in 2016’daki Davos toplantısının temasının Dördüncü Sanayi Devrimi olmasından sonra küresel ölçekte bir tartışma başladı. Davos’un bu yılki temasının (Küreselleşme 4.0: Dördüncü Sanayi Devrimi Çağında Küresel Mimariyi Şekillendirmek) yine Dördüncü Sanayi Devrimi ile ilgili olması uluslarüstü sermayenin konuya verdiği önemi gösteriyor.
Dolayısıyla Dördüncü Sanayi Devrimi’ni konuşurken DEF’nin şekillendirmeye çalıştığı bir sürecinde içinde olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Ayrıca Kozanoğlu vd.’nin (2008) yazdığı gibi Davos’un 20 yıldır bizi küreselleşmenin iyi bir şey olduğuna inandırmaya çalıştığını, küreselleşmenin yararlarının risklerinden fazla olduğunu söylediğini ve söylettirdiğini de hatırlayalım. Küreselleşme politikalarında olduğu gibi DEF’in toplumu ve özellikle gelişmekte olan ülkeleri Dördüncü Sanayi Devrimi’ne ikna etmek için “Dördüncü Sanayi Devrimi’nin bu eksileri var; ama şu artıları da var. Artılar eksileri götürüyor.” demesini bekleyebiliriz. Nitekim Schwab’ın (2016) Dördüncü Sanayi Devrimi hakkındaki ilk kitabı daha çok bu tarzda bir çalışma. Ama Schwab ve Davis’in (2019) yazdığı, birçok akademisyenin ve iş adamının katkıda bulunduğu bu yılki Davos toplantısının temasıyla aynı ismi taşıyan kitabı okumanızı öneririm.
Çalkantılı bir değişim sürecinin içindeyiz. Birbirinden farklı ama aynı zamanda birbirini etkileyen iddialı teknolojiler bu süreci daha da karmaşıklaştırıyor. Kitapta teknolojinin tarafsız olmadığına, politikliğine ve içerdiği değerlere yapılan vurgunun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü birçok tartışmada teknolojinin bu özellikleri görmezden geliniyor. Kitabı önermemin birinci nedeni bu. İkincisi de gündemdeki teknolojiler, bu teknolojilerin potansiyelleri, riskleri ve etik sorunları hakkında verilen bilgiler verimli bir tartışma ortamı yaratabilir.
Bu yazıda, fazla yorum yapmadan Schwab ve Davis’in (2019) kitabındaki önemli başlıklara yer vereceğim. Dördüncü Sanayi Devrimi hakkındaki eleştirileri sonraki yazıda ele alacağım. Kozanoğlu vd’nin (2008) Davos hakkında yazdıklarını es geçmediğimi, sadece Dördüncü Sanayi Devrimi’ni daha sağlıklı tartışma olanağı sağlayacağını düşündüğüm için bu kitabı okumanızı önerdiğimi özellikle belirtmek isterim.
Önceki Sanayi Devrimleri
Dördüncü Sanayi Devrimi, son yıllarda gerçekleşen ve yeni kapılar açan dönüşümler dizisini tarif ediyor. Dördüncü Sanayi Devrimi derken tamamlanmış bir devrimden değil iradi müdahalelerin belirleyici olacağı bir süreçten söz ediyoruz. Bu iradi müdahalelerin neden gerekli olduğunu ve nasıl olabileceğini tartışmadan önce ilk üç sanayi devrimine bakmakta yarar var. Schwab ve Davis (2019), sanayi sözcüğünü sadece üretimle sınırlamak yerine “insan çabasından kaynaklanan tüm etkinlikleri” kapsayacak biçimde kullanmanın daha iyi bir çerçeve sunabileceğini düşünüyor. Nitekim önceki sanayi devrimleri yalnızca üretimi değil, toplumsal ilişkileri, insanın doğaya ve kendine bakışını da etkiledi.
İlk olarak 18. yüzyılın ortalarında, Britanya tekstil sektöründe iplik eğirme ve dokumadaki makineleşmeyle başlayan Birinci Sanayi Devrimi, 100 yıl içinde buhar makinesi, demiryolu, çelik üretimi gibi birçok yeni endüstri kolunun ortaya çıkmasını sağladı. Birçok sektörün işleyişini değiştirdi. Daha sonraki sanayi devrimlerinde olduğu gibi Birinci Sanayi Devrimi’nin de kazananları ve kaybedenleri vardı. Sömürgecilik yayıldı ve çevre zarar gördü. Schwab ve Davis (2019), bu olumsuzluklara dikkati çekmekle beraber Birinci Sanayi Devrimi’nin genel bir iyileşmeye neden olduğunu savunuyor.
1870-1930 yılları arasında yaşanan İkinci Sanayi Devrimi’nde ise kitlesel üretim, montaj hatları ve elektrik vardı. Bu devrimde başrolü elektrik ve içten yanmalı motor teknolojileri oynadı. Elektrik, ev aletleri, aydınlatma, radyo ve televizyon; içten yanmalı motor da otomobil ve uçak üretimi için gerekli koşulları yarattı. Dördüncü Sanayi Devrimi’nin sonuçlarının ne olacağını henüz bilmiyoruz ama İkinci Sanayi Devrimi’nin diğer iki sanayi devrimine göre insani gelişmeye daha fazla katkıda bulunduğu söylenebilir. Elektrik, su ve sağlıklama (sanitasyon), modern sağlık hizmetleri ve yapay gübrelemenin icadı insan yaşamını doğrudan etkileyen gelişmelerdi.
Üçüncü Sanayi Devrimi ise 1950’lerde başladı. Yarı iletkenler, ana bilgisayarlar (1960’lar), kişisel bilgisayarlar (1970’ler ve 1980’ler) ve internet (1990’lar) bu devrimin birbirini takip eden aşamalarıydı. Enformasyonun dijital bir şekilde depolanması, işlenmesi ve iletimi birçok sektörün işleyişini değiştirdi.
Schwab ve Davis’e (2019) göre önceki sanayi devrimleri bir gelişme ve zenginleşmeye neden olurken çevreye zarar verdi ve eşitsizliği artırdı, önümüzdeki sanayi devrimi bu sorunları çözebilir.
Dördüncü Sanayi Devrimi Nedir?
Dördüncü Sanayi Devrimi dijitalleşmenin üzerinde yükseldi. Dördüncü Sanayi Devrimi denilince ilk akla gelen teknolojiler nesnelerin interneti, yapay zekâ, robotbilim ve blokzinciri gibi bilişim teknolojileri olmasına karşın aslında farklı kollardan gelişen, kesişen ve etkileşime girerek birbirini güçlendiren çok sayıda teknoloji var. Schwab ve Davis (2019), bu teknolojileri dört gruba ayırıyor. Birinci grupta, dijital teknolojileri genişleten teknolojiler yer alıyor. Bu grupta yer alan blokzinciri ve dağıtık hesap defterleri, nesnelerin interneti ve kuantum bilgi işlem bilgi depolama, işleme ve iletme alanında yenilikçi çözümler geliştiriyorlar. İkinci grup, fiziksel dünyayı yeniden düzenleyen yapay zekâ ve robot bilim, ileri malzemeler, eklemeli imalat ve 3B (üç boyutlu) yazıcılar gibi teknolojilerden oluşuyor. Bu teknolojiler endüstriyel üretimi, ulaşım altyapısını ve ticari ilişkileri yeniden düzenleme potansiyeline sahip. Üçüncü grupta yer alan teknolojilerin hedefinde insan var. Biyoteknolojiler, nöroteknolojiler, sanal ve artırılmış gerçeklik insanların birbirleriyle ve dünyayla etkileşimini değiştirecek. Etik sorunlar en çok bu grupta yer alan teknolojiler üzerinde yoğunlaşıyor. Dördüncü grupta, enerji, jeomühendislik ve uzay teknolojileri alanında yapılan çalışmalar var. Özellikle jeomühendislik çok iddialı bir alan ve önemli riskler içeriyor.
Bu teknolojiler, farklı disiplinler tarafından geliştirilmelerine rağmen ortak özelliklere de sahipler. Birincisi, Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojileri, diğer sanayi devrimlerinde olduğu gibi kendinden önceki devrimin hazırladığı koşullarda gelişiyor. Üçüncü Sanayi Devrimi’nin, İkinci Sanayi Devrimi’nin elektrik şebekelerine gerek duyması gibi Dördüncü Sanayi Devrimi de öncelinin enformasyon depolama, işleme ve iletim kabiliyetlerine dayanıyor. Ancak süreklilik kadar bir kopuş da var. Bu nedenle, Schwab ve Davis (2019), elektrik şebekelerine dayanan internetin olanaklarının İkinci Sanayi Devrimi’ne saplanıp kalmış bir düşünce yapısıyla analiz edilemeyeceği gibi Dördüncü Sanayi Devrimi için de mevcut dijital olanakların ötesine geçmemiz gerektiğini savunuyor. İster istemez akla üçüncü devrimi tamamlamadan, dijital altyapıyı güçlendirip genişletmeden Dördüncü Sanayi Devrimi’ne geçilip geçilemeyeceği sorusu akla geliyor. Böyle vaatleri sık duysak da Schwab ve Davis (2019) buna kuşkuyla yaklaşıyor. Ayrıca eğitim ve argeye ayrılan fon dikkate alındığında gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında büyük bir uçurum var. Buna karşı harekete geçilmezse Dördüncü Sanayi Devrimi bu uçurumu daha da derinleştirecek. Hâlâ “ucuz, hızlı, kotasız, sansürsüz internet”in (https://www.bmo.org.tr/2019/03/04/basin-aciklamasiucuz-hizli-kotasiz-sansursuz-internet/) olmadığı bir ülkede Dördüncü Sanayi Devrimi’nden konuşmak trajikomik bir hal alıyor.
İkincisi, geliştirilmekte olan teknolojiler sadece dijital değil ve fiziksel dünyayı dönüştürme gücüne sahipler. 3. Sanayi Devrimi’nde, özellikle internetin yaygınlaşması sonrasında, en çok tartışılan konulardan biri fiziksel ürünlerin dijitalleşmesiydi. Yıllarca kitap ve kaset gibi fiziksel nesnelerin 1’ler ve 0’larla kodlanması ve kolayca paylaşılabilmesiyle meydana gelen değişimi konuştuk. Schwab ve Davis (2019), Dördüncü Sanayi Devrimi’yle beraber tersine bir süreç yaşandığını vurguluyor. Dijital etkinliklerden elde edilen veri, farklı fiziksel nesne, eylem ya da hizmetlerin yaratılmasında kullanılıyor. 3B (Üç Boyutlu) yazıcılardan motor parçaları yapılabiliyor. Nesnelerin interneti, insanların ev aletleriyle olan ilişkisini farklılaştırıyor. İktisatçılar yıllarca bilgisayarların verimliliğe bir katkısının olup olmadığını tartıştılar. Dördüncü Sanayi Devrimi, sunduğu olanaklar ve yarattığı sorunlarla yalnız ekonomiye değil gündelik hayata da fazlasıyla dokunacak. Bu bağlamda, insan gelişimine katkıda bulunmada İkinci Sanayi Devrimi’nden daha büyük bir potansiyele sahip olduğu söylenebilir.
Üçüncüsü, bu teknolojilerin en büyük gücü bir araya geldiklerinde yeni fırsatlar yaratmaları ve birbirlerinin gücünü daha da artırmaları. Buhar gücünün demiryollarını etkilemesi gibi bir teknolojinin başka teknolojileri etkilemesinin tarihte çeşitli örnekleri var. Fakat Dördüncü Sanayi Devrimi’nde teknolojiler arasındaki etkileşim daha yoğun ve doğurgan. Bir yandan yapay zekâ yeni malzemelerin keşfedilmesini hızlandırırken diğer yandan yeni malzemeler daha güçlü bilgisayarların yapılabilmesini sağlıyor.
Dördüncüsü, teknolojilerin benzer yararlar ve zorluklar yaratmaları. Dördüncü Sanayi Devrimi hakkındaki yazı ve konuşmalar incelendiğinde bunların daha çok tüketici odaklı olduğu görülüyor. Hayatı kolaylaştırıyorlar, maliyetleri düşürüp tüketici seçeneklerini ve kaliteyi artırıyorlar. Fakat bu teknolojiler eşitsizliği ve işsizliği artırma potansiyeline de sahip. Sağlık, güvenlik ve mahremiyet alanında çeşitli tehditler var.
Dördüncü Sanayi Devrimini Bekleyen Zorluklar
Dördüncü Sanayi Devrimi hakkında yazılanlar ve yapılan etkinlikler çoğunlukla bir teknoloji güzellemesi oluyor. Oysa övgüyle söz edilen teknolojilerde atlanmaması gereken ciddi riskler var. Schwab ve Davis (2019), gelecekte karşılaşabileceğimiz sorunları tartışırken, birçok Dördüncü Sanayi Devrimi misyonerinin yaptığının aksine, siyasal ve toplumsal bağlamı ihmal etmiyor:
Dördüncü Sanayi Devrimi, eşitsizliğin, toplumsal gerilimlerin, ve siyasi bölünmüşlüğün arttığı bir zamanda ve kırılgan toplumların ekonomik belirsizliğe ve doğal felaketlerden kaynaklanan tehditlere gittikçe daha fazla maruz kaldığı bir ortamda dünya için yeni meydan okumalar ve kaygılar yaratan şekillerde gelişiyor ve yükseliyor. (s. 30)
Bu bağlamda, üç büyük zorlukla karşı karşıya olduğumuzu vurguluyorlar.
Birinci zorluk, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin kazanımlarının adil bir şekilde dağıtılması. Önceki sanayi devrimlerinin bunda başarısız olduğunu biliyoruz. Özellikle ülkelerin kendi içlerindeki eşitsizlik artıyor. Schwab ve Davis (2019), insanların sistemlerden yararlarlanamamasını, sistemlere erişmenin ekonomik veya elverişli olmamasına, açık veya gizli bir şekilde taraflı olmasına ve kârları belirli yerlerde yoğunlaştırmaya çalışan kurumların operasyonlarına bağlıyor. Bu nedenle, çoğu zaman ihmal edilen üç alana özen gösterilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Birinci alan, hala önceki sanayi devrimleriyle boğuşan gelişmekte olan ülkelerin güçlendirilmesi. İkinci alan, önceki sanayi devrimlerinin de yükünü taşıyan çevre. Üçüncü alan ise dünyanın her yerinde, yüksek bir gelire veya siyasal güce sahip olmayan, dışlanan veya görmezden gelinen kesimler.
İkinci zorluk, dışsallıkların (bir ekonomik birimin faaliyetinden diğer birimlerin olumlu ya da olumsuz etkilemesi) yönetimi. Önceki sanayi devrimleri, dışsallıkların yönetiminde başarısız oldular. Doğal çevre, kırılgan toplumlar ve gelecek kuşaklar, değişimin istenmeyen sonuçlarına, teknolojilerin ikinci derece etkilerine ve yeni olanakların kötüye kullanılmasına karşı yeterince korunamadılar. Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojilerinin uzun vadeli etkileri hakkında büyük bir belirsizlik ve risk söz konusu. DEF’nin 2017 Küresel Riskler Raporu‘nda yapay zekâ, biyoteknoloji, jeomühendislik ve nesnelerin internetini kaygı verici teknolojiler olarak değerlendiriliyor. 2018’de yayımlanan Küresel Riskler Raporu da siber varlıklara yönelik siber tehditler üzerinde duruyor.
Üçüncü zorluk, Dördüncü Sanayi Devrimi’ni insan merkezli yapabilmek. Teknolojinin insanları denetlemek ve kontrol altına almak yerine güçlendirmesini ve özgürleştirmesini sağlayabilmek.
Kitap boyunca Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojileri, sundukları olanaklar ve yukarıdaki üç zorluk çerçevesinde tartışılıyor. Bu teknolojilere geçmeden önce, Schwab ve Davis’in (2019) teknolojiye yaklaşımına bakmakta yarar var.
Teknoloji Politiktir ve Tarafsız Değildir
Schwab ve Davis (2019), iki yanıltıcı bakış açısına itiraz ediyorlar. Bu bakış açılarından ilki, teknolojinin geleceği belirlediği. Bu bakış açısına göre teknoloji dışsal, değiştirilemez ve durdurulamaz bir güç olarak görülür. Bir diğer deyişle teknoloji toplumun kontrolünün dışında ve üzerindedir. Teknolojinin değerler bakımından tarafsız olduğunu savunan ikinci bakış açısı daha yaygındır. Bu bakış açısı, teknolojiyi hem iyi hem de kötü şeyler için kullanılabilecek bir araç olarak görür; sorumluluğu teknolojiyi geliştirenler ve dağıtanlardan çok tüketicilere yükler.
Schwab ve Davis (2019), her iki bakış açısını teknoloji ve toplumun barındırdıkları değerler ve politika aracılığıyla karşılıklı olarak birbirlerini şekillendirdiğini görememeleri nedeniyle eleştiriyor. Bunun yerine insan merkezli bir bakış açısı öneriyorlar. Bu bakış açısına göre tüm teknolojiler politiktir. Teknolojinin politikliği, teknolojinin hükümetleri ya da partileri temsil ettiği anlamına gelmez. Politiklik, “teknolojilerin, sosyal süreçlerle geliştirilen, insanlar ve kurumların yerine ve onlar için çalışan ve toplum içindeki güç, yapı ve statüyü etkileyebilecek (ve gerçekten de etkileyen) bütün varsayımları, değerleri ve ilkeleri içeren çözümler, ürünler ve uygulamalar olduğunu” (age, s. 55) ifade eder.
Teknolojinin politikliği ve değerlere bağlı yaklaşım benimsendiğinde sorumlu ve duyarlı bir teknoloji yönetiminin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Yeni teknolojilerden kaynaklı sorunlara karşı çoğunlukla tepkisel yaklaşılır. İnsanlar yalan haberler, mahremiyet ihlalleri ve algoritmalara dayalı düzenlemeler gibi sorunlara karşı kendilerini savunmanın yollarını ararlar. Değerlere dayalı yaklaşım ise bekleyip görmeyi değil teknolojik değişimden beklentilerimiz üzerine düşünmeyi ve bunun için eyleme geçmeyi gerektirir. Böylece teknoloji geliştirilirken teknolojinin hangi alanlarda kullanılacağı ve kimlere yarar sağlayacağı hakkında yönlendirici olunabilir. Teknolojinin içerdiği değerler hakkındaki farkındalık teknoloji tasarımına belirli değerlerin eklenebilmesi için stratejiler geliştirmeye, değişimi şekillendirmeye yardımcı olabilir.
Schwab ve Davis (2019), liderlerin (tasarımcılar, girişimciler, politika belirleyiciler ve toplumu etkileme gücü olan kişiler) dokuz bükülme noktasından yararlanarak teknolojinin değerleri dikkate alan bir bağlamda tartışılmasını teşvik edebileceğini ve harekete geçilmesini sağlayabileceğini savunuyor:
1. Eğitim programları: Teknolojiyi geliştiren insanların sorumluluklarını öğrenmeye ihtiyaçları var. Son yıllarda mühendislik eğitiminde ve MBA programlarında etiğe yer verilmesi olumlu bir gelişmedir. Bu noktada eğitimciler, değerlerin teknoloji, toplum ve ekonomik sistemle ilişkisi üzerinde durabilir; öğrencilerin iş hayatında teknolojiyi daha geniş bir bakış açısıyla düşünebilmelerini sağlayabilir.
2.Fon bulma ve yatırım: Bu noktada bağımsız fon sağlayıcılar dikkatleri sosyal etkilere yoğunlaştırabilir ve yatırımlarda değerleri öne çıkararak girişimcileri yönlendirebilir.
3.Kurumsal kültür: Kurum liderleri, şirket kültürünün oluşumunda önemli bir konuma sahiptir. Bu konumlarını sosyal sorumluluk sahibi kurumlar yaratmak ve çalışanları etkilemek için kullanabilirler.
4.Karar verme ve öncelik belirleme: Projelerin karar süreçlerindeki etkililik, ölçeklenebilirlik, kâr vb konulardaki varsayım ve etkenleri, bunlar arkasındaki değerleri sorgulamak alınan kararların insanları nasıl etkileyebileceği hakkında bir fikir sahibi olunmasını sağlar. Böylece geliştirilecek ürünün toplumunun çıkarlarıyla ne kadar uyumlu olacağı ön görülebilir.
5. İşyerlerindeki süreç, prosedür ve protokoller: Bunlar ayrıntılı olarak incelenerek değer ve önyargıların ürünlere nasıl kodlandığı hakkında ipuçları elde edilebilir.
6.Ekonomik özendiriciler: Ekonomik sistemler, bazı toplumsal değerleri ve hedefleri özendirirler. Bu özendiriciler, robotik protezciliğinde olduğu gibi toplum için yararlı ama yatırımın geri dönüşünün yavaş olduğu alanlardaki gelişmeleri engelleyebilir. Bu tip durumlara karşı toplumun teknolojiden gerçek beklentileri daha görünür yapılabilir.
7.Ürün tasarımı: Tasarımın her alanı değerlerle bağlantılıdır. Tasarım sürecinde söz sahibi olan mühendisler, mucitler, tasarımcılar, yöneticiler vb ürünün ortaya çıkardığı sonuçların toplumsal değerlerle uyumluluğunu sorgulayabilir.
8. Teknik Mimari: İnternet, askeri altyapılar, ulaşım altyapısı gibi başka teknolojilerin kullanılmasına olanak sağlayan büyük ölçekli altyapılar içerdikleri değerlerle veri akışını ve erişimi etkiler. Bu tip mimarilerin oluşturulmasında alınan kararların topluma etkisini göz önünde bulundurmak politika belirleyicilerin ve sektör liderlerinin daha dikkatli hareket etmesini sağlayabilir.
9. Toplumsal Direnç: Schwab ve Davis (2019) çoğu zaman ilk sekiz bükülme noktasından yeterince yararlanılamadığını, toplumsal direncin, özellikle geliştirilen ürünler toplumsal önceliklerle çatıştığında ortaya çıktığını yazıyor. Bu noktada, toplumun değerleri ile geliştirme sürecinde teknolojinin bir parçası olan değerleri incelemek gerekir. Duyarlı ve sorumlu bir yönetim, teknolojilerin yalnız onu geliştiren kişi ve kuruluşların değerlerini değil, toplumun değerlerini de içerecek biçimde geliştirilmesini sağlayabilir. Son yıllardaki mahremiyet ihlallerinden sonra belirli değerleri tasarım aşamasında teknolojiye yerleştirmeye zorlayan GDPR (Genel Veri Koruma Tüzüğü) toplumsal dirence güzel bir örnektir.
Değerler konusunun Schwab ve Davis’in (2019) kitabının en önemli ama aynı zamanda en sorunlu kısmı olduğunu düşünüyorum. Ortak değerler nasıl belirlenecek? Schwab ve Davis (2019) iyimserler; farklı kültürel değerlerin yaratacağı anlaşmazlıklara rağmen olumlu, birleştirici değerler üzerinde görüş birliğine varılabileceğini iddia ediyorlar. Ancak siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduran %1’le bundan yoksun %99’un bazı değerlerde ortaklaşması ne kadar olanaklı?
Bu soruyu, sonraki yazıya bırakarak Dördüncü Sanayi Devrimi’nin başlıca teknolojilerine bakalım.
Dijital Teknolojileri Genişletenler: Yeni Bilişim Teknolojileri, Blokzinciri ve Nesnelerin İnterneti
Üçüncü Sanayi Devrimi’nin temelinde bilişim teknolojileri vardı. 1948’de icat edilen transistörler, daha sonraki yıllarda hem hızla küçüldü hem de ucuzladı. Moore Yasası’na göre inç kare başına düşen transistör sayısı yaklaşık her 18 ayda ya da iki yılda bir iki katına çıkıyordu. Transistörlerdeki ucuzlama ve küçülme, bilgisayarların hem yaygın kullanımlarını hem de hayatın daha çok içinde olmalarını sağladı.
Ancak Moore Yasası, fiziksel sınırlarına gelmiş durumda ve transistördeki küçülmenin devam etmesi zor gibi görünüyor. Ayrıca Dördüncü Sanayi Devrimi yeni ihtiyaçlar doğuruyor: Aygıt ve verilerin yaygınlaşmasından kaynaklı talepleri karşılayabilecek hızlı ve gecikme süresi düşük teknolojilere ihtiyaç var. Bunun için dijital bilgisayarların potansiyellerini zorlayarak, sadece belirli bir işi yapmaya yönelik işlemciler geliştirmek bir seçenek. Bir başka seçenek, kuantum bilgisayarlar ise dijital bilgisayar teknolojisini aşan, daha devrimci bir seçenek. Kuantum bilgisayarlar, klasik bilgisayarların kullandığı bitler (1’ler ve 0’lar) temelinde tasarlanan transistörler yerine kubitleri (kuantum bitleri) kullanıyor ve kuantum mekaniğinin yasalarından yararlanıyor. Kuantum bilgisayarlar, olasılığa dayanan algoritmaları ile bazı matematiksel problemlere dijital bilgisayarlardan daha hızlı yanıt üretebilir. Büyük sayıların asal çarpanlarını bulmak ve çok değişkenli optimizasyon problemlerini çözmek için kullanılabilir.
Kuantum bilgisayarlar kuramsal olarak 30 yıldır var olmalarına karşın uygulamadaki zorluklar nedeniyle kullanım alanları sınırlı. Fakat kuantum bilgisayarlar fiziksel zorlukları aştıklarında internette kullanılan şifreleme algoritmalarını kolayca kırabileceğinden güvenlik önlemlerimizi yeniden düşünmemiz gerekecek. Kuantum bilgisayarlardaki hızlı ilerlemeye karşın Schwab ve Davis(2019), kuantum bilgisayarların klasik bilgisayarların yerini almayacağını, tüm potansiyeline karşın özelleştirilmiş ve yüksek maliyetli bir bilişim alanı olacağını, zorlukların aşılması durumunda 5. Sanayi Devrimi’ne sıçramamıza yardımcı olacağını belirtiyorlar.
Fakat bilişim teknolojilerindeki küçülmenin şu an geldiği aşama bile eşsiz fırsatlar içeriyor. Bilgisayarlar hayatın her alanına yayılıyor. Giyilebilir teknolojilerden sonra vücudun içine yerleştirilebilecek mikroçipler sayesinde hastalıkların tespiti ve kişiye özel tedavi alanlarında önemli ilerlemeler kaydedilebilir.
Schwab ve Davis’in (2019) bilişim teknolojileri kapsamında tartıştığı diğer konular blokzinciri teknolojisi ve nesnelerin interneti. Blokzinciri teknolojisi, merkezsizleştirici gücü sayesinde dezavantajlı olan gruplara yardımcı olabilir ama şu anda yasal belirsizlikler, standartların olmaması, uyuşmazlıkların çözümü gibi zorluklarla karşı karşıya.
“Veri toplayan ve bu verileri ihtiyaca göre işleyen ve dönüştüren bir dizi akıllı ve bağlantılı algılayıcılardan oluşan” (s. 138) nesnelerin interneti, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin temel altyapı öğesi olarak görülüyor. Nesnelerin interneti,
- eylemleri algılayan, ileten ve kimi zaman eyleme geçen aygıtlara
- aygıtları birbirine bağlayan iletişi altyapısına
- verileri toplayan ve dağıtan bir veri sistemine
- bu verileri işleyerek hizmet paketleri sunan uygulamalara
gerek duyuyor ve
- veri analiziyle aygıtları ve insanları daha iyi anlama
- etkinlik ve verimliliği artırma,
- akıllı etkileşimli nesneler yaratma
olanağı sağlıyor.
Nesnenlerin interneti, bu olanakların yanında önemli riskler de içeriyor. Nesnelerin interneti, yapay zekâ ve robotbilimle birlikte bedensel işgücünün istihdamını azaltarak istihdam sorununa neden olabilir. Gündelik hayatın içine bu kadar dahil olan nesneler, siber saldırılan hedefi olduğunda ya da başka hedeflere yapılan siber saldırılar için kullanıldıklarında gündelik hayatı felç edebilirler. Bu alanda da henüz standartların olmayışı farklı üreticilerin cihazları arasında bir birlikte çalışabilirlik sorunu yaratacaktır. En önemlisi de verinin üretilmesi, kaydedilmesi, işlenmesi, dağıtılması, paylaşımı ve kullanımı ile ilgili sorunlardır.
Ayrıca dijitalleşmeye bağımlılığın, toplumu enerji kesintilerine karşı daha hassas hale getirdiğini, enerji tüketimi ve çevreye verilen zararın artacağını da unutmayalım.
Fiziksel Dünyayı Yeniden Düzenleyenler:
Yapay Zekâ ve Robotbilim, İleri Malzemeler ve 3B Yazıcılar
Dördüncü Sanayi Devrimi, önceki sanayi devriminde olduğu gibi gerçek dünyadaki ilişkileri dijitalleştirmekle kalmıyor fiziksel dünyayı da yeniden düzenliyor. Schwab ve Davis (2019) bu başlık altında yapay zekâ ve robotbilim, ileri malzemeler, eklemeli imalatı ve 3B yazıcıları ele alıyor.
Henüz yapay genel zekâ olmasa da iyi tanımlanmış belirli uygulamaları yerine getirebilen yapay zekâ uygulamaları var. Şu anda internette en uygun kişiye en uygun reklamı göstermek, siber güvenliği desteklemek, belirli hastalıkları teşhis etmek gibi uygulamaları olan yapay zekâ, tıp, hukuk, gazetecilik, muhasebe gibi bilgiye dayalı mesleklere destek olarak bu meslekleri dönüştürecek. Robotların dünyayı ele geçirmesi henüz gündemde olmayan bir risk. Ama yapay zekâ ve robotların yaratacağı istihdam sorunu kritik bir tartışma konusu. Schwab ve Davis’in (2019) bunun hakkındaki düşünceleri çelişkili.
Bir yandan robotların işçilerin yerini aldığı örneklerden söz ediyorlar. Örneğin çok yakında araçların yalnızca sürücülerini kaybetmekle kalmayacağını robotların en büyük alıcısının otomotiv sektörü olduğu gerçeğinden yola çıkarak araçların kendilerinin de robotlar tarafından yapılacağı tahmininde bulunuyorlar. Elektronik sektörü üreticilerinden Foxconn’un iki yılda 60000 çalışanını robotlarla değiştirdiğini, işgücü maliyeti avantajı ortadan kalktığında gelişmekte olan ülkelerdeki üretimin gelişmiş ülkelere geri döneceğini yazıyorlar.
Ama diğer yandan iyimserce düşünerek, yapay zekâ ve robotlar nedeniyle bazı meslekler ortadan kalkarken yerlerini yeni mesleklere bırakabileceğini öne sürüyorlar. Yapay zekâ ve robotbilimin sevkiyat şoförlüğü ve kasiyerlik gibi mesleklerde insanların yerini alabileceğini ama çoğu alanda görevleri sadece dönüştüreceğini belirtiyorlar. Hatta AlphaBeta’nın bir analizine atıfta bulunarak yapay zekâ ve robotbilimin en büyük etkisinin tekrara dayalı ya da teknik görevlerin otomasyona geçirilmesi olacağını, böylece insanların daha kişiler arası ve yaratıcı çalışmalara zaman ayırabileceğini iddia ediyorlar.
Dördüncü Sanayi Devrimi’nde ortaya çıkan ileri malzemeler ise enerji, üretim, iletim, depolama, su filtreleme ve tüketici elektroniği gibi çeşitli alanlarda kullanılacak ve maddi dünyayı farklılaştıracak. Schwab ve Davis (2019), ideal bir durumda imalatçıların yol açtıkları çevresel etkilerin sorumluluğunu almaları gerektiğini ama tüketici etmenleri ve hükümet düzenlemeleri olmadan bunu başarmanın zor olduğunu ekliyor. Ulusal düzenlemeler de yetmeyebilir; uluslararası rekabette öne geçmek isteyen bazı ülkelerin riskli faaliyetlere göz yumması önemli bir risk olduğundan uluslararası bir işbirliği gerekiyor.
3B ve eklemeli imalat, malzeme eksilterek ya da malzemenin şekli değiştirilerek yapılan geleneksel imalattan farklı olarak fiziksel ürünleri, malzeme katmanlarına yaptığı sürekli eklemelerle elde ediyor. 3B baskı,
- çok küçük hacimlerde üretim yapmaya
- hızlı prototip üretimine
- üretimde merkezsizleşme ve dağıtıma
olanak veriyor.
3B baskının üretim, deniz taşımacılığı, lojistik, nakliyat, altyapı, inşaat, uzay, havacılık gibi alanlarda etkili olması bekleniyor. Schwab ve Davis (2019) şu anda diş hekimliği uygulamalarında, kulak içi işitme cihazlarında ve ortopedik implantlarda kullanılan 3B baskının gelecekte sağlık sektöründe bir devrim yaratabileceğini ve tıbbi ürünlerin evde basıldığını görebileceğimizi, gelecekte organların tamamını basılabileceğini yazıyor. Fakat bu ihtimalin, gelecekte sadece varlıklı bir azınlık için geçerli olması durumunda eşitsizliğin artacağını, etik ve toplumsal sorunlara neden olacağını da vurguluyorlar.
Ancak 3B ve eklemeli imalat konusunda daha yakın bir sorun, yapay zekâ ve robotbilimde olduğu gibi üretimin gelişmiş ülkelere geri dönerek gelişmekte olan ülkeleri istihdam sorunlarıyla baş başa bırakması sonrasında ortaya çıkacak.
İnsanı Değiştirenler:
Biyoteknolojiler, Nöroteknolojiler ve Artırılmış Gerçeklikler
Biyoteknolojilerin Dördüncü Sanayi Devrimi’nin diğer teknolojilerinden üç önemli farkı var. Birincisi, daha fazla duygusal tepkiye neden olmaları. Biyolojik sistemleri değiştiren ve DNA’yla oynayan uygulamalar toplumda rahatsızlık yaratıyor. Genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri ve kök hücre araştırmaları farklı kültürlerde farklı tepkilerle karşılaşıyor, ama çoğu zaman bir endişeye neden oluyor. İkincisi canlı organizmalar üzerine çalışan biyoteknolojilerin öngörülebilirliği, dijital teknolojilerle karşılaştırıldığında çok daha az. Bir organizmanın herhangi bir özelliğinde yapılacak bir değişiklik beklenmedik sonuçlara neden olabilir. Üçüncüsü, biyoteknoloji çalışmaları daha sermaye yoğun. Yatırımın geri dönüşü uzun olabiliyor bazen de tatmin edici bir sonuca ulaşılamıyor.
Dezavantajlarına rağmen biyoteknolojilerin tıp, tarım ve ve biyomalzeme üretiminde köklü değişiklikler yapması bekleniyor. Tıpta en büyük değişiklik, kişiye özel tedavilerde olacak. Büyük veri ve yapay öğrenmenin yardımıyla hastaların olası tedavilere nasıl tepki verebileceklerini öngörmek kolaylaşacak. Tarımda, küresel gıda talebini karşılayabilmek için biyoteknolojiden yararlanabilinecek. Biyomalzemeler alanında yapılan çalışmalarda ise yaşlılıktan kaynaklı sorunlara karşı çözümler aranıyor. Örneğin, yakın bir gelecekte biyoteknolojideki gelişmeler sayesinde deforme olmuş kemikleri laboratuvarda üretilmiş kemiklerle değiştirme olanağına kavuşabiliriz.
Biyoteknolojide, bilimsel özgürlük, insan hakları, kültürel normlara saygı, eşitlik ve adalet gibi konuları dikkate alan etik bir çerçevenin oluşturulması gerekiyor.
Nöroteknolojiler, insan beynini hem daha iyi anlama hem de beynin çalışmasına müdahale etme olanağı sağlıyor. Diğer Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojilerinde olduğu gibi nöroteknolojilerin hızlı ilerleyişinin arkasında da bilişim teknolojileri var: Bilişim gücündeki hızlı artış, daha ucuz ve gelişmiş algılayıcılar ve yapay öğrenme. Nöroteknolojilerin beynin nasıl çalıştığı hakkında sağladığı bilgi hem onu taklit eden hem de onunla etkileşime giren çalışma alanlarının gelişmesini sağlayacak. Beyin-bilgisayar arayüzü geliştiren bir şirkete yatırım yapan Elon Musk’a göre “biyolojik zeka ile dijital zeka yakında birleşecek.”
Bu değişim sürecinde insanın benlik algısının, diğer insanlarla ve doğayla ilişkisinin değişip dönüşmesi kaçınılmaz gibi. Fakat biyoteknolojiler gibi nöroteknolojilerin potansiyeli de insanları endişelendiriyor. İnsanın beynini etkileme ve takip edebilme becerisindeki artış Facebook – Cambridge Analytica skandalından daha büyük ve tehlikeli sorunlarla karşı karşıya kalabileceğimiz anlamına geliyor.
Sanal gerçeklik (Virtual Reality), artırılmış gerçeklik (Augmented Reality) ve karma gerçeklik (Mixed Reality) de benzer sorunlara neden olabilir. Bu teknolojiler insanların kendilerini sanal ortamlara yerleştirdikleri ya da sanal ögeleri gerçek hayata yerleştirdikleri görsel-işitsel teknolojiler. 50 yıldır bilinmesine rağmen bilişim teknolojilerin geldiği seviye sayesinde ancak günümüzde yaygınlaşmaya başladılar. Ayrıca görsel ve işitsel duyuların yanında başka duyuları harekete geçiren ögeler de eklendi. Schwab ve Davis (2019), beyinlerimizi “kortikal modemlere, implantlara ve nanorobotlara bağlamanın” henüz uzak bir olasılık olduğunu ama beyin-insan arayüzlerinin gerçekleşmesinin daha yakın olduğunu öne sürüyor. Hatta bu sanal gerçeklik ve türevi teknolojilerin harici aygıtlardan gömülü aygıtlara dönüşmesi de bekleniyor.
Artırılmış gerçeklik teknolojileri insanın farklı dünyalar ve ortamlar deneyimlemesine yardımcı olabilir. Ama bir afyona da dönüşebilir. İnsanın gerçeklerle mücadele etmek yerine onlardan kaçmasına yardımcı olması ve onu kuşatılmış bir dünyada yalnızlaştırması olasılığı var. Bunun yanında, insanı değiştiren diğer teknolojilerde olduğu gibi mahremiyet ihlalleri endişe verici. Sanal gerçeklik cihazlarıyla kullanıcıların her hareketinin gözlemlenebilmesi, hangi durumlarda hangi tepkileri verdiklerinin bilinebilmesi ve bu bilginin davranışları etkilemek için kullanılabilmesini sağlayacak.
Çevreyi Bütünleştirenler:
Enerji, Jeomühendislik ve Uzay Teknolojileri
Bilişim teknolojilerini kullanım alanları genişledikçe enerji ihtiyacı da artıyor. Fosil yakıtlar yerine yeni enerji kaynakları aranıyor. Dalga enerjisinden nükleer füzyona kadar çeşitli enerji kaynakları üzerinde duruluyor. Yeni kaynakların yanında enerji depolama olanaklarını artırmak için araştırmalar var. Fosil yakıtların yerini temiz enerji kaynaklarına bırakması dünyamız için iyi olacak. Ama petrole talebin azalmasının petrol üreticisi ülkelerde ekonomik ve toplumsal krizlere neden olabileceğini de hesaba katmak lazım. Ayrıca Schwab ve Davis (2019), kısa vadeli hedefler nedeniyle şirketlerin temiz enerjiye geçmekte isteksiz davranacağını, bu nedenle hükümet desteğinin gerekli olduğuna dikkati çekiyorlar.
Jeomühendislik ise yeryüzünün biyosferini kontrol edilebilme iddiasında. Aşağıdaki öneriler karşı karşıya olduğumuz tehlike hakkında bir ipucu verebilir (s. 271):
- Güneş ışınlarını başka yöne çevirmek için stratosfere dev aynalar yerleştirmek,
- Yağış artışı için atmosfere kimyasal tohumlama yapmak,
- Büyük makineler kullanarak karbondioksidi havadan ayırmak.
Birçok bilimciye göre bu öneriler, öngörülemez ve yönetilemez tehditler içeriyor. Jeomühendislik savunucuları ise bunu dünyaya verdiğimiz zararı düzeltmenin bir yolu olarak görüyor. Schwab ve Davis (2019), küresel bir işbirliği olmadan jeomühendislik girişimlerinin çok riskli olacağını vurguluyor.
Bir zamanlar mikroçip ve yazılım mühendisliği gibi alanlara katkıda bulunan uzay teknolojileri şimdi bilişim, ileri malzemeler ve enerji teknolojilerinin bir bileşimi olarak karşımıza çıkıyor. Önceden uzay teknolojileri derken sadece birkaç devletten söz ederken şimdi özel sektörün de dahil olduğu kalabalık bir teknoloji alanı var. Bu çok sayıdaki aktörün yönetimi ve eş güdümü yeni zorluklar getiriyor. Ama en azından çok sayıda bilimciyi ve yatırımcıyı kendine çeken uzay teknolojilerinin jeomühendislikten daha güvenli bir alan olduğu söylenebilir.
***
Kısacası birbiriyle etkileşim halinde olan, insanlık için çeşitli fırsatlar sunmasının yanında tehditler de içeren teknolojilerle karşı karşıyayız. Schwab ve Davis (2019), bu teknolojileri kontrol edemeyeceğimiz dış güçler olarak ele almanın ne kendimize ne de insanlığa güç kazandıracağını vurguluyorlar ve kitap boyunca iradi müdahale vurgusu göze çarpıyor.
Sonraki yazıda Schwab ve Davis’in (2019) önerilerini tartışacağım. Dördüncü Sanayi Devrimi’ni eleştirel bir bakış açısıyla değerlendiren yazarların görüşlerine yer vereceğim.
Kaynaklar
Kozanoğlu, H., Gür, N. Özden, B. A. (2008). Neoliberalizmin gerçek 100’ü. İletişim.
Schwab, K. (2016). Dördüncü Sanayi Devrimi,(çev. Zülfü Dicleli). Optimist Yayınları, İstanbul.
Schwab, K., Davis, N. (2019). Dördüncü Sanayi Devrimini Şekillendirmek, (çev. Nadir Özata). Optimist Yayınları, İstanbul.
İlk Yorumu Siz Yapın