"Enter"a basıp içeriğe geçin

Uzun Bir Yol: 5G

Yeni teknolojilere çeşitli mitlerin eşlik etmesi; söz konusu teknolojilerin umutları ve korkuları beslemesi olağan bir durum. En son internetin gelişiminde gördüğümüz gibi bir süre sonra sular duruluyor ve teknoloji gündelik yaşamın içinde sıradanlaşıyor. Şimdi sahnede 5G teknolojisi var. Buhar makinesi, demir yolu, değiştirilebilir parçalar, elektrik, elektronik, internet, yapay zekâ vb teknolojiler gibi genel amaçlı bir teknoloji olarak görülen 5G’nin ulusal ve küresel düzeyde bütün ekonomiyi etkilemesi, var olan sosyoekonomik yapıları değiştirmesi bekleniyor. Kablosuz iletişimde yeni bir dönem başlatacak olan 5G ile uzun süredir konuştuğumuz nesnelerin interneti, gündelik yaşamın bir parçası haline gelebilecek. Ancak son zamanlarda, 5G ağları konuşlandırma çalışmalarıyla beraber, elektromanyetik alanların insan sağlığı üzerine etkileri hakkındaki endişeler yeniden gündeme geldi.

1970’lerde elektrik hatlarının insan sağlığına etkileri tartışılıyordu. 1979 yılında yayımlanan bir çalışma, kansere yakalanan çocuklar ve elektrik hatlarının yakınında yaşama arasındaki ilişkiye dikkati çekiyordu (https://www.jrseco.com/wp-content/uploads/Wertheimer_Leeper_ELECTRICAL_WIRING_CONFIGURATIONS_AND_CHILDHOOD_CANCER.pdf). Tiffany’nin (2020) yazdığı gibi o zamanlar zaten soğuk savaş nedeniyle radyasyon hakkındaki korkular had safhadaydı. Televizyon ve mikrodalga fırınlar mercek altındaydı. Daha sonra bunları, saç kurutma makineleri ve elektrikli battaniyeler de dahil olmak üzere çeşitli ev aletleriyle ilgili endişeler takip etti. Ardından cep telefonları ve kablosuz bağlantılar geldi. Cihazlar değişti, ama korkular devam etti: Her gün kullandığımız şeylerden yayılan radyasyon bizi yok ediyordu. Yoksa modern dünyamız bizi yok eden bir hata mıydı?

Cep telefonlarının beyin tümörüne neden olduğu, kablosuz cihazların DNA’mıza zarar verdiği ve baz istasyonlarından yayılan radyasyonun bizi sayısız biçimde hasta ettiği iddia ediliyor. Eğer iddialar doğruysa (söz konusu teknolojilerin yaygınlığını düşünürsek) büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Tiffany (2020) bu iddiaların gerçek olamayacak kadar büyük olduğunu düşünüyor. Bilimsel çalışmalar kafa karıştırıcı; DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), onlarca yıllık araştırmalara dikkat çekerek, düşük seviyeli elektromanyetik alanlardan önemli bir sağlık riski bulamadığını belirtiyor. Buna karşın aktivistler de düşük düzeyli radyasyon ve sağlığa olumsuz etkileri hakkındaki çok sayıdaki çalışmayı delil olarak gösteriyorlar. Tiffany (2020) yapılan çalışmaların hacmi ve bazı çalışmaların gerçekten de aktivistlerin iddialarını destekler nitelikte olduğunu kabul etmekle beraber küresel endüstrinin ve hükümetlerin şok bulguları kamuoyundan saklamak için ortak bir tutum içinde olduğuna dair herhangi bir delil bulunmadığını da ekliyor.

Tiffany (2020) elektromanyetik dalgalar ve insan sağlığı hakkındaki tehlikeli bağlantılara işaret eden çalışmaların çoğu zaman farklı elektromanyetik dalgalar ve bu dalgaların insan bedeniyle etkileşme yollarını ihmal ettiklerini belirtiyor. Elektromanyetik radyasyonun beyin kanserine neden olmadığının en büyük delilinin ise son 20 yıldır cep telefonlarımızı yanımızdan eksik etmememize rağmen dünyanın bir beyin kanseri salgını ile karşı karşıya gelmemesi olduğunu savunuyor. Aksine ABD’de, 2017’deki beyin kanseri oranının 1992’den daha düşük olduğunu yazıyor.

DSÖ’nün araştırma sonuçlarını yorumlamak da zor. Örneğin 2010’daki bir çalışmada insanlar, cep telefonlarını kafalarına dayama sıklıklarına göre gruplandırılmışlar. Telefonu kafalarına en sık dayayanlarda beyin tümörü gelişme riskinin belirgin derecede fazla olduğu görülmüş. Ancak ikinci sıklık derecesindeki grupta ise riskin en düşük olması kafaları karıştırmış. ABD Ulusal Toksikoloji Programının farelerle yürüttüğü bir deneyde fareler, cep telefonu kullanıcılarının maruz kalabileceğinden daha fazla bir etkiye maruz kalmışlar. Deney sonucunda erkek farelerde, cep telefonuna maruz kalma ve kötü huylu kalp tümörleri arasında belirgin bir ilişki tespit edilmiş. Beyin ve böbrek üstü bezi tümörleri hakkında da bazı bulgular elde edilmiş. Ama sadece erkek farelerde, dişi farelerde herhangi bir ilişki gözlenmemiş.

EMO İzmir Şubesi’nin raporunda (https://www.emo.org.tr/ekler/99bb08f940d7461_ek.pdf), sigara ve asbestin zararlarının da on yıllarca tartışıldığı ve olumsuzluklarının ancak yıllar sonra dünyaca kabul edildiğinin altı çiziliyor. Bu nedenle raporda her yeni teknolojide olduğu gibi cep telefonu kullanımında da dikkatli davranılması ve olası zararların gözlenmesi öneriliyor (Ne gibi önlemler alınabileceği hakkında daha fazla bilgi için bkz. https://sendika.org/2009/11/cep-telefonu-kullananlar-icin-hayati-dersler-onder-ozdemir-38152/).

5G hakkındaki bu kaygılar olağan. Ancak 5G hakkındaki iddialar o kadar çığırından çıktı ki elektromanyetik dalgalar hakkında halkı bilgilendiren EMO İzmir Şubesi, bu sefer de 5G hakkındaki komplo teorilerine karşı bir basın açıklaması yapmak zorunda kaldı (http://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=131223&sube=7). 5G ve Covid-19 arasında bir bağlantı olduğu hakkında iddialar var (https://www.cnnturk.com/teknoloji/koronavirus-ile-5g-arasinda-nasil-bir-baglanti-var). Hatta bu nedenle, Avrupa’da baz istasyonlarına ve telekom altyapısına saldırılar gerçekleştirildi (https://tr.euronews.com/2020/04/21/5g-teknolojisinin-koronavirusu-yayd-g-iddialar-baz-istasyonlar-na-sald-r-lar-artt-rd).

Covid-19, yalnız 5G hakkında ortaya atılan değil diğer komplo teorilerinin gelişimi için de elverişli bir ortam yarattı. Şu an 5G ve Covid-19 ilişkisi üzerine üretilen ve internette yayılan üç temel komplo teorisi var. Birincisine göre Covid-19, insanlar evlerine hapsolmuşken 5G baz istasyonları kurmak isteyen hükümetin bir komplosu. Baz istasyonları kurulduğunda, kablosuz ağlar yurttaşları kontrol etmek ve hatta öldürmek için kullanılacak. İkincisi, virüsün Bill Gates tarafından icat edilip 5G baz istasyonlarıyla yayıldığını iddia ediyor. Böylece Gates, mikroçip içeren aşılarak satarak dünyadaki insanları kontrol edecek. Üçüncü komplo teorisi ise virüsün aslında hiç olmadığını, semptomların 5G tarafından yaratıldığını ve hükümetlerin sağlık tehdidi bahanesiyle sıkı kontrol önlemleri almasını sağladığını savunuyor (Sturm ve Albrecht, 2020) .

Komplo teorileri, her zamanki gibi, gerçek sorunların yerine hayali sorunları koyuyor. Oysa 5G, telekom ekipman sağlayıcılarının gelecek hakkındaki vizyonlarının uygulanabilirliği, ülkeler arasındaki çatışmalar ve eşitsizlikler gibi daha ciddi sorunlar içeriyor. Ayrıca önümüzde büyük bir belirsizlik var. 5G’ye geçmeden önce buraya nasıl geldiğimize bakalım.

1G, 2G, 3G ve 4G

19. yüzyıl sonunda Guglielmo Marconi, Morse kodlarını radyo sinyalleriyle 2,5 km uzağa taşıyabilen ilk kablosuz telgraf sistemini inşa etti. Gerçek anlamda çift yönlü iletişime olanak veren ilk mobil teknoloji ise 1923’te, Avustralya’da polis arabalarında kullanıldı. Ancak cihazlar o kadar büyüktü ki devriye arabasının tüm arka koltuğunu kaplıyordu. Birden fazla mucit tarafından aynı zamanda icat edilen telsizler ise ilk kez II. Dünya Savaşı’nda kullanıldı.

İlk cep telefonu görüşmesi ise 1973 yılında Motorola mühendislerinden Martin Cooper tarafından gerçekleştirildi. Cooper, AT&T Bell Laboratuvarları’nda çalışan rakibi Joel Engel’i arayarak Motorola’daki takımının fonksiyonel taşınabilir telefon geliştirdiğini söyledi. Fakat cep telefonun kendisi tek başına yeterli değildi. Kablosuz iletişimin sağlanabilmesi için onu destekleyen hücresel ağlara gerek vardı.

İkinci nesil ağların çıkmasından sonra 1G (First Generation – Birinci Nesil) olarak adlandırılacak ilk hücresel ağ hizmeti 1979’da Japonya’da başladı. 1983’te de Advanced Mobile Phone Service, Kuzey Amerika’da 1G hizmeti sağlamaya başladı. Analog teknolojiye dayanan 1G ağlarda kullanılan telefonların çok büyük ve pahalı olması, yaygınlaşmalarının önünde büyük bir engeldi. Bu nedenle daha çok, sabit hatta bağlı kalmadan telefon görüşmesi yapmak isteyen zenginler tarafından kullanıldı. Ancak zamanla 1G’deki bazı sorunlar daha rahatsız edici olmaya başladı (Webb, 2018):

  • Ciddi güvenlik açıkları vardı. Konuşmaların kolayca dinlenebiliyor olması birinde Prenses Diana’nın da dahil olduğu çeşitli skandallara neden oldu. Ayrıca telefonların klonlanmasındaki kolaylık, telefon sahiplerini kimlik hırsızlığı ve yüksek faturalarla karşı karşıya bıraktı.
  • Birçok ülkenin farklı teknolojiler kullanmasından kaynaklı parçalı bir yapı vardı ve bu yapı, ölçek ekonomisi ve dolaşımı engelledi.
  • Analog yayınların kalitesi ve kapasitesi nispeten düşüktü

1991’de 2G’nin ortaya çıkışıyla beraber bu sorunların çözümü yönünde önemli adımlar atıldı. 2G dijital teknolojiye dayanıyordu. Dijital sinyaller genellikle daha az statik ve arka plan gürültüsüne sahipti ve mevcut spektrumu analog sinyallerden daha verimli kullanabiliyordu. 2G dijital aramalar şifrelenebiliyor ve izinsiz dinlemeler zorlaşıyordu. Teknolojinin parçalı yapısı 2G ile beraber azaldı. Avrupa, GSM (Global System for Mobile Communication – Mobil İletişim İçin Küresel Sistem) standardı ile Avrupa içinde ve GSM standardını kabul eden diğer ülkelerde dolaşımı olanaklı hale getirdi. Ancak ABD ve Japonya kendi teknolojilerini kullanmaya devam ettiler (age).

SMS (kısa mesaj servisi) de 2G ile ortaya çıkan ve önemi ilk başta pek fark edilmeyen bir teknolojiydi. SMS, ağın veri kullanımındaki potansiyelini göstermesi açısından önemliydi ve ağın sonraki gelişiminde etkili olacaktı. 1990’lar aynı zamanda internetin masaüstü bilgisayarlarda yaygınlaştığı bir dönemdi ve insanların internete mobil telefonlarından da erişmek isteyebilecekleri öngörülüyordu. Bir diğer tahmin ise sesli aramanın görüntülü aramaya doğru evrileceğiydi. Ancak 2G’nin yüksek veri oranlarının iletimi için yeterli olamayacağı da apaçık ortadaydı.

İlk kez 1998’de ortaya çıkan 3G ağların temel hedefleri şunlardı:

  • Web için yüksek veri oranları sağlamak
  • Görüntülü konuşma ve metinlere resim eklemeyi desteklemek
  • Daha fazla spektrum verimliliği sunarak ve baştan sona çok daha yüksek verilere izin vererek, ilk iki hedef için gerekli koşulları sağlamak.

İlk 3G ağlar, Amerikan telekomünikasyon ekipman şirketi Qualcomm’un CDMA (Code Division Multiple Access – Kod Bölmeli Çoklu Erişim) teknolojisine dayanıyordu. CDMA ilk başta 2G’de bir iyileştirme olarak ortaya çıkmış ve uzun tartışmalardan sonra 3G’nin temel teknolojisi olarak benimsenmişti. Ancak ilk 3G ağlar yüksek veri hızları sağlamada yetersiz kaldı; bu ağların planlanması ve yönetilmesi de zordu. Ayrıca Web’de gezintiyi zorlaştıran ekranlar, kamera kalitesi ve maliyet kullanıcıların mobil interneti benimsemesini zorlaştırıyordu (age).

Dolayısıyla mobil ağların içinde ve dışında yetersizlikler söz konusuydu. Bu bağlamda, aynı dönemde ortaya çıkan HSPA (high speed packet access – yüksek hızlı paket erişimi) ve iPhone mobil iletişimde bir sıçramaya neden oldu. 3.5G olarak da adlandırılan HSPA, daha yüksek veri oranları sağladı. iPhone ise kullanımı kolay arayüzü ve büyük ekranıyla internet kullanımını değiştirmeye başladı. 3G’nin ilk günlerinde telefonların yetersiz olması nedeniyle düşük veri oranları bir sorun olarak görülmezken akıllı telefon kullanımı artıkça HSPA’nın daha yüksek hızlı ağları bile artık yetersiz kalmaya başladı. HSPA, veri oranında büyük bir artış sağlamıştı fakat gecikme süresi (ağ üzerinden verinin gönderilmesi ve alınması arasındaki zaman) hala yüksekti. Devre ve paket anahtarlamanın bir arada kullanılması ağın verimini düşürmekte ve yönetim maliyetini artırmaktaydı (age).

Bu sorunları aşma hedefiyle geliştirilen 4G mobil ağlar 2008’de kullanıma sunuldu ve bunu 2010’da 4G LTE izledi. 4G’de devre anahtarlama terk edilerek tamamen paket anahtarlamaya geçildi. Daha kararlı ve veriler için optimize edilmiş ağlar, mobil kullanıcılar için yüksek veri oranları anlamına geliyordu. Yüksek hızlı web erişimi, yüksek kalitede video akışını olanaklı hale getirmesinin yanında oyun hizmetleri, HD videolar ve HD video konferanslar vb yeni alanlar açtı.

Özetle,

  • Ortalama her on yılda bir mobil iletişimde yeni nesil bir teknoloji gündeme geldi: 1G (1980), 2G (1990), 3G (2000), 4G (2010).
  • 1G’de analog ses, 2G’de dijital ses ve mesaj, 3G’de internet bağlantısı ve 4G’de yüksek hızlı bağlantı ön plandaydı.
  • 1G’de sadece toplumun varlıklı kesimi mobil iletişim olanağına sahipken 2G’de mobil telefon kitleselleşti. 3G, internete mobil erişim ve mobil hizmetlerin kapısını aralarken 4G geniş bant internet erişimindeki iyileştirmelerle mobil iş modellerinin ve sosyal ağların gelişimini sağladı.

Teorik İndirme ve gecikme hızı ise aşağıdaki gibi gelişti (Forge ve Vu, 2020):


1G 2G 3G 4G
Teorik İndirme Hızı 2kbit/s 9.6–384kbit/s 384kbit/s-56Mbit/s 5Mbps- 1Gbit/s
Teorik Gecikme (ms) 629 212 60-98

İlk dört nesle baktığımızda, sıçramalara rağmen, birbirini takip eden, bir nesildeki teknik zorlukların, sonraki nesil teknolojide aşılmaya çalışıldığını görüyoruz. Her teknolojik gelişme, yeni kullanım alanları yarattı; yeni kullanım alanları, halihazırdaki teknolojinin o ana kadar fark edilemeyen eksikliklerini ortaya çıkardı ve sonraki yöneliminde etkili oldu.

BTK (2018)
BTK (2018)

5G

5G her şeyden önce daha hızlı internet demek. Bağlantı hızı artacak ve ağ iletişimindeki gecikme süresi düşecek. Teorik indirme hızı, 2 Gbit/s ile 20 Gbit/s arasında olacak ve teorik gecikme süresi 1ms’nin altına düşebilecek. Böylece 5G ile 40 GB’lık 4K UHD bir film, çok kısa bir sürede indirilebilecek. Avrupa Parlamentosunun (2019) raporunda belirtildiği gibi 5G kurulumu önceki mobil teknolojilerden çok daha karmaşık olduğundan ve daha yoğun bir kapsama alanı gerektirdiğinden 5G ağların maliyeti çok daha yüksek olacak. Dolayısıyla amaç elbette ki son kullanıcıya filmleri hızlı indirme olanağı sağlamak değil. 5G, önceki nesillerden farklı olarak yalnız insanları değil nesneleri de birbirine bağlamak üzere geliştiriliyor. Tam olarak hareketli ve bağlı bir toplum vizyonuyla hareket ediyor.

Bu yeni nesil mobil teknoloji, iki temel gereksinimi karşılayacak (age):

  • Eğlence içeriği ve sosyal ağlardaki canlı akışlar için çok büyük hacimli verileri daha hızlı aktarabilmek
  • Oyunlar ve dikey sektör (enerji, otomotiv, sağlık, enerji, kentleşme, tarım ve eğlence vb sektörler) uygulamaları için mobil ağlardaki yanıt süresini (veya gecikmeyi) kısaltmak.

ITU (International Telecommunication Union – Uluslararası Telekomünikasyon Birliği), 5G iş modellerini her biri farklı iletişim ihtiyaçları olan üç kullanım durumuna ayırıyor: Gelişmiş Mobil Genişbant (Enhanced or extreme mobile broadband – eMBB), Aşırı Fazla (masif) Makine Haberleşmesi (Massive machine type communication – mMTC) ve Ultra-Güvenilir ve Çok Düşük Gecikmeli Haberleşme (ultra-reliable low-latency communications – URLLC).

eMBB, özellikle eğlence, video sosyal ağları ve çoklu ortam iletişimde kullanılan yüksek çözünürlüklü ve üç boyutlu videolar gibi çok büyük boyutlu verilerin yüksek hızlarda aktarılmasını sağlayacak. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçekliğe dayalı uygulamalar daha çok hayatımıza girecek.

mMTC, kilometre kare başına yüz binlerce cihaz içeren geniş alanları kapsayacak. Temel yazılım ve donanım birimleri için bağlantının, her yerde, ucuz ve enerji tüketiminin az olmasını sağlayacak. Akıllı şehirler ve evlerde ışıklandırma yönetimi, çevresel izleme (çevre kirliliği, gürültü, nem, sıcaklık vb) ve trafik kontrolü için kullanılacak. Giyilebilir teknolojiler yeni ve daha yaygın biçimlerde karşımıza çıkabilecek.

URLLC, gerçek zamanlı izleme ve kontrolde, gecikme süresinin düşük ve güvenirliğin yüksek olması gereken durumlarda kullanılacak. Endüstriyel iş akışları (ör. akıllı bir şebekede enerji dağıtımının otomasyonu), endüstriyel süreç kontrolü ve algılayıcı ağları, otonom araçlar, uzaktan ameliyat gibi güvenilirlik ve düşük gecikme süresi açısından katı gereksinimlerin olduğu alanlarda kullanılacak.

Kısacası, önceki nesiller özellikle insanları birbirine bağlarken 5G, şimdiye kadar ağda olmayan nesneleri de ağa dahil edecek. 5G; üretim tedarik zincirleri, taşımacılık sistemleri (sürücüsüz arabalar), tıp (uzaktan ameliyatlar), savaş teknolojileri, eğlence sektörü (sanal/artırılmış gerçeklik) vb alanlardaki yeniliklerin önünü açacak. 5G ile yapay zekâyı daha somut ve sıradan biçimde gündelik hayatın içinde göreceğiz. 5G, şu an öngöremediğimiz ve birçok sektörü etkileyebilecek büyük bir değişim vadediyor (5G’nin dünyamızı nasıl değiştirebileceği hakkında bkz. https://www.youtube.com/watch?v=wreyKr9Rprw)

BTK (2018)
BTK (2018)

Ancak birçok yeni teknolojide olduğu gibi 5G’de de gerçekler ve mitleri birbirinden ayırt etmek zorlaşıyor. Bu alandaki temel oyunculara, çıkarlarına ve politikalarına bakmak yararlı olacaktır. Çünkü 5G’nin bu vaatlerinin yanında, ABD ve Çin’in karşı karşıya geldiği, giderek kızışan bir teknoloji savaşı da var. Başta Avrupa ülkeleri, Japonya ve Kore olmak üzere diğer ülkeler bu savaşta teknolojik egemenliklerini korumaya çalışıyorlar. En önemlisi de ekipman sağlayıcılarının anlatılarının sınırları dışına çıkmak gerekiyor.

5G Ekipman Sağlayıcılar ve Mobil Şebeke Operatörleri

5G dünyasında, her biri farklı çıkar ve vizyona sahip olan ekipman sağlayıcılar, mobil şebeke operatörleri, hükümetler gibi oyuncular var ve 5G’nin geleceğini şekillendirmeye çalışıyorlar. Webb’in (2019) belirttiği gibi mobil iletişim değer zinciri oldukça geniş ve çok sayıda şirketten oluşuyor. Bu zincirin en önemli oyuncuları da Ericsson, Nokia, Siemens, Huawei, Samsung gibi üreticiler. Onların yanında yazılım, hizmet, test cihazı vb sağlayan şirketler var.

5G ile mobil ağ cihazı pazarındaki güç dengeleri de değişti. İlk dört nesil, Ericsson, Nokia, Alcatel, Qualcomm, Lucent ve Motorola gibi Avrupalı ve ABD’li şirketlerin liderliğinde geliştirilmişti. Ancak 2000’li yıllarda bu şirketlerin çoğu zayıfladı; Nokia, Alcatel ve Lucent gibi şirketler parçalandı veya başka şirketlerle birleşti. Böylece araştırma geliştirme yetenekleri zayıflamış aktörler haline geldiler. Artık tek başlarına küresel standartlara yön verebilecek güçte değiller. Onların yerini Asya-Pasifik şirketleri aldı. 2010’lu yıllarda bu şirketler yeni nesil teknolojileri tanımlamada ve gerekli araştırma ve standartları sağlamada etkili olmaya başladılar.

Başta Ericsson ve Samsung olmak üzere ekipman sağlayıcı şirketler 5G teknolojisinin en ateşli savunucuları. Sık sık, son prototiplerinin ne kadar başarılı olduğunu anlatan basın bültenleri yayımlıyorlar; tanıtım yazılarında, 5G’nin günümüzdeki bağlantı sorunlarını çözeceğini ve tam bağlantılılık sağlayacağını savunuyorlar. 3GPP (3rd Generation Partnership Project – telekomünikasyon şirketleri arasındaki üçüncü nesil mobil iletişim ortaklık projesi) toplantılarına katılarak ve akademiye yaptıkları yatırımlarla standartların oluşturulmasında etkili oluyorlar.

Her yeni nesil mobil teknoloji, üreticiler için yeni cihazlar satabilme olanağı anlamına geliyor. Bir nesil olgunlaştıkça sürüm yükseltmeler daha nadir olmaya başlıyor. Dolayısıyla on yıllık döngülere bağımlılar ve günümüzde de mevcut finansal sorunlarını aşabilmek için 5G’ye güveniyorlar. Gelecekleri neredeyse 5G’nin başarısına bağlı olduğundan halkla ilişkilere büyük önem veriyorlar. Ayrıca 4G döneminde, diğer şirketleri izlemekle yetinen Huawei ve Samsung’un 5G’de çok daha iddialı hareket etmeleri, sektördeki rekabeti kızıştırıyor.

Ancak mobil şebeke operatörlerinin 5G’nin gelişinden memnun oldukları söylenemez. Çünkü 5G gündeme geldiğinde ikilemde kaldılar: Bir yandan geleceği belirsiz, yeni bir teknolojiye yatırım yapmak istemiyorlardı (zaten oturmuş bir iş modelleri ve aboneleri vardı) diğer yandan rakiplerinin 5G’ye yatırım yapması durumunda abone kaybetmekten korkuyorlardı. Düzenleyici kurumlardan da çekiniyorlardı. İşbirliğine gitmemeleri durumunda geleceğin kablosuz teknolojisine karşı zorluk çıkaran oyuncular olarak görülecekler ve sektördeki saygınlıkları bundan zarar görecekti . Bu nedenle 2017 sonuna kadar ılımlı görünmeyi tercih ettiler. 5G inisiyatifleriyle ortaklıklar kurdular ve üreticilerle işbirliğine giderek tüketicilere 5G için hazır olduklarını göstermeye çalıştılar. 5G teknolojisinin henüz test edildiği bu aşamada 5G’yi desteklemenin şebeke operatörleri için büyük bir riski yoktu. Bir kaç deneme yapmaları ve bazı uluslararası toplantılara katılmaları yeterli oluyordu. Sonuçta yeni cihaz siparişi vermek zorunda değillerdi.

2017 Kasım’ında ise mobil şebeke operatörlerinin 5G’ye yaklaşımında ani bir değişiklik oldu ve 5G’ye daha eleştirel yaklaşmaya başladılar. Huawei’nin düzenlediği bir konferansta Vodafone’un CTO’su 5G’nin en temel yararının kapasitedeki ilerleme olduğunu ve endüstrinin yeni kullanım alanları yerine buna yoğunlaşması gerektiğini söyledi. Konferansın bir diğer katılımcısı BT’nin CEO’su ise 5G için bir iş alanı göremediğini, dünyanın farklı yerlerinden kişilerle de görüştüğünü ve onların da göremediğini belirtti. Bu konferanstan sonra mobil şebeke operatörlerinin 5G’ye eleştirel yaklaşımları daha organize biçimde devam etti. 5G mitini eleştiren çalışmaların sayısı arttı. Bazı mobil şebeke operatörleri eleştirilerini kamuoyuyla paylaşırken bazıları temkinli davranmaya devam ettiler. Temkinli davranmak da gerekiyordu. Ekipman sağlayıcılar ve mobil şebeke operatörlerinin çıkarları çatışırken 5G artık jeopolitiğin bir konusu haline gelmişti. Hükümetler 5G’yi ulusal güvenlik ve ekonomik bağımsızlık bağlamında ele alıyordu.

Kısa Bir Yarış Yok

Hükümetler, 5G’yi destekliyorlar; 5G’yi ulusal güvenlik ve kalkınmaları için önemli bir teknoloji olarak görmelerinin yanında 5G’nin kendi ulusal şirketlerine avantaj sağlayacağını düşünüyorlar. 5G’nin verimliliği artıracağına inanıyorlar. Bu nedenle, daha fazla bağlanırlık olarak algıladıkları 5G’yi bir fırsat olarak görüyor ve geride kalmak istemiyorlar. Hükümetler 5G’yi, araştırmalara sponsor olarak veya test olanağı sağlayarak destekliyorlar. Kimisi Güney Kore’nin kış olimpiyatlarında yaptığı gibi spor etkinliklerini endüstriyel gücünü göstermek için kullanabiliyor. Ülkelerin düzenleyici kurumları, 5G için spektrum sağlamada her zamankinden daha hızlı hareket ediyorlar.

Mobil şebeke operatörleri ile karşılaştırıldığında 5G’nin hükümetlere maliyeti daha düşük ve politik potansiyeli yüksek. Bu nedenle, mobil şebeke operatörleri gibi 5G vizyonunun karşısında durmak çıkarlarına uygun değil. Fakat daha önce belirttiğim yatırım maliyetleri büyük bir sorun. 3G’nin devamı olan 4G’den farklı olarak 5G, yatırım stratejisinde ve kurulumda köklü değişikliklere gerek duyuyor. Ön yatırım maliyetleri çok daha yüksek ve yeni kullanım alanlarının ticarileştirilmesinde belirsizlikler var. Avrupa ve Asya’da bu sorun devlet desteği ile çözülmeye çalışılıyor. ABD’de de FCC, 5G’yi kullanıma sunmayı destekleyen bir düzenleme yayımladı. Ancak hükümetlerin destek ve müdahalelerine rağmen özel sektör (özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde) teknoloji ve iş modelleri kanıtlanmamış, karmaşık ve bu nedenle risk değerlendirmesi kesin olmayan bu yeni teknolojiye karşı isteksiz duruyor. Nitekim önceki nesil mobil teknolojilerde yerel ve uluslararası gruplar kendini ispat etmiş bir işe ve yerleşik bir teknolojiye yatırım yaparken çok daha istekliydi (Forge ve Vu, 2020).

Sürekli bir yarış vurgusu, “geç kalmayalım” telaşı olmasına rağmen 5G’nin gelişme süreci diğerlerinden daha uzun sürecek. Bu nedenle Çin, tam anlamıyla çalışan 5G’yi en azından 10 yıllık bir program çerçevesinde değerlendiriyor. Ayrıca 5G’nin içerdiği teknolojilerin çok daha karmaşık olması belirsizlikleri artırıyor. Örneğin yazının başındaki kaygılardan da görülebileceği gibi insanların kabul edilemez seviyelerde elektromanyetik radyasyona maruz kalmasına neden olabilecek öngörülemeyen yayılma modelleri hakkındaki bilgimiz sınırlı. Hâlâ yanıt veremediğimiz sorular var: 5G gerçekte ne için kullanılacak, güvenli mi, para harcamaya veya bunun için hazırlık yapmaya değer mi?

Tüm bu belirsizliğe rağmen “geç kalmama” telaşı hükümetleri bir an önce 5G ağlarını konuşlandırmaya itiyor. ABD, Çin, Japonya, Kore, Singapur, Tayvan ve AB’de çeşitli denemeler yapılıyor. Fakat nasıl ki herhangi bir bilgisayar teknolojisini kullanmak tek başına yeterli değilse ve üretim potansiyeli olmadan dışa bağımlılık kaçınılmazsa 5G için de aynı durum geçerli. Bu nedenle, Avrupa Parlamentosunun (2019) raporundaki sınıflandırmanın önemli olduğunu düşünüyorum: kullanıcı ülkeler, üretici ülkeler ve hem kullanıcı hem de üretici olan ülkeler.

Kullanıcı ülkeler, büyük ölçüde başka yerlerden gelen teknolojileri tüketiyorlar. Ağırlıklı olarak odak noktaları, düşük maliyetli geniş bant hizmetleri üzerine. Kullanıcı ülkelerin temel motivasyonu sanayi politikası kapsamında diğer endüstrilerini 5G ile güçlendirmek olabiliyor. Ya da bazen ulusal operatörlerin ticari dürtüleriyle hareket ediliyor. Örneğin Singapur bu tip ülkelerden biri.

Üretici ülkeler ise yarı iletken bileşenler, ekipman ve yazılım gibi 5G ürünlerin küresel satışına odaklanıyorlar. Ulusal 5G ağlarının konuşlandırılması ise ürünleri küresel rekabete karşı test etmek için erken bir kanıtlama alanı olarak ulusal sanayi politikası tarafından yönlendiriliyor. Güney Kore ve Tayvan, üretici yönleriyle öne çıkan ülkeler.

Hem üretici hem de tüketici olan ülkeler ise hem dünya çapında satış için ağ cihazları ve yonga setleri geliştiriyor hem de teknolojiyi yerel geniş bant hizmetleri için kullanmaya çalışıyor. Çin, ABD, AB ve Japonya bu sınıfta yer alıyor.

Bu bağlamda, “Yerli 5G teknolojisi altyapısı kurmadan 5G’ye geçmeyeceğiz. Bakanlık olarak bizler de tüm politika ve stratejilerimizi buna göre şekillendiriyoruz.” diyen Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Karaismailoğlu’nun yaklaşımı önemli. Bir ülkenin üretici potansiyelini geliştirmeden veya sanayisini geliştirecek iş modellerini planlamadan atacağı bir adım bağımlılık ilişkilerini daha da güçlendirecektir. Fakat Parcu, Innocenti ve Carrozza’nin (2020) tartıştığı gibi 5G’yi geliştirmek için ihtiyaç duyulan teknolojiler ve uzmanlıklar, dünya çapında giderek artan bir şekilde birkaç ülkenin elinde toplanıyor. Bu uzmanlıkları elinde bulunduran ülkeler ve onları takip edenler arasında güçlü ve her geçen gün büyüyen bir uçurum var. 5G patentlerin ABD, Çin, Güney Kore, Japonya ve bazı AB ülkelerinde toplandığını düşünürsek bizim 5G kullanıcısı ülkeler dışında bir sınıfta yer alabilmemiz oldukça zor görünüyor.

Asya ülkelerinde, hükümet müdahalesi hem üretim hem de tüketim açısından belirleyici durumda. Hükümetlerin sanayi politikaları ulusal üreticileri yönlendiriyor. Hükümetler ve ekipman sağlayıcılar, mobil şebeke operatörlerinin kararlarında etkili oluyor. ABD’de ise bu ilişki tersten kuruluyor. Ekipman sağlayıcılar şebeke operatörlerinin kararlarında etkili olurken, hükümet kararlarında, cihaz üreticileri ve şebeke operatörlerinin etkisi var. Avrupa’da da ekipman sağlayıcıların hükümetler ve şebeke operatörleri üzerinde etkisi var. Operatörler de fon almak için hükümetlerin kapısını çalıyorlar (Avrupa Parlamentosu, 2019).

Söz konusu ülkelerdeki deneyimler önemli olmakla beraber 5G teknolojileri hakkında uzmanlığı zayıf, düşük gelirli ve orta gelirli ülkeler için 5G ağlarını konuşlandırma süreci ve düzeni, geliştirilebilecek iş modelleri ister istemez farklı olacak. 5G ağlar, bir çok alan ve sektörde çeşitli fakat bugün tam öngörülemeyen değişimleri tetikleyecek. Buna karşın, 5G’nin geleceği hakkındaki belirsizliklerin hâlâ çok fazla olduğu koşullarda ekipman sağlayıcıların dolduruşuna gelmemek ve olabildiğince teknolojik bağımsızlığı temel alan bir stratejiyle (ve gerçekçi biçimde!) hareket etmek gerekiyor. 5G’yi, ağları konuşlandırınca bitecek kısa bir yarış olarak değil geliştirilmesi uzun yıllar alacak bir proje olarak görmek daha doğru bir yaklaşım olacak.

Kaynaklar:

Avrupa Parlamentosu. (2019). 5G deployment, state of play in Europe, USA and Asia. ITRE Committee. PE 631.060, April 2019

BTK – Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, (2018). 5G ve Di̇key Sektörler Raporu, https://www.btk.gov.tr/uploads/announcements/5g-ve-dikey-sektorler-raporu-yayimlandi/20180308-5gvedikeysektorlerraporu.pdf, son erişim 20.12.2020

Forge, S. ve Vu, K. (2020). Forming a 5G strategy for developing countries: A note for policy makers. Telecommunications Policy, 44(7), 101975.

Parcu, P. L., Innocenti, N., ve Carrozza, C. (2020). Ubiquitous technologies and 5G development. Who owns the rarest technologies?. Who Owns the Rarest Technologies.

Sturm, T. ve Albrecht, T. (2020). Constituent Covid-19 apocalypses: contagious conspiracism, 5G, and viral vaccinations. Anthropology & Medicine, 1-18.

Tiffany, K. (2020). Something in the Air, https://www.theatlantic.com/technology/archive/2020/05/great-5g-conspiracy/611317/, son erişim 20.12.2020

Webb, W. (2019). The 5G Myth: When vision decoupled from reality. De-G Press.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir