Otomotivden tarım ve sağlık sektörüne kadar bir çok sektör çip krizinden etkilendi. Otomobil üreticileri, üretimlerini kısmak zorunda kaldı. Tıbbi cihaz üreticileri, çiplere dayanan ultrason ekipmanları, kalp pilleri, ventilatörler gibi tıbbi cihazlara olan talebi karşılamakta zorlandı. Ani yükseliş ve düşüşler; çift haneli pazar büyümesi dönemlerini hemen durgunluk veya düşüşlerin takip etmesi yarı iletken pazarında sık karşılaşılan bir durumdu. Geçen yazıda, Mouré’dan (2022) aktardığım gibi bu ani yükseliş ve düşüşlerde şirketlerin iş stratejilerinin de rolü vardı. Ama şimdi tüm musibetler arka arkaya gelmişti: COVID-19, doğal felaketler ve ABD-Çin teknoloji savaşı.
Etiket: fikri mülkiyet
ABD Savunma Bakanlığı’nın desteği ile yürütülen ARPA Net projesinin devamı olan İnternet’in, bizim “Eşit ve Özgür Bir Dünya” düşümüze yardımcı olması için geliştirilmediğini biliyoruz. Bugün oldukça popüler olan Facebook ve Youtube benzeri web uygulamalarının “aman gençler Devrim yapsın” diye geliştirilmediğini de biliyoruz. Fakat buna rağmen İnternet’i ve uygulamalarını iyi/kötü, yararlı/zararlı ekseninde tartışmayı seviyoruz.
Birkaç yıl öncesinde sık duyduğumuz ama şimdi var olan durumu kabullenmişlik içinde pek rastlamadığımız bir ifade var: “Sanayi devrimini kaçırdık, bari bilişim devrimini kaçırmayalım.”
Bu temenni, iki açıdan sorunlu görünüyor. Birincisi, teknoloji, yoldan geçerken atlayabileceğimiz bir tren değildir. Teknoloji, hayatın her alanındadır; toplumsal hayatla iç içe geçmiştir. Dolayısıyla, sanayi devriminin neden başka bir ülkede değil de İngiltere’de ortaya çıktığı, Türkiye’nin neden sanayileşmekte geç kaldığı ya da Batılı ülkelerin izlediği yolun takip edilmesinin Üçüncü Dünya ülkelerinin sanayileşmesine ne ölçüde katkı sunacağı sorularının yanıtı salt teknolojik süreçlere indirgenemez. Çözümlemede, sosyoekonomik ilişkilerin ve süreçlerin göz ardı edilmemesi gerekir. Bilişim devrimi bağlamında konuşursak, asıl tartışılması gereken dünya sistemine nasıl eklemleneceğimizdir. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulları ve öğretmenleri Microsoft ürünleri ile donatması da bir tercihtir, TÜBİTAK’ın kamunun kaynaklarıyla kamusal bir işletim sisteminin geliştirilmesine destek sunması da…
2005 yılının ilk günleri Türkiye’deki özgür yazılımcılar için oldukça sıcak günlerdi ve özgür yazılımın Türkiye’de gelmiş olduğu aşamayı, bunu takiben gerçekleşen nitel sıçramayı göstermesi açısından da kritikti . Birincisi, hükumetin bilişim politikasındaki çelişkileri tüm açıklığıyla göstermekteydi. İkincisi ve daha önemlisi, özgür yazılımcılar, bilgisayarları başından kalkmış, belirli talepleri olan, eleştiren, eleştirdikleri yerine alternatif politikalar koyan özneler haline dönüşmüşlerdi.
Aslında burada “bilgisayarlarının başından kalkmak” deyimi pek doğru değil. Çünkü bu yazının ilerleyen bölümlerinde de göreceğimiz gibi, söz konusu olan 90’ların başından beri devam eden bir topluluğun kendini oluşturma süreciydi.
27 Eylül 1983 tarihinde, UNIX kullanıcılarına yönelik bir haber grubunda “yeni UNIX gerçekleştirimi” başlıklı bir duyuru yapıldı. Duyuru sahibi, Richard Stallman, özgür bir işletim sistemi yazacağını söylüyor; bunun için de zaman, para, program ve donanım katkılarına büyük gereksinimi olduğunu belirtiyordu (Stallman, 1984b).
Büyük bir iddiaydı. Herşeyden önce bir işletim sistemi yazmak çok kapsamlı bir işti. Ama daha önemlisi, katkılara açık olduğunu yazsa da, Stallman yola tek başına çıktığının farkındaydı. Ayrıca çalışmaya katkı koyacaklara hiçbir maddi vaatte bulunmuyordu.
Ancak o günlerde Stallman’ı bir kaçık, en iyi ihtimalle bir maceraperest olarak nitelendiren bu hedef bugün gerçekleşmiş durumda. Özel mülk işletim sistemlerine karşılık tamamen özgür bir işletim sistemi ortaya çıkmıştır: GNU/Linux.