"Enter"a basıp içeriğe geçin

Teknolojik Egemenlik

Yeni sosyal medya düzenlemesiyle artık bir dönemin sona erdiğini söyleyebiliriz. Uzun süredir uzatmaları oynuyorduk. Düzenleme, malumun ilamı oldu.

2010 yılına kadar üç internet modeli yarışıyordu (Feenberg, 2012): Enformasyon modeli, tüketim modeli ve topluluk modeli. Enformasyon modeli, internette enformasyonun dağıtımını hedefliyordu. İnternetin ilk günlerinden beri var olan bu model kişiler arası iletişimin enformasyon değişiminden daha çekici hale gelmesiyle beraber zayıfladı. Sonradan çıkan tüketim modeli, interneti küresel bir alışveriş merkezine çevirmeyi hedefliyordu. Kullanıcılar arası iletişime asgari düzeyde gereksinim duyuluyordu. Eğlence endüstrisi ve servis sağlayıcılar yıllarca interneti de televizyonlaştırmak için hem yasal hem de teknik alanda yoğun bir faaliyet gösterdiler. Topluluk modeli ise insanlar arası iletişime ve etkileşime dayanıyordu. İnternetin en başından beri amacı iletişimdi. Epostanın icadı, sadece makineler değil insanlar arasında da bir iletişim ağı kurulabileceğini göstermişti. 2000’li yıllarda çıkan sosyal medya, hem toplumun daha geniş kesimlerini internete taşıdı hem de insanlar arasındaki etkileşimi artırdı.

Tüketim modeli ve topluluk modeli arasındaki mücadele, 2010 yılında sosyal medya platformlarıyla beraber, topluluk modelinin karşıtına dönüşmesiyle sonuçlandı. İnsanlar; Google, Twitter ve Facebook ile bir birine bağlanırken, bu şirketlerin hedefli reklamcılık üzerine kurulu iş modelleri internetin ticarileşmesine yeni bir boyut kattı. Bu ticarileşme ve şirketlerin internet üzerinde artan kontrolü sosyal medyanın demokrasi için bir tehdit olup olmadığı tartışmasını başlattı. Sosyal medya şirketlerinin düzenlenmesinin gerekliliği bu tarihsel bağlamda ortaya çıktı.

Fakat asıl büyük sıçrama, üç teknolojinin (bulut bilişim, büyük veri analizi ve nesnelerin interneti) yakınsaması ile gerçekleşti. İronik olarak bulut bilişimle beraber internet, yeryüzüne inerek platform ekonomileri ve akıllı şehirler üzerinden dünyevileşmeye başladı. Artık yüzümüzü buralara (platform ekonomileri, akıllı şehirler gibi gerçek dünya uygulamalarına) çevirmenin gerektiğini düşünüyorum. Bugün tartıştığımız sosyal medya düzenlemesi, ABD ve Avrupa’daki tartışmalardan daha farklı gelişiyor ve şirketlerden çok yurttaşların zararına olacak gibi görünüyor. İfade özgürlüğü ve haber alma hakkı hâlâ önemli; savunmak zorundayız. Sosyal medya, en önemli haber kaynağımız olmaya devam edecek; ama sosyal medyada yaptığımız sonu gelmeyen kısır tartışmalar, bir birimize sataşmalar gerçek dünyadaki sorunlar karşısında bizi ileriye götürmüyor.

Buna karşın, platform ekonomileri ve akıllı şehirler, daha eşitlikçi ve özgür bir dünyayı inşa edebilmek için daha somut ve üretken mücadele alanları sunuyor. Son yıllarda gündeme gelen “teknolojik egemenlik” düşüncesi, toplumun farklı kesimlerini ve farklı alandaki mücadeleleri bir araya gelmeye zorluyor. Bu yazıda, teknolojik egemenlik düşüncesinin şirketlerin akıllı şehirlerine karşı önemini tartışacağım.

Akıllı Şehirler

Daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi akıllı şehrin herkesin ortaklaştığı bir tanımı yok. Buna karşın akıllı şehir denilince ilk akla gelen, şehirlerle ilgili sorunların dijital teknolojiler yardımıyla çözülmeye çalışılması oluyor. Bu süreçte, özellikle nesnelerin interneti, bulut bilişim, büyük veri ve yapay zeka (YZ) teknolojileri öne çıkıyor. Aslında akıllı şehir geliştiricilerinin şehirdeki belirli etkinlikler, hareketlilikler ve altyapılar hakkında enformasyon toplayarak ve bunu işleyerek şehirleri yeniden yapılandırmalarının (ya da sıfırdan yaratmalarının) ötesinde bilgisayar gibi çalışan şehirler geliştirmeyi hedefledikleri de söylenebilir. Bilgisayarların veriyi toplaması, saklaması, hesaplaması ve işlemesi gibi şehirlerin de belirli çıktılara ulaşmak ve şehirdeki etkileşimleri yapılandırmak için bilgisayarlaştırılabileceğini düşünüyorlar.

Şirketler, artan dünya nüfus ve şehirleşme nedeniyle akıllı şehirlerin bir gereklilik olduğunu iddia ediyorlar. 2050 yılında dünya nüfusunun %70’inin şehirlerde yaşayacağını fakat şehirlerin bunun için hazır olmadığını, şehirlerin değişen koşullara uyum sağlaması gerektiğini belirtiyorlar. Her bir şirketin başlangıç noktası şehirlerin gelecekte yetersiz kalacağı tezi olmasına rağmen akıllı şehirlerde öne çıkardıkları konular farklılaşıyor. Enerji tasarruflu cihazlar üreten bir şirket akıllı şehir söylemini çevresel sorunlara karşı geliştirilen çözümler üzerine kuruyor. Yüksek teknolojili aydınlatma altyapıları satan bir şirket kamu güvenliğiyle ilgili konuları gündeme getiriyor. Ağ hizmetleri ve geniş bant altyapısı sağlayan bir şirketin sunumlarında akıllı şehrin olaylara hızlı yanıt verebilmesi başköşede oluyor.

Halegoua (2020), akıllı şehirleri meşrulaştırmak için ortaya atılan iddiaları beş başlık altında ele alıyor:Verimlilik, farkındalık ve yanıt verebilirlik, sürdürülebilirlik, ekonomik gelişme ve yurttaş katılımı.

Son yıllarda uygulanan tasarruf politikaları belediyeleri yeni arayışlara yöneltiyor. Küresel ve ulusal politikadaki sorunlar karşısında belediyeler teknolojiye dayalı stratejilere yönelerek verimliliği artırmaya ve maliyetleri düşürmeye çalışıyorlar. Bu stratejilerin temelinde veri yer alıyor. Kamu hizmetleri hakkında toplanan verinin, hizmetlerin verimini artıracağı vurgulanıyor. Örneğin kar temizleme makinelerinin en gerekli yerlere yönlendirilmesi, elektrik kesintilerine daha hızlı yanıt verilebilmesi, enerji kaynaklarının artan veya azalan talebe göre ayarlanması gibi örneklere sık rastlanıyor. Akıllı şehir anlatılarında verimlilik ve optimizasyon önemli bir yere sahip.

Farkındalık ve yanıt verebilirliğin temelinde şehrin kaotikliğiyle mücadele var. Her yere yerleştirilen kamera ve algılayıcılarla, şehirdeki etkinlikleri izlemeyi ve sorunları önceden tahmin edebilmeyi hedefliyorlar. Bunun için de şehir etkinliklerinin verileştirilmesi ve analiz edilmesi gerekiyor. Donanım ve yazılım satan satan şirketler verinin yararları ve önemi üzerinde fazlasıyla dursalar da belediyeler, topladıkları veriyi anlamlı amaçlar için kullanmada yetersiz kalıyorlar. Çoğu zaman ne için kullanabileceklerini bilmedikleri veri yığınlarıyla baş başa kalıyorlar.

Başta Siemens olamak üzere bazı şirketlerin akıllı şehir anlatısı sürdürülebilirlik üzerine kurulu. Siemens, enerji rezervlerinin sınırlılığına ve yenilenebilir enerjinin artan önemine işaret ediyor. Siemens’e göre bütünleştirilmiş teknolojiler ve veri, şehirleri daha yeşil, çevre dostu yapacak ve kaynakların daha verimli kullanılmasına yardımcı olacak. Örneğin nesnelerin internetinin fiziksel yapılara ve yönetim sistemlerine entegre edilmesi ve kullanıcılara enerji tüketimi hakkında gerçek zamanlı bilgi vermesi, evrensel yararla beraber maliyet ve enerji verimliliği de sağlayacak.

Akıllı şehirlerin ekonomik gelişmeye katkısı ise üç iddiaya dayanıyor: Şehir yönetimlerinin tasarruflarının artacağı; akıllı şehir ürünlerinin satışının yeni gelir kaynakları yaratacağı; iş ve yeteneklere ev sahipliği yapmanın şehri ekonomik etkinliklerin merkezi yapacağı. Teknoloji firmalarının yanı sıra artan bağlantılılığın ve veri güdümlü servislerin toplumun marjinal kesimleri için de iş olanaklarını artıracağı iddia ediliyor. Ayrıca bu kesimlerin daha sağlıklı gıda kaynaklarına, sosyal hizmetlere ve potansiyel işverenlere erişimi artacak.

Daha önceki akıllı şehir yazılarımda akıllı şehir uygulamalarındaki yurttaş katılımının sınırlılıkları üzerinde durmuştum. Şirketlere haksızlık etmemek gerek! Katılımcılık, şirketlerin programlarında önemli bir yere sahip. Şirketler sıkça yurttaş katılımının olanaklarını artırdıklarının reklamını yapmalarına rağmen bunun ne olduğunu ve nasıl çalıştığını açıklamaktan kaçınıyorlar. Yurttaşların uzaktan meclis toplantılarına katılmalarına olanak sağlayan e-yönetişim sistemleri veya web siteleri ya da belediye yetkilileri ve şehir sakinleri arasındaki sosyal medya etkileşimleri gibi katılım örnekleri var. Son zamanlarda bazı belediyeler topladıkları veriyi paylaşıyor ve yurttaşların yaratıcı çözümler geliştirebilmesinin önünü açıyor. Fakat katılım tartışmalarında, Şirketlerin ve Hükümetlerin Yönettiği Akıllı Şehirler (https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2020/04/01/sirketlerin-ve-hukumetlerin-yonettigi-akilli-sehirler/) başlıklı yazımda tartıştığım gibi katılımın farklı düzeyleri var. Şirketlerin yaklaşımı, Sherry Arnstein’ın Yurttaş Katılım Merdiveni’ninüst basamaklardaki katılım biçimlerine olanak vermiyor. Örneğin, katılımcılığı sadece belirli niteliklere sahip ve makul sayıda kişinin katılımı olarak görebiliyorlar. Halegoua’nın (2020) vurguladığı gibi günümüzde bir çok belediye yönetimi ve şirket, katılımcılığı müşteri hizmetleri, kitle kaynaklı konuşmalar ve büyük veri kümelerine erişim çerçevesinde ele alıyor. Yurttaşların katılımı sınırları çizilmiş bir çerçevede veya karar hakkı olmayan, ihmal edilebilir görüşler olarak kalıyor.

Neoliberalizm ve Akıllı Şehirler

Akıllı şehirlere yöneltilen eleştirilerin başında özellikle akıl kısmına odaklanılması ve şehrin göz ardı edilmesi geliyor. Akıllılık ise dijital teknolojilerin kullanımına indirgeniyor. Şehirlerin akıllı işlemediği ve çeşitli verimsizliklerle dolu olduğu, şehrin veriler üzerinden okunmasıyla söz konusu verimsizlik sorununun çözülebileceği düşünülüyor.

Şehir, her şeyden önce insanların yaşadığı ve birbirleriyle etkileşime girdiği bir yer. Ancak akıllı şehir geliştiricilerin vizyonlarında insanlar veri üreticileri, tüketiciler (veya müşteriler) ve şehrin pürüzsüz işleyişinin önündeki engeller olarak yer alıyorlar. İnsanların alışkanlıkları ve istekleri bir engel olarak görülüyor. Bu nedenle var olan bir şehri akıllandırmaktansa sıfırdan akıllı şehirler inşa etmek daha cazip görünüyor. Fakat sıfırdan inşa edilen akıllı şehirler, ne sıradan insanlar ne de girişimciler için bir çekim noktası olabildi; bir çoğu hâlâ tenhalığıyla dikkat çekiyor.

Akıllı şehirlerin ütopik vizyonları, verimliliği her şeyin üzerinde görmeleri, gerçekte olmayan (varsaydıkları) sorunlar için çözümler geliştirmeleri, amaçsız ve kontrolsüz biçimde her yere döşenen algılayıcılarla artan gözetim ve mahremiyet ihlalleri… Morozov ve Bria (2018), teknokratik yaklaşımlara yöneltilen bu eleştirilerinin yerinde olduğunu fakat bu eleştirilerde çoğu zaman şehirlerin sosyal aktörler oldukları kadar kapitalist birikimin de motoru olduklarının atlandığını ve bugün şehirlerde yaşanan dönüşümde etkili olan ekonomik ve politik süreçlerin akıllı şehir tartışmalarından çok daha önce sahnede olduğunu savunuyor. Bu bağlamda, jeopolitiği ve neoliberal ideolojinin şehirleri nasıl engellediğini ve kısıtladığını tartışmak alternatif politikaların geliştirilebilmesi için önemli. Çünkü sanılanın aksine akıllı şehir sahnesinde sadece şirketler ve belediyeler yok; devletler de var. Bu nedenle Hindistan’da ABD, Alman ve Çin firmaları arasındaki akıllı şehirlerin inşası için pazar kavgası kızıştığında bu üç ülkeden politikacılar ara buluculuk yapmak zorunda kaldılar. Belediye yönetimlerinin şirketlerle işbirliği de çoğunlukla yoldan çıkmış yetkililer yüzünden değil, neoliberalizmin son otuz yıldır belediyelerin özerkliğini ve alternatiflerini kısıtlamış olmasından kaynaklanıyor.

Belediyeler, farklı nedenlerle akıllı şehir projelerine yöneliyorlar. Birincisi, iddialı ve evrensel olarak kabul gören hedefler (yurttaş katılımını artırmak, kamu hizmetlerini kişiselleştirmek, ulusal ve yerel yönetimlerde bürokrasiyi azaltmak, daha yaşanılabilir bir çevre yaratmak, ekonomik büyüme, yaratıcılığı artırmak vb) için teknolojiden yararlanmak istemeleri. Önceki bölümde belirttiğim gibi şirketler tam da bu tip ihtiyaçları karşılayabildiklerini iddia eden çözümler satıyorlar. İkincisi ve daha az tartışılan ise bütçe kesintileri ve kemer sıkma politikalarının zorlayıcı etkisi. Akıllı teknolojilerin tasarruf sağlayacağı beklentisi ve şirketlerin dillerinden düşürmediği verimlilik ve optimizasyon sözcükleri belediyelere çekici geliyor.

Morozov ve Bria’nın (2018) altını çizdiği gibi belediyelerin akıllı şehir deneyleri ve neoliberalizmin düzenleyici aygıtları iç içe geçmiş durumda. Neoliberalizm, merkezi hükümetlerin merkeziyetçiliğinden ve düzenlemelerinden muaf olmakla övünse de çeşitli derecelendirme kuruluşları tarafından yapılan ve daha görünmez olan düzenlemeler içeriyor. Şehirlerin derecelendirme kuruluşlarının tablolarındaki yeri, yatırımcıların kararlarında ve borç bulabilmelerinde etkili oluyor. Ulusal hükümetlerin belediyelerin bütçelerini kesmesi, belediyelere borç almaktan başka bir seçenek bırakmıyor. Bu nedenle, akıllılık şehirlerin bir tercihinden çok para bulma ve yatırımları çekmeyi kolaylaştıran bir etiket olabiliyor. Diğer yandan, verimlilik takıntısı ve her şeyi verileştirme tutkusu, nicelleştirmeye büyük önem veren neoliberal politikaların uygulanabilirliğini artırıyor. Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması uluslararası finans danışmanlığı firmalarının (Ernst & Young, Deloitte, PwC, KPMG) öncülüğünde yürütülüyor. Sosyal ve politik problemlerin metalaştırılmasıyla normal şartlarda çözümün bir parçası olamayacak bankalar ve finansal kuruluşlar gibi aktörler oyuna dahil oluyorlar. Çeşitli veri analitiği uygulamaları ve ölçümlerle, hedefler ve çıktılar karşılaştırılıyor, istenen çıktılara göre süreçler yeniden yapılandırılıyor. Morozov ve Bria (2018), tüm bunların fiziksel ve beşeri kaynakları izleyen ve kontrol eden büyük altyapılar sayesinde hayata geçirilebildiğini vurguluyor.

Ancak bu modelin en büyük sorunu kısa dönemli projelere ağırlık vermesi ve uzun dönemli altyapı yatırımlarından kaçınması. Şirketler, yatırım yaptıkları şehirde kısa sürede kazanç elde etmek ve şehirden ayrılmak istiyorlar. Bu yaklaşım, uzun dönemli planların kaynak bulmasını zorlaştırdığı gibi şirketlerin şehirde bulunduğu kısa süre içinde kârını olabildiğince artırmaya çalışması çeşitli sorunlara neden oluyor. Örneğin, alternatifi olmayan bir altyapıyı kullanan vatandaşlardan yüksek ücretler talep edebiliyorlar. Ya da kaynakları sürekli aktif halde tutarak kaynakların daha hızlı yıpranmasına neden olabiliyorlar.

Morozov ve Bria (2018), akıllı şehirlerde pek tartışmadığımız iki aktöre dikkat çekiyor: Emlakçılar ve inşaatçılar. Akıllılık, binaların inşası ve kiralanmasında (ya da satışında) ev fiyatlarına ekleniyor. Şehir sakinlerinden elde edilen veri ve emlakçıların kiracıları izleyebilmesi, mülk sahiplerinin aldığı riskleri azaltıyor. Örneğin, kirasını geciktiren veya başka sorunlar yaratan kiracılar sistemden takip ediliyor ve risk skorları belirleniyor. Hatta ev sahipleri ve emlakçılar için kiracı adaylarının çevrimiçi etkinliklerini de analiz eden girişimci firmalar var (Kredi alacakları derecelendiren bankalar, suç potansiyeli olan yurttaşlar hakkında kestirimde bulunan güvenlik birimleri gibi).

Alternatif akıllı şehirler yaratabilmenin ön koşullarından biri belediyelerin karşı karşıya olduğu sınırlılıkları ve koşulları göz önünde bulundurarak somut politikalar geliştirebilmek. Ulusal ve küresel ölçekte önemli değişimler yaşanıyor. Belediyelerin kronikleşmiş sorunlarını teknolojik yamalarla çözmeye çalışmalarını sadece yönetenlerin teknokratik bakış açısı veya şirketlerin etkisi altında kalmalarıyla açıklamayız. Morozov ve Bria’nın (2018) ortaya koyduğu gibi özellikle ABD’de Silikon Vadisi’nin öncülüğünde başlayan, platform ekonomileriyle hız kazanan ve diğer ülkelere yayılan refah devleti hizmetlerinin (ulaşım, sağlık, barınma, eğitim vb) özelleştirilmesi süreci atlanmaması gereken bir konu.

Morozov ve Bria’nın (2018) “özelleştirilen Keynesçilik” adını verdiği bu süreç, Uber’in Türkiye’ye girişinde bizim yaptığımız gibi, basitçe yenilikçi girişimler ve geleneksel kurumlardan birinin tarafını tutarak geçiştirilemez. “Özelleştirilen Keynesçilik”, refah devleti hizmetlerinin özelleştirme saldırıları karşısında eridiği ve işsizliğin arttığı bir dönemde onun yerini alıyor; insanlara daha ucuz ulaşım veya barınma hakkı sağladığı gibi iş olanağı da sağlıyor. Kısa vadeli bu yararların ileride tekelleşme ve daha ağır/güvencesiz çalışma koşulları ile sonuçlanacağını tahmin etmek zor değil. Ancak Uber’e karşı sarı taksileri, Airbnb’ye karşı otelleri desteklemek de pek anlamlı görünmüyor. Airbnb ve Uber gibi platformları doğrudan düzenleme girişimi ise fiyatları artıracağından ve hizmet sağlayıcıların kazancını azaltabileceğinden yurttaşların tepkisini çekebilir. Fakat platformların faaliyetlerini düzenlememek veya bunu sürekli ertelemek daha sonra daha büyük sorunlara neden olacak.

Günümüzde tartışmalar daha çok Uber ve Airbnb’nin şehirlerdeki faaliyetlerine yoğunlaşmasına karşın Google gibi büyük şirketler de şehirlere yöneliyor. Bazı belediyeler, Google’ın desteğiyle kamusal alanlarda ücretsiz internet erişimi hizmeti veriyor. Google, bunun karşılığında para istemiyor, sadece kullanıcıların verilerini alıyor. Tasarruf etmek isteyen belediyeler için kârlı bir alışveriş olduğu düşünülebilir. Fakat Morozov ve Bria’nın (2018) belirttiği gibi günümüzde akıllı şehirlerde toplanan verinin çoğu zaman reklamcılıkla ilgisi yok. Toplanan veriler, belediye hizmetlerinin sunumunu gerçekleştiren (veya gerçekleştirecek) YZ sistemlerinin yakıtı! Google da elde ettiği verilerle YZ sistemlerini eğitiyor ve iyileştiriyor. Bugün ücretsiz internet erişimi için Google’la anlaşma yapan belediyeler yarın akıllı şehirleri için Google’dan ücretli YZ hizmeti alacaklar…

Teknolojik Egemenlik Neden Gerekli?

Şehirler çok önemli olmakla beraber bugün insanların karşı karşıya olduğu tüm sorunları sadece şehir bağlamında yürütülen mücadelelerle çözemeyiz. Morozov ve Bria’nın (2018) işaret ettiği gibi neoliberalizmin dışına çıkmak isteyen şehirlerin öncelikle kendi sınırlılıklarının farkında olması gerekiyor. Şehirler, Google, Facebook ve Uber gibi teknoloji şirketleriyle boy ölçüşebilecek hesaplama gücüne ve veriye sahip değiller. Ayrıca şehirlerin politik ve ekonomik modelleri, yerel olarak değil, ulusal ve küresel politikalarla belirleniyor. Dolayısıyla asi şehirlerin neoliberalizme karşı mücadelesi gerekli, önemli ama sınırları var. Bu sınırlar, özellikle şehir dışı alanlardaki aktörlerle işbirliğine gidilmediğinde daha belirgin oluyor.

Şehirlerin bağımsız ve etkili politikalarla kendi kaderlerine sahip çıkmalılar ve bunda kararlı olmalılar. Uluslararası sermaye, TTIP (The Transatlantic Trade and Investment Partnership – Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) gibi anlaşmalarla temel altyapının yeniden belediyeleştirilmesini, alternatif veri sahipliği yönetim biçimlerini veya Airbnb, Uber gibi şirketlerin faaliyetlerinin sıradan yurttaşların hakları doğrultusunda düzenlenmesini engellemeye çalışılıyor. TIPP gibi şehirlerin elini kolunu bağlamaya çalışan düzenlemelere karşı şehirlerin bir araya gelebilmesi önemli.

Ama daha önemlisi dijital teknolojilerin artan önemini doğru değerlendirebilmek. Eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi hizmetler dijital teknolojilere bağımlı hale gelmeye başladı. Bu hizmetler, akıllı şehirlerle beraber Morozov ve Bria’nın (2018) üst hizmet (meta-utility) adını verdiği algılayıcılar, veri ve algoritmalardan oluşan bir yapının altında toplanıyorlar. Belediyeler teknoloji üzerindeki egemenliklerini kaybettiklerinde diğer altyapılar üzerindeki belirleyicilikleri de zayıflıyor. Bu nedenle, şehirlerin kullandıkları teknolojilerin işleyişi ve hangi amaçlara hizmet ettiği hakkında söz sahibi olabilmesi anlamına gelen teknolojik egemenlik giderek daha fazla önem kazanıyor. Artık, su, enerji, barınma, eğitim gibi hakları dijital teknolojilerden ayrı düşünemeyiz.

Paul Mason’un, Teknolojik Egemenlik İçin Barselona İnisiyatifi’nin kuruluşunda vurguladığı gibi şehirlerin teknoloji hakkında bütünsel bir yaklaşıma ihtiyacı var (https://medium.com/mosquito-ridge/postcapitalism-and-the-city-6dda80bc201d). Manson’a göre teknolojik egemenlik için yapılması gerekenler:

  • Müştereklerin şehrini ve işbirliğine dayalı üretimi kurmak ana referans noktası olmalı.
  • Özelleştirmelere son verilmeli; kritik altyapı ve hizmetler yeniden belediyeleştirilmeli.
  • Barınma, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin maliyeti toplumun en güvencesiz katmanlarına yardımcı olabilmek için azaltılmalı.
  • Gerçek veriye dayalı ekonomik modeller inşa edilmeli ve karmaşık kararları modellemek için katılımcı demokrasiye olanak sağlanmalı.
  • Piyasacı ve devletçi çözümlere karşı işbirliğine dayalı çözümler tercih edilmeli ve desteklenmeli.
  • Yoksulluğa ve toplumsal dışlanmaya karşı odaklanan Evrensel Temel Gelir kurumsallaştırılmalı.
  • Şehir veri müşterekleri kurulmalı ve kamu hizmetlerinin sağlanmasından elde edilecek verinin hizmet operatörlerince sahiplenilmesinin önüne geçilmeli.

Barselona Belediyesi, teknolojik egemenlik ve müştereklere dayalı bir şehrin hayata geçirilmesinde önemli adımlar atan belediyelerin başında geliyor. Barselona deneyiminin gösterdiği gibi teknolojik egemenlik için mücadele, ittifaklar kurmayı gerektiriyor. Bu nedenle, teknolojik egemenlik için yürütülen mücadele, şehir hakkı için yapılan veya neoliberalizm karşıtı diğer mücadelelerden ayrı düşünülemez. Barselona’da neoliberalizmin statükosuna meydan okuyan belediye başkanı Ada Colau’nun barınma hakkı mücadelesinden gelen biri olması rastlantı değil. Colau yönetime geldikten hemen sonra barınmanın yanında su ve enerji sorunlarıyla ilgilendi; platform ekonomisini düzenlemeye çalıştı. Barselona yönetimi, teknolojinin artık sadece teknoloji olmadığı, bir üst hizmet olduğu bilinciyle temel bileşenleri

  • özgür/açık kaynaklı yazılım, açık standart ve mimariler;
  • kullanıcı merkezli dijital hizmetlerin geliştirilmesi için esnek yöntemlerin uygulanması;
  • hizmet alımlarında şeffaflığı, açık veri ve standartları temel alan bir rehberin oluşturulması;
  • merkezinde mahremiyet ve veri egemenliği olan bir veri yönergesinin oluşturulması;

olan Dijital Dönüşüm Yol Haritası’nı yayımladı.

Teknolojik Egemenlik Nasıl Kazanılır?

Şehirler, teknolojiyi gerçekten sürdürülebilirlik, ekonomik gelişme ve yurttaş katılımının bir parçası haline getirebilir. Refah devletinin bir çok hizmetinin teknolojiye (ve dolayısıyla bu hizmeti sunanlara) bağımlı hale geliyor olması Morozov ve Bria’nın (2018) dokuz maddede özetlediği teknolojik egemenlik düşüncesini daha önemli yapıyor. On yıl önce dijital teknolojiler daha çok iletişim hakkı ve ifade özgürlüğüyle ilişkilendirilirken artık sağlık, eğitim, su, enerji gibi haklar dijital hizmetleri sunanlara bağımlı hale geliyor. Morozov ve Bria’nın (2018) bazı önerileri şu an bize çok uzak gelse de bu önerilerin arka planında şehrin, kendini bağımsız olarak nasıl yeniden üretebileceği ve sürdürebileceği sorusu var.

1. Alternatif Veri Sahipliği Yönetim Biçimleri: Şehir Veri Müşterekleri

Bir zamanlar veri toplamanın temelinde kullanıcılara en uygun reklamı göstermek vardı. Günümüzde ise veri, YZ’ye dayalı hizmetlerin temelini oluşturuyor. Platform ekonomilerini kamu çıkarları doğrultusunda düzenleyebilmek için kişisel verinin sahipliği, kontrolü ve yönetimi hakkındaki sorunların çözülmesi gerekiyor. Günümüzde nesnelerin interneti teknolojisinin parçalı yapısı, ürünü satan şirketler dışındaki aktörlerin sürece dahil olmasını ve yenilikçi çözümler geliştirmesini zorlaştırıyor.

Bu nedenle, belediyelerin güvenli veri paylaşımı için gerekli koşulları sağlamaları gerekiyor. Airbnb ve Uber ile rekabet etmek isteyen bir şehir, gerekli ham veriye sahip olmadan bunu gerçekleştiremez. Bazı şehirlerin ise ham veriye sahip olmalarına rağmen bunu organize etmekte zorlandıkları ve veriden somut bir değer elde edemedikleri görülüyor. Şehir veri müştereklerinin hayat geçirilmesi, ademimerkeziyetçi yenilik ekosistemi sayesinde yenilikçi girişimcilerin ve teknoloji meraklısı yurttaşların potansiyelini açığa çıkarabilir. Veriye dayalı merkezi platform ekonomilerinin ademimerkeziyetçi, sürdürülebilir ve müştereklere dayalı bir yapıya geçişi zorlanabilir. Bu geçiş, verinin kamu çıkarları için kullanılabilmesinin önü açacaktır.

Dünyanın farklı şehirlerinde veri müştereklerine dayalı çeşitli girişimler var. Bu girişimlerin başında, AB destekli DECODE projesi geliyor. Amsterdam ve Barselona’da yürütülen projede, verinin sahipliğini ve kontrolünü yurttaşlara veren, bir yandan veri paylaşımına olanak sağlarken diğer yandan mahremiyet haklarını koruyan ademimerkeziyetçi bir altyapı inşa ediliyor. Veri, onu kullanarak bir şeyler üretmek isteyen herkesin kullanımına açık. Helsinki’deki MyData projesi, kişisel veri yönetimine insan merkezli yaklaşarak kuruluşların veri ihtiyaçlarını insanların dijital haklarıyla birleştirme çalışıyor. Kişisel verilerin ikincil kullanımı için yurttaşların rızası şartını getiriyor. Paris’teki DataCités projesi, yine kişisel haklar ve verinin kullanımı arasındaki sorunu aşmaya çalışıyor. Ulaşım, enerji ve atık yönetimi alanlarında şehir hizmetleri için alternatif modeller geliştirmeye çalışıyor. İngiltere’de Nesta’nın öncülüğünde geliştirilen Sağlık Bilgisi Müşterekleri hastalıklar, teşhisler ve tedaviler hakkındaki bilgileri bir araya getiriyor.

Kısacası, veri müştereklerinin iki önemli bileşeni var: mahremiyetin korunması ve yeni ürünler geliştirmek isteyenler için verinin herkesin erişebildiği bir üretim aracı olması.

2. Özgür Yazılım, Açık Standartlar ve Esnek Hizmet Sağlama

Özgür yazılım ve açık standartların temelinde, yeni ürünler geliştirmek isteyenler için gerekli koşulları sağlama ve bir ya da birkaç şirketin dijital altyapının kontrolünü ele geçirmesini önleme hedefi var. Ürünün kaynak koduna erişim ve onu yeni ihtiyaçlara göre yeniden üretebilme hakkı üretim özgürlüğünün temelini oluşturuyor. Açık standartlar da kullanıcıyı belirli bir firmaya bağımlılıktan kurtarıyor ve geliştirilecek yeni sistemlerin eskileriyle uyum halinde çalışabilmesini sağlıyor.

Ayrıca hizmetlerin, toplumun farklı kesimlerinin (dijital okur yazarlığı yetersiz olanlar, engelliler gibi) kolayca kullanabileceği ve erişebileceği biçimde tasarlanması gerekiyor. Modüler ve birlikte çalışabilirlik ilkesine uyan çözümlerin başka şehirlerde de kullanılabileceği unutulmamalı. 2017’de Avrupa Özgür Yazılım Vakfı tarafından örgütlenen “Halkın Parası, Halkın Kodu” kampanyası (https://publiccode.eu/tr/) akıllı şehirler ve şehirler arası paylaşımlar için önemli.

3. Etik, Sürdürülebilir ve Yenilikçi Kamu Alımları

Yeni teknoloji alımlarının daha açık, şeffaf, yenilikçi ve esnek olmasına; tedarikçi yelpazesini geniş tutmasına; özgür/açık kaynaklı çözümleri ve açık standartları sağlamasına özen göstermek gerekiyor. Alımlarda, veri egemenliği ve mahremiyet göz önünde bulundurulmalı. Kamu alımlarında,

  • kamu kaynaklarının kullanımının ve yatırımların daha stratejik, verimli ve şeffaf olmasına
  • şirketlerin iddia ettiği ihtiyaçların değil, yurttaşların gerçek ihtiyaçlarının karşılanmasına
  • KOBİ’lerin ve kooperatiflerin kamu alımlarına erişimlerinin kolaylaştırılmasına
  • sosyal etki ve çevresel dönüşümün hizmetindeki yeniliklerin desteklenmesine

dikkat etmek gerekiyor.

4. Dijital Platformların Kontrolü

Uber, Lyft ve Airbnb gibi platformlar hızla artıyor; girdikleri sektörlerde rakiplerini ortadan kaldırıyor ve kamu düzenlemelerine meydan okuyorlar. Platform ekonomisinin geleceği Avrupa ekonomisi için önemli bir konu ve somut politikaların geliştirilmesi şart. Platformlar şu an yeni bir iş olanağı olarak görülüyor. Ancak bir süre sonra güvencesiz çalışmanın sorunları çok daha yakıcı olacak.

Şehir yönetimleri, verilerine erişim hakkı ve çalışmalarında şeffaflık talep ederek Airbnb ve Uber’in faaliyetlerini düzenlemenin yollarını arıyorlar. Örneğin Uber; Moskova, Boston, New York ve San Francisco’da verilerini paylaşmak zorunda kaldı. Uber’in elindeki verilere erişim, ulaşım sisteminin şehre etkisini değerlendirmek, Uber ortadan kaldırmadan önce taksi piyasasını düzenlemek ve makul taksi ücretleri belirleyebilmek için önemli.

Amsterdam ve Barselona da Airbnb’nin faaliyetlerini düzenlemeye çalışıyor. Amsterdam yönetimi, Airbnb ile yaptığı görüşmeler sonucunda evlerin kiralanmasını yılda 60 geceyle ve evde en fazla dört misafirle sınırlandırdı. Şehir sakinleri gürültü yapan ve çevreyi rahatsız eden kiracıları şikayet edebilecek. Şehir yönetimi, her üç ya da dört ayda bir anlaşmaya uyulup uyulmadığını kontrol edecek. 31000 ailenin evsiz olduğu Barselona’da ise yönetim, Airbnb’ye karşı daha katı hareket ediyor. Çünkü ev sahiplerinin evlerini Airbnb üzerinden kiralaması, hem şehir sakinlerinin kiralayabileceği evlerin sayısını azaltıyor hem de kira ücretlerini artırıyordu. Şehir konseyi yasadışı kiralanan evlerin üzerine gitti, bunu kontrol etmek için görevlendirilen müfettiş sayısını artırdı ve lisanssız dairelerin reklamına devam ettiği için Airbnb’ye 600 bin avro ceza verdi. Daha sonra sorumlu bir turizmin nasıl olacağını ve yurttaşların şehirlerinde hangi turizm modelini görmek istediklerini tartışmaya açtı.

Fakat var olan platform ekonomilerini düzenlemek yetmeyecektir. Platform kooperatifleri gibi alternatiflerinin geliştirilmesi gerekiyor.

5. Alternatif Dijital Yapıların İnşası

İnternet bir zamanlar dağıtık, ölçeklenebilir ve açık bir mimariye sahipti. Ancak son zamanlarda merkezi, kapalı ve özel mülkiyetli standartlara dayanan, hesap sorulamaz bir yönetime sahip olan bir yapıya doğru evriliyor. Şirketler bu yeni yapıda, ağ dışsallıklarından yararlanarak kazançlarını artırmaya çalışıyorlar.

Şehri bir bilgisayara benzetmeyi doğru bulmuyorum. Ama şehir bir bilgisayar olsaydı şirketlerin akıllı şehirleri, Windows işletim sistemli (daha alımlılar da Mac olsun!) bir bilgisayar olurdu. Çünkü kullanıcı deneyimini kontrol ediyorlar ve daha önemlisi bilgisayarın kullanıcılar tarafından yeniden üretimini sınırlandırıyorlar. Akıllı şehirler GNU/Linux gibi geliştirmeye açık, sosyal değişimlere ve kurumsal yeniliklere uyum sağlayabilecek esneklikte olmalı. İnsanların üretici potansiyelini harekete geçirmeli. Satıcıların teknik öncelikleri ve iş modelleri yerine, yurttaşların yaşamsal öncelikleri ve ihtiyaçları ön planda olmalı.

Barselona’nın geliştirdiği CityOS adlı yatay veri platformu açık standartlara uygun, şehir verisinin yönetimini ve analizini sağlayan bir şehir platformu. CityOS, şehrin açık algılayıcı platformu Sentilo’yu ve şehrin çeşitli analitik gösterge panellerini bir araya getiriyor. Modüler yapısı açık standartlara ve özgür/açık kaynaklı yazılımlara dayanıyor.

Sentilo da açık standartların ve özgür yazılımın akıllı bir şehrin alması gereken ilk akıllı karar olduğuna inanan, farklı şehirlerin toplulukları ve şirketler tarafından geliştirilen, kullanılan ve desteklenen bir platform. Sentilo’nun açık mimarisi sayesinde İspanya’daki diğer şehirlerin yanında dünyadaki başka şehirler de Sentilo’yu kendi ihtiyaçlarına göre uyarlayabiliyorlar.

İlk başta Fab Lab Barselona tarafından geliştirilen, ama Barselona’nın yanında Manchester, Amsterdam gibi birçok şehirde de kullanılan, Ardunio tabanlı Akıllı Yurttaş Seti, yurttaşlara algılayıcı ağ araçları sağlıyor. Bu araçlarla ev, okul ve ofislerdeki hava kirliliği, gürültü kirliliği veya nem ölçülebiliyor.

Londra ve Helsinki de ekonomi, ulaşım, çevre ve barınma gibi alanlarda topladıkları veri kümelerini paylaşıyorlar. Böylece yurttaşlar, girişimciler, araştırmacılar ve geliştiriciler şehrin sorunlarının çözümü için yeni teknolojiler geliştirebiliyorlar. Şehir yönetimleri, veri kümelerini kamuya açmakla kalmıyor geliştiricileri yeni ürünler ve çözümler geliştirmeye de teşvik ediyor.

6. Kooperatif Hizmet Sunumu Modelleri

Uber ve Airbnb gibi platformların alternatifi yaratılamadığı sürece bu şirketlerin faaliyetlerinin düzenlenmesi yeterli olmayacak. Platformların sahiplik yapısı, bu platformlarda hizmet sağlayan, güvencesiz çalışanlar için büyük risk. Özel mülkiyetli platformlar, girdikleri pazarı tamamen ele geçirip seçenekleri ortadan kaldırdıklarında hizmet sağlayanlara (ve alanlara!) karşı daha pervasız olabiliyorlar. Buna karşı son yıllarda, üretenlerin sahip olduğu ve yönettiği yönetişim modelleri hayata geçirilmeye çalışıyor.

Platform kooperatifleri, yemek ve taşımacılık hizmetlerinden lojistik ve serbest çalışmaya kadar çok çeşitli alanlarda faaliyet gösteren çevrimiçi örgütlenmeler. Platform kooperatifleri, arada herhangi bir aracı şirket olmadan hizmet sağlayanları ve alanları buluşturuyor. Platformlar, dijital müştereklerin desteklenmesi temelinde, üyeleri tarafından demokratik bir biçimde yönetiliyorlar.

Morozov ve Bria (2018), kamu sahipliği ve müşterekler temelinde örgütlenen alternatif platformların daha demokratik bir ekonomi yaratmaya yardımcı olabileceğini belirtiyor. Böylece ortak kaynakların özel ellerde toplanmasıyla sonuçlanan piyasa modeline karşı bir seçenek oluşturulabilir. Dolayısıyla bu girişimleri, kamu kaynaklarının demokratik yönetimini hedefleyen uzun süreli çalışmalar olarak görmek gerekiyor.

7. Tabandan Gelen Yenilikler

Şirketlerin öncülüğünde gerçekleştirilen akıllı şehirlere yöneltilen eleştirilerin başında soru(n)ları tartışmaktan çok çözümlere odaklanmaları geliyor. Buna karşı şehir yönetimleri sağlık, eğitim, ulaşım ve enerji gibi kritik alanlarda kamu yararını gözeten ve uzun dönemli yatırımlarla teknoloji ve yenilik kapasitesini gerçek toplumsal sorunlarla buluşturabilir. Böylece kamu sektörü, yeniliğin yönünü belirleyerek toplumun araştırma ve yenilik için yapılan yatırımlardan en iyi şekilde yararlanmasını sağlayabilir.

Bunun için şehirlerin yenilikçi toplulukları ve girişimcileri destekleyen alternatif kooperatif hizmet sunum modellerini göz önünde bulundurması gerekiyor. Yenilik sistemi, eğitim ve araştırmaya yatırım yapan güçlü kamu politikaları ile bir bütün olarak yönetilmeli. Çünkü teknolojik egemenlik, bir yada birkaç şirketin çizdiği yolda yürüyen belediye yönetimleriyle değil, çeşitli KOBİ’leri ve girişimcileri kamu çıkarları çerçevesinde, bir orkestra şefi gibi yöneten yönetimlerle kazanılabilir.

8. Yerel Düzeyde Refah Düzenlemeleri ve Tamamlayıcı Para Sistemleri

Platform, veri, yapay zeka ve otomasyon temelli yeni iş modelleri, yeni iş alanları yaratırken bazılarını da ortadan kaldırıyor. Bu dönüşümle baş etmek isteyen hükümetler ve şirketler, istihdam ve sosyal güvenlik sistemi hakkındaki sorunları gündemlerine almak zorunda kaldılar. Çünkü yeni teknolojilerin sağladığı verimlilik, toplumun büyük bir kesimini için artan gelir eşitsizliği ve güvencesizlik anlamına geliyor.

Büyük teknoloji şirketleri, temel gelirin küreselleşme ve teknolojik değişim nedeniyle işini kaybetmesi beklenen insanları koruyacağını ve hükümetleri daha esnek ve verimli yapacağını savunuyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde temel gelir desteği üzerine sosyal deneyler yapılıyor.

Bazı belediye yönetimleri ise temel geliri daha geniş, yerel refah hizmetlerinin sağlanması bağlamında ele alıyor. Bunun yanında Morozov ve Bria (2018), farklı ihtiyaçlara, kapasite ve etkileşimlere göre tasarlanmış tamamlayıcı yerel para birimlerinin 21. yüzyıl şehir ekonomisinde önemli bir yere sahip olabileceğini belirtiyor.

9. Dijital Demokrasi ve Yeni Haklar

Yeni dijital araçlar, yurttaş katılımı için yeni olanaklar ve modeller sağlıyor. Doğrudan ve temsili demokrasinin karışımı, çevrimiçi ve çevrimdışı etkileşimler içeren, yeni modeller ortaya çıkıyor. İspanya (Podemos) ve İtalya’daki (M5S) ağ tabanlı partiler bu gelişmelerin etkisiyle ortaya çıktı. Madrid ve Barselona’da geniş katılımlı bütçe görüşmeleri yapılabiliyor. Aşağıdan yukarı dijital ağlar gençlik hareketlerini çekiyor; gençler hesap sorulabilen uygulamalar ve yolsuzluklara son verilmesini talep ediyorlar.

Bugün şirketler yurttaşların ilgisizliğinden yakınsalar da yazının başında belirttiğim gibi temel sorun yurttaşlardan çok şirketlerin katılım merdiveninin üst basamaklarını inşa etmekten kaçınmaları ya da yapılarının buna izin vermemelerinden kaynaklanıyor. Ancak üst basamakları hedefleyen ve bunun olanaklı olduğunu gösteren şehirler de var.

Decide Madrid, 2015 belediye seçimlerinden sonra Madrid’de kurulan, bir doğrudan demokrasi platformu. Yurttaşlar platformda öneriler sunuyor, tartışıyor ve önceliklendirmeler yaparak şehir politikasının oluşumuna katkıda bulunuyor. Sitede kullanılan Consul adlı yazılım, 2015 yılında, özgür yazılım olarak kamunun kullanımına açılmış. BM Kamu Hizmeti ödülü alan yazılım, 35 ülke, 135 kuruluş ve 90 milyon insan tarafından kullanılıyor.

Barselona ise Decidim.Barcelona adlı platformu kullanıyor. Katılımcılığı artırmak için deneyler yapılıyor. Şehirdeki farklı örgütlenmeler platformda kendi karar süreçlerini başlatabiliyor. Şehir planlama süreci katılımcı bir biçimde yürütülmeye çalışılıyor. Paris,Porto Alegre, Reykjavik’te de yurttaşların bütçe çalışmalarına katılımını teşvik eden çalışmalar var.

Barselona’daki Bustia Etica projesi ise şeffaflığı sağlamak ve yolsuzlukların önüne geçebilmek amacıyla geliştirilmiş. Yurttaşlar, gördükleri yolsuzlukları bu sistem üzerinden güvenli biçimde bildirebiliyorlar.

***

Özetle, teknolojik egemenlik için şehirlerin

  • kendi verilerine sahip olabilmesi,
  • kritik altyapıyı (yazılım, donanım ve veri merkezleri) kontrol edebilmesi,
  • kendi yapay zeka kapasitesini geliştirebilmesi
  • kendi yurttaşlarının yaratıcı ve üretici potansiyelini açığa çıkarabilecek katılım politikaları oluşturabilmesi

gerekiyor.

Kaynaklar

Feenberg, A. (2012). Introduction. In (Re) Inventing The Internet (s. 3-17). SensePublishers.

Halegoua, G. (2020). Smart Cities. MIT Press.

Morozov, E., Bria, F. (2018). Rethinking the smart city. Democratizing Urban Technology. New York, NY: Rosa Luxemburg Foundation.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir