"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dünden Bugüne Özgür Yazılım

27 Eylül 1983 tarihinde, UNIX kullanıcılarına yönelik bir haber grubunda “yeni UNIX gerçekleştirimi” başlıklı bir duyuru yapıldı. Duyuru sahibi, Richard Stallman, özgür bir işletim sistemi yazacağını söylüyor; bunun için de zaman,  para, program ve donanım katkılarına büyük gereksinimi olduğunu belirtiyordu (Stallman, 1984b).

Büyük bir iddiaydı. Herşeyden önce bir işletim sistemi yazmak çok kapsamlı bir işti. Ama daha  önemlisi, katkılara açık olduğunu yazsa da, Stallman  yola tek başına  çıktığının farkındaydı. Ayrıca çalışmaya katkı koyacaklara hiçbir maddi vaatte bulunmuyordu.

Ancak o günlerde Stallman’ı bir kaçık, en iyi ihtimalle bir maceraperest olarak nitelendiren bu hedef  bugün gerçekleşmiş durumda. Özel mülk işletim sistemlerine  karşılık tamamen özgür bir işletim sistemi ortaya çıkmıştır: GNU/Linux.

UNIX, işletim sistemi, GNU/Linux…

Yazar elbette ki bu adların/terimlerin çoğu okur için pek birşey ifade etmediğinin farkındadır. Yazının ilerleyen bölümlerinde herbiri tarihteki yerini alacak. Fakat şimdilik yukarıda, satır aralarında gizli kalanları çeşitli sorularla mercek altına alalım:

Stallman projenin başlatıcısıdır ama GNU/Linux’u tek başına yazmamıştır. GNU/Linux, binlerce insanın katkısıyla oluşmuştur.

Soru 1: İnsanlar, doğrudan bir maddi karşılık elde etmeksizin niçin GNU/Linux’un oluşumuna katkıda bulunmuştur?

Soru 2: GNU/Linux nasıl oluyor da geliştirilmesi için milyonlarca dolar harcanan yazılımlara kafa tutabiliyor, hatta bazı durumlarda onlardan daha üstün teknik özellikler gösterebiliyor. Diğer bir deyişle, ücretli emek, nasıl gönüllü/ortaklaşa emek karşısında yenilgiye uğruyor? Daha açık ifade edersek, 1980’lerin sonunda reel sosyalizmin çözülüşü ücretli emeğin kesin zaferi değil miydi? Yoksa hayalet yeniden dirildi mi?

Soru 3: İkinci soruya bağlı olarak, GNU/Linux’un gerçekten kapitalist sistemin dışında olduğunu söyleyebilir miyiz? Bilişim dünyasındaki gelişmeleri takip eden okurların  bildiği gibi IBM, Sun, Novell ve HP gibi şirketler  GNU/Linux ile yakından ilgilenmektedir.

Yukarıdaki soruların tarihsel perspektiften yoksun bir bakış açısıyla yanıtlanması, özgür yazılımın tarihsel seyrinin belirli bir uğrağına ait olguların genel geçer doğrular olarak değerlendirilmesi  ve içerdiği sosyal ilişkilerin diyalektiğinin gözardı edilmesi  bizi çok farklı noktalara savuracaktır. Örneğin post-marxist’lerin yeni bir toplumsal hareket gördüğü yerde kapitalistler yeni iş stratejileri görebilmektedir. Özgür yazılım dünyasındaki paylaşımdan, yardımlaşmadan ve diğerkamlıktan başımız dönerken, başka türlü bir şey keşfettiğimizi düşünürken; kimilerinin başını kasalarına giren paralar döndürmektedir.

Bu yazı, özgür yazılımın tarihsel ve içerdiği tüm çelişkilerle beraber bütünsel bir sunumunu hedeflemektedir. Dolayısıyla söz konusu sorular, özgür yazılımın tarihsel gelişim süreci içinde yanıtlanacak; özgür yazılımın doğuşu, gelişimi ve temel eğilimleri tartışılacaktır. Bu doğrultuda, özgürleşme ve metalaşma süreçlerinin etkisi altında olan özgür yazılımın tarihsel seyri, beş temel uğrağı çerçevesinde tartışılacaktır.

Bu bağlamda, ilk uğrağımız yazılımın özgür olarak ortaya çıktığı, meta ilişkileri içine henüz doğrudan girmediği, Kendinde Özgür Yazılım (Fogel, 2005: 12)  olacaktır. Bu bölümde, özgür yazılımın daha rahat anlaşılması amacıyla kaynak kodu ve programlama dili gibi bilişim terimleri toplumsal bağlamı içinde ele alınacaktır. Bu bölümde, kendinde özgür olan yazılımın nasıl metalaşma süreci içine girdiğini göreceğiz.

Özgür yazılım hareketi  bu  metalaşma süreci içinde, akıntıya karşı bilinçli bir karşı koyuşun örgütlenmesiyle oluştu. İkinci bölümde (Hacker ‘lar ve Özgür Yazılım Hareketi) belirtildiği gibi özgür yazılım hareketi, özel mülk yazılımlara karşı etkin bir direniş sergiledi; süreç içinde özgür yazılım hackerların toplumsal pratiğine dönüşürken, özgür yazılım hareketi de bu mücadele süreci içinde kendini oluşturdu.

Hackerların temel hedeflerinden biri enformasyona erişimin herkes için ve sınırsız olmasıydı. Bu bağlamda, hızla ucuzlayan kişisel bilgisayarlar ve artan İnternet erişimi özgür yazılımın üçüncü uğrağına (İnternet ve Linux) işaret eder. Bu dönemde bilgisayar kullanıcılarının sayısı ve aralarındaki etkileşimin hızla arttığını görürüz. Bu durum, özgür yazılım hareketi üzerinde de etkisini gösterir. Bir yandan paylaşım, yardımlaşma olanakları hızla artmaktadır; öte yandan ise özgür yazılımın hareketi daha heterojen bir yapıya doğru evrilmektedir.

1990’ların ikinci yarısında bu süreç nitel bir dönüşümle sonuçlanır:  hackerlar kapitalist işadamlarına dönüşürken, özel mülkiyetin kutsallığı üzerine kurulu olan kapitalist dünya yüzünü özgür yazılıma döner. Ancak özgür yazılımı tüm düzen dışı söyleminden arındırıp onu Açık Kaynak Kod olarak yeniden adlandırır. Artık özgür yazılım hareketinin ısrarla vurguladğı etik değerler yerini açık kaynak kod iş modellerine bırakır; bu iş modelleri üzerine kurulu şirketler 1990’ların rüzgarıyla hızla artar.

Fakat 2000li yılların başında çok sayıdaki bilişim firması gibi açık kaynak kod firmaları da sahneyi terkeder. Ancak daha sonrasında hükümetlerin özgür yazılıma geçiş projelerine şahit oluruz. Farklı sosyo-ekonomik koşullara sahip ülkelerde (Fransa, Brezilya, Almanya, Çin) GNU/Linux’a göç projeleri gündeme gelir. Bu, özgür yazılımın” yayılması açısından önemlidir. Fakat özgür yazılımın her tarihsel uğrağında farklı biçimlerde karşımıza çıkan Fikri Mülkiyet Hakları (FMH), bu sefer uluslararası boyutta, giderek artan bir yoğunlukta yazılım patentleri ve güvenilir hesaplama (Trusted Computing)  şeklinde karşımıza çıkar.  Bu son bölümde özgür yazılımı bekleyen tehlikeler tartışılmaktadır.
Kendinde ÖY
Yazılım, “donanımın belirli işlemleri yerine getirmesine yardımcı olan komutlar setidir.” (OECD, 1985 :10). Kavramsal olarak yazılım, bilgisayarlar kadar eski olsa da ancak 1950’lerin sonuna doğru bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Moderrn bilgisayarların ortaya çıkışı II. Dünya savaşı ile doğrudan bağlantılıdır. II. Dünya savaşı sırasında ve hemen ertesinde bilgisayarlar daha çok askeri amaçlı bilimsel ve teknik araştırmalar için kullanılır (Steinmueller, 1996). Örneğin 1943-47 yılları arasında, Amerikan Ordusu’nca geliştirilen ve tamamen  elektronik olan ilk bilgisayar ENIAC (Electronic Numerical Integrator and Computer) , Balistik Araştırma Labaratuvarında, balistik ateşleme tablolarının hesaplanmasını hedeflemektedir. ENIAC, elektromekanik bilgisayarlara benzer şekilde, içerdiği tellerin yeniden düzenlenmesiyle  amaca yönelik programlanabilmektedir. Ancak çağdaşı olan elektronik bilgisayarlardan 1000 kat daha hızlıdır ve hidrojen bombasının patlamasının simulasyonunda kullanılır. Fakat ENIAC kendine ticari kullanım alanı bulmakta zorlanır. Kuşkusuz bunun başlıca nedeni ENIAC’ın yeniden programlanabilirliğindeki güçlüktür ve bu yüzden ENIAC’lar daha çok spesifik amaçlara göre programlanır. Bir diğer deyişle, yazılım henüz donanımdan ayrı ve sürekli bir varlığa sahip değildir (Seidel, 2002).

Fakat ENIAC’dan elde edilen deneyim ve fikirler, ENIAC’ın yeniden programlanabilirliğindeki tüm sıkıntılarına rağmen Von Neuman’ın devrimci kavramsal bilgisayar mimarisinin oluşumuna önemli katkılarda bulunur. Von Neuman’ın tasarladığı bilgisayar mimarisinde komut setleri ve veriler tek bir saklama biriminde tutulur. Komut setlerinin ve verilerin tek bir veri saklama deposunda tutulmasıyla programlar saklanabilir duruma gelir. Artık komutlar daha kolay değiştirilebilir durumdadır. Böylece yazılım, bilgisayarın daha bağımsız bir bileşeni durumuna gelir ve varlığı süreklilik kazanır. Daha da önemlisi, bilgisayarların artan yeniden programlanabilirlik özelliği onların daha geniş alanlara yayılmasını sağlar, bilgisayarlar iş dünyasında da kullanılmaya başlar.

1950’lerde ABD Hava Kuvvetleri’nce finanse edilen SAGE (Semi Automatic Ground Environment) projesi, ABD bilgisayar endüstrisinin ticari uygulamalara yönelmesinde önemli bir rol oynar. Campbell-Kelly’e (1995) göre SAGE projesi, bilgisayar dünyasının en önemli deneyimlerinden biridir ve çok sayıda buluşun ortaya çıkışını tetiklemiştir. Örneğin, bilgisayarların yığınsal  işlerden etkileşimli sistemler dünyasına geçişinin önünü açmıştır. Ayrıca bilgisayarların, bilimsel araştırmalar dışındaki amaçlar için de kullanılabileceğini göstermiştir.

Bilgisayarların iş dünyasında kullanımının artması, yazılım hizmetlerine yönelik bir piyasanın oluşumuna ön ayak olur. Bilgisayar üreticilerinin, ürünlerinin özelliklerini arttırıp satmak için yazılıma olan gereksinimleri giderek artmaktadır. Bunun sonucunda zamanın lider bilgisayar üreticisi IBM, yazılım hizmetleri ve araçları satmaya başlar. İşte programlama dilleri ve onların oluşturduğu kaynak kodu tarihin bu anında ortaya çıkar. Programlama dilleri, bilgisayarların kullanım alanlarını zenginleştirdiği gibi üretici firmalarla kullanıcılar arasındaki ilişkiye yeni bir boyut katar. Firmalar, doğrudan amaca yönelik yazılımlar üretmek yerine, bu amaçları gerçekleştirebilecek araçlar, programlama dilleri, geliştirmeye başlarlar. Dolayısıyla, bilgisayar kullanıcıları, bilgisayara doğrudan artı-değer katkısı sunabilecek hale gelir. Bunu, şirketlerin ve kurumların, bilgisayarları daha işlevsel kullanmak için kendi bünyelerinde yazılım geliştirme bölümleri oluşturmaları takip eder.

Peki programlama dili nedir?

Bir yazılım uygulaması (web tarayıcıları, oyunlar, ofis uygulamaları vs.) komutlar ve veriler kümesinden oluşur. Ekrana, “Merhaba Dünya” yazan ufak bir uygulama geliştirmek istediğinizi düşünelim. Programlama dillerinden önce, programcılar bunu bilgisayarın anlayacağı tek  dille, makine diliyle gerçekleştiriyorlardı. Makine dili, 0’lardan ve 1’lerden oluşan, kullanılması zor ve karmaşık bir dildir. Örneğin, “Merhaba Dünya” yazmak için aşağıdakine benzer bir ifade gerekir:


Programlama dilleri ise insan diline daha yakındır ve kolayca anlaşılabilir.  Aşağıda, aynı işlemi yerine getiren C programlama dili ile yazılmış bir program kodu yer almaktadır.

Programlama dilleri aracılığıyla yazılmış kaynak kodu, derleyiciler tarafından önce daha alt düzey bir dile (insanlar tarafından okunabilirliği daha az olan assembly diline) çevrilir.  Sonra da bilgisayarların anlayağı 0’lar ve 1’ler kümesine dönüştürülür. Hiç kuşku yok ki, bir programı doğrudan makine diliyle  yazmak onun daha hızlı çalışmasını sağlayacaktır. Çünkü programlama diliyle yazılmış bir programın çalışması için geçmesi gereken aşamalar yoktur. Fakat, makine diliyle yazılmış bir programı yeniden düzenlemek daha zor ve karmaşıktır. Örneğin yukarıda “Merhaba Dünya” yazan kodu, başka bir içerik yazacak hale getirmek programcı olmayanlar için bile zor değilken, makine dilini değiştirmek programcılar için bile zahmetli olacaktır. Bu nedenle, programla dillerinin ortaya çıkışı yazılım alanındaki eksik üretimi giderebilmek yolunda iki açıdan yaşamsal bir adımdır: Yazılımın geliştirilmesi kolaylaşmıştır ve geliştirilen yazılımın paylaşılabilirliği artmıştır.

Bu bağlamda, bilgisayar üreten firmaların 1950’lerin sonunda oluşturduğu kullanıcı grupları özgür yazılımın tarihinin anlaşılabilmesi açısından önemlidir. Bu gruplar, kullanıcıların kendilerince geliştirilen yazılımların kaynak kodlarının kullanıcılar arasındaki paylaşımına yöneliktir. Örneğin, IBM tarafından SHARE adı verilen bir kullanıcı grubu oluşturulmuştur. 1950’ler ve 1960’ların sonu, bilgisayarın donanımdan ibaret göründüğü, asıl meta olanın donanımın kendisi olduğu yıllardır. Yazılım, hala donanımın bir parçası olarak görülmektedir. Hiç kuşku yok ki geliştirilen yeni yazılımlarla bilgisayarın kullanım alanlarının artması, satışlarını arttırmak isteyen ama yazılım geliştirimi konusunda sıkıntı çeken firmaların işine gelmektedir.

1960’ların ikinci yarısına kadar yazılım, donanımın bir parçası, bilgisayarların ikincil bir bileşeni olarak görülmektedir. Ancak bu dönemde gerçekleşen üç olay, yazılım ve donanım endüstrilerini ayırır. İlk olay, IBM System 360 bilgisayar ailesinin piyasaya girmesi ve bu bilgisayarların da farklı yazılım firmalarının değişen kullanıcılara göre yazılım geliştirme olanağı kazanması ve bunu satabilmesidir. İkinci olay, 6 Aralık 1968’de IBM’in artık donanımı ve yazılımı ayrı ayrı fiyatlandıracağını duyurmasıdır. O vakte kadar müşteriler, bilgisayara bir bütün olarak para ödemektedirler. IBM bu hamlesinin yükselen yazılım maliyetlerinin bir neticesi olduğunu söyler. Fakat OECD raporunda (1985), IBM’in bu kararında anti-tröst yasalarının etkin olduğu iddia edilir . Gerekçesi her ne olursa olsun, IBM’in bu hamlesi çeşitli yazılım firmalarına IBM uyumlu yazılımlar geliştirme olanağı sağlar. Üçüncü olay ise mikrobilgisayar endüstrisinin gelişimidir. Mikrobilgisayarlarla beraber, küçük işletmeler de bilgisayar alabilir ve kullanabilir duruma gelmiştir (Campbell-Kelly, 1995).

1970’lerin başında yarı iletken teknolojisinde görülen iyileşmeler, daha hızlı, daha ucuz ve daha iyi donanımla sonuçlanır. Bu ilerlemelerin yazılım endüstrisinin gelişimindeki payı büyüktür. 1975-78 yılları arasında kişisel bilgisayarlara (PC) yönelik bir yazılım endüstrisi doğmaya başlar. Bu sektöre girmenin önünde büyük mali ve teknik engeller sözkonusu değildir. Bunun başlıca nedeni, var olan büyük yazılım firmalarının PC’de bir gelecek görmemeleri ve gelişmelere ilgisiz kalmalarıdır. Teknik açıdan değerlendirildiğinde ise, PC’lerin yapısı diğer bilgisayarlara göre basittir ve çok ileri bir teknik bilgiye gereksinim duyulmamaktadır (Ibid.).

1975’de, popüler teknoloji medyasında, ilk PC, Altair 8000, kullanıcılara duyurulur. Bu haberi okuyunlardan ikisi, daha sonra Microsoft’un kurucusu olacak Bill Gates ve Paul Allen’dır. Microsoft, ilk ürününü Altair’e yönelik hazırlar: BASIC programlama dili. Bundan bir yıl sonra ise yine popüler teknoloji medyasında Gates’in bilgisayar meraklılarına yazdığı açık mektubu yayınlanır. Gates, mektubunda BASIC’i kopyalayan, onu diğerleriyle paylaşan bilgisayar meraklılarını sert bir dille uyarmakta ve onları hırsızlıkla suçlamaktadır. Gates’e göre yazılımın izinsiz kopyalanması daha iyi yazılımın geliştirilmesinin önünde büyük bir engeldir. İyi yazılımın, ancak özel mülkiyet koşullarında geliştirilebileceğini savunur (Moody, 2002: 2).

Yazılımın paylaşılması, yazılımın ayrı varlık kazanmasıyla beraber var olmuştur. Başka türlüsü hiç akıllara gelmemiştir. Ama çok iyi bilinir ki kapitalizm koşullarında var olan herşey metalaşmaktadır. 1980’lerin başında yaşanan PC devrimiyle beraber, yazılım endüstrisi de hızla gelişir. Artık yazılım meta ilişkilerine girmiştir.

PC devriminin en önemli sonuçlarından biri, artan kullanıcı sayısıyla beraber kullanıcıların profillerinin de değişmiş olmasıdır. Artık söz konusu olan üniversitelerde ve araştırma labaratuvarlarında çalışan bilim adamları ve mühendisler değildir. Dolayısıyla, bilgisayar firmalarının bu yeni kullanıcı tipinin teknik açıdan çok ileri olmadığının ve yazılımın kaynak koduna ihtiyaç duymayıp istediğinin yalnızca programlarını çalıştırmak olduğunu farketmeleri çok sürmez. Rekabette bir adım öne geçmek için kaynak kodu yazılımdan ayrı olarak değerlendirilmeye başlanır ve kaynak kodunun saklanması özel mülk yazılımların temel prensibi olur. Böylece PC kullanıcıları çok umursamasalar da  kaynak kodunu daha en başından kaybederler (Wayner, 2000).

Aslında bu umursamazlık gayet olağandır. Programlarını yeniden programlama ihtiyacı duymayanların kaynak kodunun özel mülk haline gelmesinden kaygı duymaları beklenemez. Programcı değillerdir ve üretme kaygıları yoktur; dolayısıyla kaynak kodundaki bilgi onlar için anlamsızdır. Fakat PC’lerde kullanılan yazılımların özel mülk haline gelmesi, araştırma labaratuvarlarında ve üniversitelerde çalışan, hacker adını verdiğimiz usta programcıları da rahatsız etmez. Onlar için PC’ler yetersiz oyuncaklardan başka birşey değildir.  Onlar çoğunlukla daha gelişmiş olup PDP-10 ve UNIX işletim sistemlerini kullanan bilgisayarlarla ilgilidirler.

Ancak AT&T’nin 1980’lerdeki hamleleri hackerları da metalaşma sürecinin dışında bırakmaz. AT&T 1970’li yıllardan beri Bell Labaratuvarlarında deneysel amaçlarla UNIX’i geliştirmektedir. En başından beri, AT&T geliştirdiği sistemin kaynak kodunu araştırmacılarla paylaşmaktadır. Zaten üniversitenin de çalışmaya büyük katkısı vardır (Ibid.)

UNIX zamanla deneysel bir sistemin sınırlarını aşar ve oldukça yetkin bir işletim sistemine dönüşür. 1984 yılında AT&T bu fırsatı kaçırmak istemez, yatırımlarını kara dönüştürmek ister. Bir başka deyişle, PC dünyasında yaşanan metalaşma sürecini takip eder ve üniversitelerden UNIX’e dair telif haklarıyla ilgili çeşitli anlaşmalara imza atmasını ister (Stallman, 2002).

Hızla yayılan, yazılımların özel mülk haline gelme süreci şimdi de hackerları vurmuştur. Yazılımın kendisi başka nesnelerin üretiminde kullanılan bir araçtır. Fakat kaynak koduyla bir bütün olan yazılımı diğer üretim araçlarından ayıran önemli fark kendisi için de bir üretim aracı olmasıdır. Örneğin dört işlem yapan bir hesap makinesi programı yaptınız. İşin beş gün sürdüğünü var sayalım. Daha sonra da bunu bir derleyici ile bilgisayarın anladığı tek dil olan  0/1 dizilerine çevirdiniz. En sonunda da ilgili programı bir arkadaşınıza sattınız. Aradan zaman geçti. Bu arkadaşınıza dört işlem yetersiz kalmaya başladı. Bilimsel hesap makinesine (Karekök, sinüs, kosinüs vs hesaplarına da yapabilen.) ihtiyaç duyuyor. Şimdi ne yapacak? Eğer bu arkadaşımıza, dört işlem yapan programı kaynak koduyla verdiyseniz, o kodun (birikmiş bilginin) üzerine kendisi birkaç günlük iş gücü harcayarak istediği özellikleri ekleyebilir. Eğer sadece çalışabilir dosyayı verdiyseniz yapacağı iki şey vardır. Sizden daha gelişmiş bir program istemek (burada ister istemez size bağımlı kalacaktır) ya da her şeye baştan başlamak, bir diğer deyişle normal bir hesap makinesi yapmak için yeniden fazladan beş gün harcamak.

Bu nedenle, kaynak kodu hackerlar için yaşamsaldır, onlar o vakte kadar kaynak koduna sınırsız erişimleriyle yeni yazılımlar geliştirip bunu diğer hackerlarla paylaşma yoluna gitmiştir. Şimdi ise eski özgür günler artık geride kalmıştır.

Hackerlar ve Özgür Yazılım Hareketi
27 Eylül 1983’de attığı mesajda Stallman geliştirmeyi hedeflediği sistemin adını GNU olarak ifade etmişti. GNU’nun açılımı hacker’ların kullandığı öz yinelemeli (recursive) ifadelerden biridir: GNU is Not UNIX. GNU hem bir UNIX sistemi olacaktır hem de onun aşılması.

Üstelik amaç sadece teknik olarak bir işletim sistemi geliştirmek değildir, Stallman yazılım dünyasında yaşanan metalaşmaya ahlaken karşı olduğunu da belirtir. GNU, akıntıya karşı kürek çekmektir ve Özgür Yazılım dünyasında tarihi bir dönüşüme işaret eder. Kendinde özgür olan yazılım, metalaşma süreci ve buna karşı oluşan tepkilerle kendisi için özgür yazılıma dönüşmektedir. GNU, hackerların çıkarlarının nesneleşmesini ifade etmektedir. Bu dönüşümün lideri Stallman’ın anlaşılması önemlidir. Yazılarında, hackerların pratiğini teorize eder ve bu yazılarda özgür yazılımı hackerların bakış açısından kavramsallaştırır.

1983’de attığı mesajda Stallman kendini, ünlü bir yazılım olan EMACS’ın geliştiricisi olarak tanıtır. Levy 1984’de yazdığı kitabında  Stallman’ı “Hackerlar’ın sonuncusu” olarak tanımlar ve onu, hızla dağılıp acı sona doğru ilerleyen hackerlar topluluğunun ilkelerinin yılmaz bir savunucusu olarak niteler (Levy, 2001).

Hackerlık özgür yazılım tarihinde temel bir yere sahiptir. Onlar için bilgisayarlar hayattaki en önemli şeylerdir ve bilgisayar devriminin kahramanlarıdırlar (Ibid.). Bilgisayarlarla ilişkileri sıradan kullanıcılarınkinden farklıdır; sadece kendileri için gerekli olanı öğrenmeye meyilli olan sıradan kullanıcılardan farklı olarak bir sistemi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak isterler. Castells’e göre bu üretici/kullanıcılarla tüketici/kullanıcılar arasındaki farktır (Castells, 2001a).

Internet, hackerlığın oluşumunun önemli parçalarından biridir. MS-DOS ve Mac hackerları da vardır. Hatta Bill Gates’in kendisi de eski bir hackerdır. Ancak sadece İnternet’te örgütlenebilen UNIX hackerları kendisinin farkında bir kültür oluşturabilmiştir (Ibid.). Bill Gates’in aksine UNIX hackerları bilgisayar dünyasındaki yaşanan metalaşmaya ilgisiz kalmıştır. Onlar sadece daha iyi araçlar ve ucuz İnternet (Raymond, 1999a) istemiştir. UNIX hacker’ları daha çok üniversitelerde ve araştırma labaratuvarlarında faaliyet göstermiştir. Bu nedenle, hacker kültürünün oluşumunda sürekli ilişki halinde oldukları akademik dünyanın payı büyüktür. Akademik kültürün bazı değer ve alışkanlıklarını hacker kültüründe de gözlemleyebiliriz. Castells’e (2001a: 42) göre bilime olan saygı, akademik başarılarla ün sağlama arzusu ve açıklık hacklara  akademik dünyadan miras kalmış değerlerdir.

İnternet, hacker kültürünün oluşumunu koşullandırdığı gibi bizzat hacker’ların pratiğiyle şekillenmiştir. Internet’in gelişimi, köklerini hacker kültüründe bulan üç prensiple yakından ilgilidir:
1- Ağ mimarisi açık uçlu, merkezsiz, dağıtık ve çok yönlü etkinliğe açık olmalıdır.
2- Tüm iletişim protokolleri ve açık, dağıtık ve değişime uygun olmalıdır.
3- Internet’in yönetişimi, Internet’e gömülü olan açıklık ve işbirliği ruhuna uygun olmalıdır (Ibid. :28).

Bu bağlamda, Özgür Yazılım, hackerlar ve İnternet arasındaki karşılıklı etkileşimin bir sonucudur. İnternet’teki hizmetlerin çoğu Özgür Yazılım’lar üzerinde çalışmaktadır: Alan isimlendirme sisteminde (DNS) kullanılan BIND, e-posta servislerinde kullanılan sendmail, daha sonra web için Apache ve Perl. Hackerların temel sloganı, “enformasyon özgür olmalıdır.” (Boyle, 1996) aslında hackerların pratiğinin kavramsallaştırılmasıdır.

Hackerlığın özgür yazılımın tarihinde ikili bir yönü vardır. İlk olarak, teknolojinin paylaşımına yaptıkları vurguyla, özgür yazılıma sosyal bir boyut kattıklarını söyleyebiliriz. Ayrıca, kendini özgürce ifade etme, özel hayatın mahremiyeti ve özgür etkinlik hackerların önemli idealleri arasında yer alır. Bu dönemde, ABDli yöneticiler, hackerların çalışmalarından elde ettiği kazanımlara karşı  onların etkinliklerini görmezden gelmeyi tercih etmiştir (Raymond, 1999a). İkinci olarak ise hackerlık içinde, kapitalist girişimciliğin köklerini  barındırmakradır. Üniversitedeki ve araştırma labaratuvarlarındaki akademik hayat sonrasında hackerların iş hayatına atıldığını görürüz. Çok sayıda hacker, yüksek ücretlerle, özel mülk yazılım geliştiren firmalarca kiralanır. Bu da hackerlar topluluğu arasındaki ilişkilerin dağılmasıyla sonuçlanır, Stallman’ın da vurguladığı gibi, herşeyin ölmeye başladığı bir dönemdir.

İşte Stallman’ın mesajı, herşeyin ölmeye başladığı bu tarihsel dönemde atılır. GNU projesi tam olarak 1984 yılında başlar. Ardından, Stallman yazılımda kaynak kodunun paylaşımının önemini vurgulayan  GNU Manifestosunu kalem alır. GNU Manifestosu özel mülk yazılımlara karşı en köktenci tavırdır ve büyük bir zihin karışıklığı ile karşılanır (Wayner, 2000).

GNU projesinin amacı UNIX benzeri bir sistem yaratmaktan öte, metalaşma süreci sonrasında dağılan yazılım paylaşma kültürünü yeniden yeşertebilmektir. Özgür yazılım, bu süreçte bilinçli bir biçime kavuşur. Özgür kelimesi, özgür yazılım hareketince bilgisayar kullanıcılarının yazılımı kullanma, kopyalama, değiştirebilme ve dağıtabilme özgürlüğü olarak tanımlanır. ÖYH, özgür yazılımın İngilizce çevirisinde (Free Software) bulunan ‘free’ kelimesinin özgürlükle ilgili olduğunu, fiyatla ilgisi olmadığını ısrarla vurgular. Fakat bu vurguya rağmen, yazılım özgür paylaşımdan kaynaklı olarak bir yan etkiyle ücretsiz de olmaktadır (Stallman, 2002).

Stallman, özgür yazılımı bekleyen en önemli tehlikenin farkındadır. Geliştirilen ve diğerleriyle paylaşılan bir yazılımın ebedi olarak özgür olması güvence altında değildir. Örneğin, MIT tarafından geliştirilen X Pencere Sistemi, kullanıcıların tamamen özgür erişimine açılmıştır. Fakat, bazı şirketler X Pencere Sistemi’ni alıp, onu kendilerine göre değiştirip, geliştirip özel mülk yazılım olarak satma yoluna gitmiştir. Böylece, kullanıcılara ilk geliştiricileri tarafından verilen özgürlük, şirketlerce gaspedilmiştir.

Buna karşılık Stallman, var olan telif hakları kanunu çerçevesinde yeni bir yaklaşım önerir: copyleft. Amaç, özgür olan bir yazılımın özel mülk haline gelmesinin önüne geçmektir. Temel düşünce, kullanıcıya, diğerlerinin özgürlüğünü engellemek dışında her özgürlüğü vermektir. GNU GPL (General Public License-Genel Kamu Lisansı) adı verilen bu lisansla, kullanıcı eğer GPL’li  bir yazılımı değiştirirse ya da ona eklemelerde bulunursa, yazılımın yeni halini dağıtmak istediğinde yine  GPL kullanmak zorundadır. X Pencere Sistemi örneğine dönersek, eğer GPL kullanılmış olsaydı, şirketler yaptıkları eklemeleri ve geliştirmeleri yine GPL ile dağıtmak zorundadır.

GPL, özgür yazılımın özel mülk haline getirilmesini önler. Bunun yanında yazılımı kavramsallaştırması toplumsal açıdan da oldukça önemlidir. GPL’e göre yazılım, sürekli biriken toplumsal bilgidir. Bazılarına bir yerlerden  tanıdık gelecektir: GPL’li bir yazılım, herkesin, ihtiyacına yönelik kullanımına açıktır ve varlığını insanların yetenekleri ölçüsünde yaptığı katkılarla sürdürür.

Stallman’ın bu lisansı tasarlarken ki yegane amacı, kullanıcıların özgürlüğünü garanti altına almaktır. Fakat GPL “bir virüs gibidir” (De-Landa, 2001); GPL’li bir yazılımı kullanıp onu diğer yazılımlarla bağladıkça GPL’li yazılımların sayısı hızla artar ve çok sayıda yazılımın ‘zor’la  özgür olmasını sağlar.

Perens (1999), GNU GPL’in politik retoriğinin bazı insanlarda yarattığı olumsuz etkiye işaret eder. Kullanıcının özgürlüğünü sağlamaktadır, ama girişimcilerin yazılımı özel mülk haline getirme özgürlüğünün önüne geçmesiyle yazılım endüstrisini rahatsız etmektedir. Stallman’ın (2002) bu eleştiriye yanıtı oldukça nettir: GNU’nun hedefi kullanıcının özgürlüğüdür, popüler olup herkesçe sevilmek değil.

1983’de özel mülk yazılıma tepkiyle başlayan GNU projesi, çeşitli katkılarla hızla büyür. 1990’lara gelindiğinde, tamamen özgür bir işletim sisteminin olabilirliği yönündeki kuşkular dağılmıştır (Wayner, 2000). GNU projesine bağışlanan  çok sayıda yazılım vardır ve neredeyse yolun sonuna gelinmiştir.

İnternet ve Linux
Daha önce de belirtildiği gibi GNU projesinin gündeminde tamamen özgür bir işletim sistemi yaratmak vardır. Bir işletim sistemini hayata geçirmek çekirdeğin, derleyicilerin, çeşitli editörlerin, metin işleme araçlarının vs. geliştirilmesini içeren oldukça kapsamlı bir çalışmadır (Stallman, 2002). 1990’da çekirdek dışında sistem hazırdır ve çekirdeğe yönelik çalışmalar sürmektedir.

Özgür Yazılım Vakfı (Free Software Foundation-FSF) ve lideri Stallman, özgür yazılımın bilinçli bir forma dönüşmesinde kritik bir rol oynadı. Fakat özel mülk yazılımlara karşı mücadele eden yalnızca onlar değildir. Stallman gibi ideolojik bir söylemle beslenmese de, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde, AT&T’nin doğrudan kurbanı olan hackerlar da sürece karşı koymaya çalışmaktadır (Wayner, 2000).

Keith Bostic ve arkadaşları, AT&T’ye ait kodun yeniden yazılmasıyla uğraşırlar. Ancak daha sonra AT&T tarafından şirketin kaynak kodunu çalmakla suçlanacaklar, çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kalacaklardır. Ta ki 1994 yılında  mahkeme tarafından suçsuz bulunana dek…

Bu dönemde, Bostic ve arkadaşlarından habersiz olarak Finlandiyalı bir öğrenci de DOS kadar ucuz ama UNIX kadar yetenekli bir işletim sistemi aramaktadır. Ancak 386 işlemcili bir PC alacak kadar parası vardır. Tanenbaum’un bir UNIX versiyonu olan MINIX’ini almak ister, ama o da 150 dolardır (Torvalds ve Diamond, 2001 :60-64).  Bunun üzerine Linus Torvalds GNU projesi tarafından sağlanan araçlarla kendi işletim sistemini yazmaya karar verir. Özellikle GNU C derleyicisi GCC Torvalds’ın çalışmasına önemli katkılarda bulunur.

Torvalds’un çalışması ne AT&T ile ne de Microsoft ile rekabet etmeyi aklına getiren son derece mütevazi bir çalışmadır. Ancak piyasada bulunan UNIX versiyonları kadar yetenekli bir sistem geliştirmek şeklinde iddialı bir hedefi de vardır. Torvalds çalımasını bir oyun ve deney olarak görmektedir (Raymond, 1999a).

Aslında Torvalds’ın çalısmasının çok da sıradışı bir yanı yoktur. Dünyanın dört bir yanında parlak işler yapan parlak öğrenciler vardır; Torvalds da bunlardan biridir. Ancak Torvalds’ın asıl başarısı ne yaptığında değil, nasıl yaptığında saklıdır. GNU Manifestosu’nda, çekirdeğin geliştirilmesinin geliştiriciler arasında yoğun bir iletişim gerektirdiği, bu yüzden de dar bir grup tarafından geliştirileceği söylenmiştir. Fakat Torvalds’ın daha sonra Linux adını verdiği çekirdek projesi tam tersi şekilde gerçekleştirilir. GNU Manifestosu’ndan sonra artan Internet kullanımı proje örgütlenmesini geniş bir grup içinde olanaklı kılar ve sürpriz şekilde daha iyi bir örgütlenme yaratır. Ucuz İnternet sayesinde, Linux projesi tüm dünyadaki yetenekleri kendi amaçlarına göre kullanabilme olanağı kazanır (Ibid.). Torvalds’ın (1999) da belirttiği gibi Linux’un en büyük başarısı teknik bir başarıdan çok, örgütsel bir başarıdır.  Bu çerçevede, ucuz İnternet erişi Linux projesinin başarısında anahtar role sahiptir. Ayrıca Linus’un çok sayıda kişinin aynı anda çalışmasına olanak veren modüler tasarımı da gerekli bir ön koşuldur (Ibid.).

Ancak gerek ucuz İnternet gerekse de modüler yapı, Torvalds’ın yönetimsel yaklaşımı ile bir anlam kazandı. Torvalds kullanıcıları projenin ortak geliştiricileri olarak kabul etti. Böylece tüketen-üreten ayrımını aşarak tü(keten)(ü)reten’e ulaştı. Torvalds’ın kullanıcıya türeten olarak yaklaşımı Linux’un ve daha sonraki Özgür Yazılım projelerinde önemli bir rol oynadı.

1992’ye gelindiğinde Linux türeticilerin kullanımına hazırdır. Kullanıcılar tercihlerini, o an biraz daha hazır olan ama hala mahkeme kapılarında sürünen BSD yerine GNU/Linux için kullanırlar.  Bu tercih de GNU/Linux’u BSD’nin bir adım önüne taşır.

Açık Kaynak Kod
İngilizce’deki improve kelimesi yalnızca “daha iyi yapmak” anlamında değildir; “birşeyi maddi kazanç için yapmak” (Wood, 1999: 80) anlamını da içerir; özellikle de toprağın kar için işlenmesi bağlamında. Wood’un da belirttiği gibi kapitalizmin erken döneminde, verimlilik ve karlılık improve  kelimesi içerisinde birbirine sıkı sıkıya bağlı halde bulunur. Bunu en çarpıcı biçimde, 17. yüzyılda, Locke’un yazılarında görürüz. Locke’un mülkiyet üzerine yaptığı yeni kavramsallaştırmalar improvement olgusu üzerine kuruludur. Toprak daha verimli ve karlı hale ancak özel mülkiyet sayesinde getirilebilir (Wood, 1999).

Locke’a (1942) göre daha iyi hale getirilmemiş toprak israftır ve her kim ki onu ortak mülkiyetten alıp kendi özel mülkiyeti yaparsa insanlığa bir katkı da sunmuş olur. Bir diğer deyişle, başkalarını topraktan mahrum bırakmak, onlardan birşey almak değil aksine insanlığa birşey vermektir. Locke yazılarında mülkiyeti sahibinin tüketimi için değil, emek verimliliğini, saat başı çıktıyı  arttırmak olarak değerlendirir.

Kapitalizmin ortaya çıkışında ve gelişmesinde, birbirleriyle de ilişkili olan, özel mülkiyet ve rekabet gerekli koşulların başında gelir (Wood, 1999). Her ikisi de kapitalizmin tarihi boyunca sürekli kutsanmış unsurlarıdır. Bu bağlamda Stallman’ın 1984 yılında yazılımda özel mülkiyete ve telif hakları kanunlarının dışlayıcılığına sert eleştiriler yöneltmesi tarihi bir öneme sahiptir. Stallman (1984a) eleştiri oklarını rekabete yöneltirken, bunun toplumda oluşturduğu bozulmaya dikkatleri çeker. Özel mülkiyet ve rekabet, insanlar arasındaki dayanışmayı zedelemektedir. Var olan yasalar der  ki:
Sen bu yazılımı dostlarınla paylaşamazsın. Paylaşırsan korsanlık yapmış olursun; bu da yasalar karşısında suçtur (Ibid.).
Stallman, Marxist ya da sosyalist değildir. Komünist olmadığını bazı yazılarında özellikle ifade etme gereği duyar. Aslında Stallman’ın ben komünist değilim derken söyledikleri, “kendisinin devletçiliğe, iktidarın baskılarına karşı” olduğudur. Ancak üretim araçlarının özel mülkiyeti ile bunun toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisi üzerine olan sözleri bize Marxist çözümlemeleri hatırlatmaktadır.

Ancak özgür yazılımla özel mülk yazılım arasındaki fark, son kertede üretim araçlarının (kaynak kodunun) toplumsal ve özel mülkiyeti arasındaki fark olsa da projeye katkıda bulunan hackerlar farklı güdülerle hareket ederler. Herkes Stallman gibi özel mülkiyetin toplumsal ilişkilerde yarattığı olumsuz etkiye karşı koyma güdüsüyle hareket etmemektedir. Bazıları için özgür yazılıma katkıları, sadece günlük işleri nedeniyledir. Bazılarının katkı koyma nedeni sadece programcılığı eğlenceli bulmalarıyken, bir kısmı ise koydukları katkılarla ün sağlayıp gelecekteki kariyerlerine parlak başarılar eklemek ister . Önemli bir kısım programcı ise sadece teknik bilgisini geliştirmeyi hedefller. Özetle,  GNU projesi heterojen bir yapıya sahiptir ve GPL sayesinde katkılar birikmektedir. Bugün özgür yazılıma katkı koyan bir hacker, yarının işadamına dönüşse de GPL  eklenen kaynak kodunun toplumsal mülkiyetini garanti altına alıp gelecek hackerlara bu toplumsal mirası aktarır.

Geliştirilen yazılım, açıkça özel mülk yazılımlara meydan okuyacak kadar yetkindir, ancak projenin lideri FSF’nin söylemi kapitalizmin temelleri olan özel mülkiyet ve rekabet ile açık seçik bir çelişki halindedir. Tarihte daha önce de kapitalizme cephe alan hareketler olmuştur. Ama şimdi ilginç bir durum sözkonusudur: Özgür Yazılım aynı zamanda kapitalizm içinde bir iş stratejisi haline gelmiştir. Tabi bunda ABD ekonomisinin içinden geçtiği dönemin de payı büyüktür.

1990’ların ikinci yarısı ABD ekonomisi için sıradışıdır. 1970’lerden beri devam eden durgunluk son bulmuş, ABD ekonomisi önemli bir büyümeye kaydetmiştir. Üstelik bu büyüme işsizlikte ve enflasyonda yaşanan düşüşlerle beraber yaşanır. Sözkonusu durum, özgür yazılıma dair iş stratejilerinin gelişmesine de uygun bir ortam sunar. İnternet, hızla araştırma labaratuvarlarından, üniversitelerden toplumun en geniş kesimlerine yayılmaktadır. Kuşkusuz bu gelişmenin ardında İnternet’i kendi amaçları için şekillendirmeye çalışan şirketler vardır. İş dünyası İnternet’i dönüştürdükçe, İnternet de iş dünyasının dinamiklerini değiştirir. Daha  önemlisi, hackerlar bu dönemde iş adamlarına dönüşmeye başlar (Castells, 2001a). Öyle bir döneme girilmiştir ki, üniversitelerinden mezun olan genç hackerlar, üniversiteden edindikleri özgür yazılım deneyimini, araçlarını yazılım endüstrisine taşırlar. Elbette ki bu süreçte hackerlar toplumsal kaygılarla hareket etmemektedir. İş hayatına en iyi bildikleri şeyi taşımaktadırlar: özgür yazılımı. Yanlarında getirdiklerinin teknik olarak üstün araçlar olduğundan şüpheleri yoktur (Dibona ve diğerleri, 1999).

Son tahlilde yeni doğan bu girişimci kültürü, içerisinde hacker kültürünü barındırsa da temeli doğal olarak kar etmektir. Dolayısıyla FSF’nin söylemindeki anti-kapitalist tonlar kabul edilemez (Ibid.). Örneğin, Stallman, teknik bir kitap olmasına rağmen başına özgür yazılım felsefesini açıkladığı bir bölüm koyduğu GNU Emacs Kullanım Kılavuzu’nu bastıracak yayıncı bulamaz. Bilginin kopyalanmasını ve paylaşılması vaaz eden bir kitap, yayıncının kendi bindiği dalı kesmesidir ve hiç bir yayıncı buna yanaşmaz. Dolayısıyla Stallman kitabını kendisi basar (Tiemann, 1999). Bunun Stallman için bir önemi yoktur; o tamamen etik değerlerle hareket eden birisidir. Fakat bu değerler bazıları için özgür yazılımın aşil topuğunu da oluşturmaktadır. Microsoft’un CEO’su Ballmer yaptığı açıklamalarda GNU’yu toplumdaki mülkiyet ilişkilerine zarar veren bir kanser olarak tanımlar (Moody, 2002).

Bu problemin üstesinden gelmek isteyen özgür yazılım dünyasının liderleri 1997’de Kaliforniya’da bir araya geldi. Katılımcılar arasında Eric Raymond’dan Tim O’Reilly’e kadar çok sayıda tanınmış insan yer almaktadır.  Stallman davetli değildir. Katılımcıların temel düşüncesi FSF’nin anti-kapitalist söylemi iş dünyasının özgür yazılıma yakınlaşmasının önündeki en büyük engeli oluşturduğudur. Bu nedenle önce özgür yazılımın adı değiştirdiler, artık onun adı Açık Kaynak Kod’dur. Ayrıca etik değerler ve özgürlük üzerine kurulu söylem hemen terkedilmelidir. Bundan böyle temel argümanları teknik üstünlük ve kullanıcılara getireceği karlılık olacaktı.

Aslında ne Stallman ne de FSF iş dünyası ile ilişkilere karşıdır. Hatta Stallman hayatını özgür yazılımdan kazanır; FSF GNU projesini bu şekilde finanse eder. Özgür yazılım, iş dünyasının  dikkatini 1990’ların ikinci yarısında çekmiş olmasına rağmen özgür yazılım iş modelleri uzun süredir vardır. Özgür yazılımın temeli şu şekilde özetlenebilir: “Programcılardan yetenekleri ölçüsünde katkı almak ve onlara ihtiyacı olan araçları sağlamak”. Özgür yazılım iş modellerinin temeli ise, “özgür yazılım lisansı dışına çıkmadan, firmaların ihtiyacı olanlara belirli bir ücret karşılığında hizmet sunması”dır. Örneğin herhangi bir özgür yazılımı kurmak için yeterli bilginiz yok ya da onu değiştirip kendi ihtiyaçlarınıza uyarlayacak programcılık bilgisine sahip değilsiniz. Bu durumda istediğiniz hizmetin ücretini ödersiniz. Firma kesinlikle toplumsal mülkiyete el koyamaz, sadece bir artı değer sağlayıp bunun karşılığını alır; bu artı-değer kaynak kodu niteliğindeyse toplumsal mülkiyete katkıda da bulunmuş olur.

Örneğin Red Hat firmasının stratejisi bu yöndedir. Kurulumu ve kullanımı teknik bilgiden yoksun kullanıcı için zor olan GNU/Linux’u, herkesin kullanabileceği kolaylığa getirdiler. Firmalara sundukları 7X24 hizmetle para kazanırlar. Bu iş modelinde kesinlikle “kullanım hakkı lisansı” satılmaz; sadece hizmet satılır. Red Hat sunduğu hizmetlerle kısa bir  sürede kullanıcılar kadar büyük bilişim şirketlerinin de güvenini kazanır. Önceden sadece Microsoft’u ya da büyük UNIX firmalarını dikkate alarak ürün geliştiren Oracle, IBM ve HP gibi şirketler artık Red Hat’ı da muhatap almaya başlar.

İş dünyasının özgür yazılıma ilgisi bununla da sınırlı kalmaz. Geçmişte özel mülk yazılımdan para kazanan, ama Microsoft’un karşısında tutunamayanlar da stratejilerinde köklü değişikliklere giderler. Netscape 1998’de kaynak kodunu kamuya açacağını ilan eder (Hamerly ve diğerleri, 1999). Aynı zamanda IBM, kendi web sunucusunu rafa kaldırıp yatırımlarını Apache Web Sunucusu’na yapmaya başlar (Moody, 2002). Daha doğrusu, SHARE deneyiminden sonra tekrar özgür yazılım dünyasına döner. Anca daha şaşırtıcı olanı, Microsoft’un bu gelişmelere sessiz kalmayıp 2001 yılında Kaynak Kodu Paylaşım Lisansı’nı duyurması olur. Microsoft yaptığı açıklamada ‘açık kaynak dünyasındaki’ olumlu deneyimleri bünyesine katmaktan çekinmeyeceğini duyurur.

Bu şirketler özgür yazılım dünyasına katıldıkça, özgür yazılımın dinamikleri de değişmeye başlar.  Şirketler yeni projeler başlatırlar. Sonuçta, kendini lisanslarda gösteren mülkiyet  ilişkilerinde önemli değişimler yaşanmaya başlar. Özgür yazılım firmaları ile özel mülk yazılım geliştiren firmalar arasında bir yakınsama oluşur. Özgür yazılım firmaları, gerekli gördükleri durumlarda ürünlerine özel sahipli yazılımları eklemekte tereddüt etmezler. GPL buna izin vermemektedir; dolayısıyla kimi firmalar yazılımın özel mülk haline gelmesine izin veren açık kaynak kod lisansları olarak adlandırılan lisansları tercih etmeye başlar. Özel sahipli yazılım üreten firmalar ise yine aynı lisans yaklaşımıyla yeni iş modelleri kurarlar (Smith, 2002). Kapitalizmle kurulan yeni ilişkiler çerçevesinde yeni lisanslar oluşurken, bilginin sürekli toplumsal birikimini güvence altına alan GPL, gerek bazı açık kaynak kod sözcüleri, gerekse de Microsoft tarafından istenmeyen lisans ilan edilir. Açık kaynak koda ilgisini olumu cümlelerle ifade eden Microsoft,  sık sık, GPL ile arasındaki çelişkinin uzlaşmazlığına işaret eder (Lessig, 2002).

Özgür yazılım ile  açık kaynak kod arasındaki çelişki, özgür yazılımın  tarihsel seyrinin anlaşılabilmesi için gerekli temel noktalardan biridir. Özgür yazılım dünyasında yaşanan bu çatallaşma bir bakıma özgür yazılım’ın kapitalizm tarafından asimilasyonudur. Açık kaynak kod taraftarları için “özgürlük” kelimesi bile iş dünyasını rahatsız edebileceğinden sakıncalıdır (Dibona ve diğerleri, 1999). Açık kaynak kod’daki açıklık onlar için teknik üstünlüktür, hızdır ve elbette ki kardır. Richardson’un (2001) belirttiği gibi  açık kaynak kod, iş dünyası için ehlileştirilmiş özgür yazılımdır.

Stallman (2002) bu ayrımı 68 kuşağında yaşanan ayrımlarla karşılaştırır. Bu dönemde örgütler, aynı hedefi gütmelerine karşın uygulanacak stratejinin detayları yüzünden birbirlerine düşer ve karşı tarafı düşman olarak görmeye başlar. Özgür yazılım ve açık kaynak kod arasındaki ilişki bunun tam tersidir. Her iki tarafın da farklı hedefleri vardır; ama toplumsal pratikleri ile aynı yolda karşılaşırlar. Birbirlerinin projelerine destek verirler.

Fakat bu demek değildir ki aralarındaki ilişki pürüzsüzdür. Bazı kritik durumlarda iki taraf farklı tepkiler gösterir. Örneğin, Linux çekirdeğinin geliştirilmesi sürecinde Torvalds kaynak kodunun kontrolü için özel mülk bir yazılımı tercih ettiğinde özgür yazılım taraftarları bunu kabul edilemez bulmuştur. Torvalds’ın ve açık kaynak kodçuların yanıtı ise her zamanki gibi açıktı: özel mülk yazılım daha üst teknik düzeye sahipse kullanırız. Yazılımın sahibi Bitkeeper yazılımı bedava verir. Ama bir şartla: Benim yazılımımı kullanan programcılar, bana rakip bir yazılımın geliştirilmesinde çalışamazlar (Williams, 2002). Torvalds bu şartı kabul etmiştir, ancak tarih herhangi bir firmanın insiyatifine güvenilemeyeceğini gösterdi ve daha sonraki süreçte Stallman haklı çıkar.

Bir diğer sorun, Stallman’ın Linux adının yanlışlığını, onun GNU/Linux olmasını belirtmesiyle yaşanır.  Stallman, Linux’un sadece çekirdek olduğunu,  işletim sisteminin doğru adının GNU/Linux olması gerektiğini söyler. Torvalds ve açık kaynak kodçular buna itiraz ederler. Gerekçeleri, var olan işletim sisteminde GNU araçları dışında araçların da olduğudur.

Daha sonraki tartışma popüler bir GNU/Linux masaüstü ortamı olan KDE konusunda yaşanır. KDE’yi geliştiren Trolltech firması, KDE’de özel mülk yazılım kullanmaya karar verdiklerinde karşılarında yine özgür yazılımcıları bulur. Özgür Yazılım taraftarları, firmayı uyarır, ancak bu uyarı dikkate alınmayınca KDE’ye rakip olarak GNOME masaüstü ortamını geliştirmeye başlarlar. KDE geri adım atmak zorunda kalır. Özgür Yazılım taraftarları aynı kararlılığı Java programlama dili konusunda da gösterdi. Sun firması Java’nın GPL ile lisanslanmasına yanaşmayınca Java’nın özgürleştirilmesi için GNU kapsamında bir proje başlatılır. Proje nerdeyse tamamlanmak üzereyken geçtiğimiz günlerde Sun, Java’yı GPL ile lisanslamaya karar verdiğini duyurdu.

Ancak özgür yazılım taraftarlarıyla açık kaynak kodçular arasındaki en büyük çelişki sonraki bölümlerde göreceğimiz güvebilir hesaplama konusunda  yaşanmaktadır. Özgür Yazılım taraftarları bunu kullanıcı özgürlüğüne karşı bir tehlike olarak niteleyip yazılımdaki özgürlüğü güvence altına alan bir lisans önerirler, başta Torvalds ve Linux ekibi olmak üzere açık kaynak kodçular bu yeni lisansa karşı çıkarlar.  Sanal ortamda şiddetli tartışmalar hala devam etmektedir.

Hükümetler , Fikri Mülkiyet Hakları ve Gelecek
2000 sonrasında bilişim sektöründe yaşanan iflaslarla özgür yazılım ya da açık kaynak kod iş modeline sahip firmalardan bir kısmı da sahneyi terkeder. Fakat bu sefer de bayrağı hükümetler alır. Almanya’da, Fransa’da, Brezilya’da, Singapur’da ve Çin’de GNU/Linux’a geçiş projeleri ortaya çıkmaya başlar. Bu ülkeler, bilişim sektöründeki geç kalmışlıklarını özgür yazılım çözümleriyle giderme yolunu seçerler .

Fakat özel mülk yazılım geliştiren firmalar ve bu  firmaların fikri mülkiyet haklarını korumakta kararlı olan ABD, bu hükümetlere baskı yapmaya başlar. Avrupa Birliği’ni (AB) yazılım patentleri konusunda sıkıştırır. AB üyesi olup patentlere destek vermeyen kimi ülkeler tehditlerle sindirilmeye çalışılır. Örneğin Microsoft, yazılım patentlerine karşı olmayı sürdürmesi durumunda Danimarka Hükümeti’ni, Danimarka’da bulunan 800 iş pozisyonunu ABD’ye kaydırmakla tehdit eder. Microsoft’un bu davranışı ilk değildir; nitekim benzer tehdidi Brezilya Hükümeti’ne de savurmuştur. Fakat Avrupa’da gerçekleşen patent savaşında asıl dikkat edilmesi gereken nokta savaşın taraflarıdır. Özgür yazılımın destekçisi IBM, Microsoft ile aynı saftadır ve patentleri desteklemektedir. Özgür yazılım taraftarları ise sokak eylemleri dahil etkin bir kampanya yürütürler. IBM, sahip olduğu patentlerin bir kısmını özgür yazılım geliştiricilere bağışladığını  duyurmasına  rağmen  patent savaşı, özgür yazılımcılarla uluslararası şirketler arasındaki ilişkinin kırılganlığını göstermesi açısından önemlidir .

Benzer bir durum son zamanlarda ortaya çıkan “Güvenilir Hesaplama” konusunda  yaşanır. Güvenilir Hesaplama Grubu, bunun bilgisayar güvenliğini arttıracağı iddiasındadır. Bu donanıma entegre edilecek bir chiple sağlanacaktır. Özgür Yazılımcılar bunun yalnızca donanım firmaların kullanıcılar üzerindeki iktidarını güçlendireceğinde ısrar ederler. Donanım firmaları, bilgisayarda kullanılan yazılım dahil birçok şeyi kontrol edebileceklerdir. Örneğin, kullanıcı özel mülk yazılım kullanmaya zorlanabilir. Microsoft’un Güvenilir Hesaplama Grubu’nun bir destekçisi olması şaşırtıcı değildir. Ancak Özgür Yazılım destekçisi büyük şirketler (IBM, HP ve SUN) de  bu grubun içindedir.

Açık kaynak kodçular, iş dünyasını ürkütmemek stratejisine devam ederken, özgür yazılım taraftarları bu saldırıları GPL’de yaptıkları yeni düzenlemeler bertaraf etmeye çalışmaktalar. Gelecek hala belirsizdir. Özgür yazılım dünyasının, kapitalizmin farklı biçimlerde gelen fikri mülkiyet hakları saldırısına karşı mücadelesi ve içsel çelişkileri özgür yazılımın olası geleceğini de belirleyecektir.

Ancak herşey bir yana, bugün özgür yazılımın, özel mülkiyetin olmadığı bir dünyanın nasıl olabileceği hakkında sunduğu ipuçları ve özel mülkiyetin (dolayısıyla rekabetin) gelişme için bir gereklilik olmadığı yönünde sunduğu anti-tez hala başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermektedir.

Tüm dünyada GNU adında, öküz kılığında bir hayalet dolaşmaktadır!

 

Referanslar
Boyle, J. (1996). Shamans, Software, and Slpeens:Law and The Construction of Information Society. Cambridge, Mass. : Harvard University Press.
Campbell-Kelly, M. (1995). Development and structure of the international software industry, 1950-1990. BUSINESS AND ECONOMIC HISTORY, Volume 24, no. 2, Winter.
Castells, M. (2001a). The Internet Galaxy: Reflections on the Internet, Business, and Society. New York: Oxford University Press Inc.
DeLanda,M. (2001). Open-source: Amovement in search of a philosophy. presented at the Institute for Advanced Study, Princeton, New Jersey, Son erişim 21 Kasım 2005,http://www.cddc.vt.edu/host/delanda/pages/opensource.htm.

DiBona, C., Ockman, S. and Stone, M. (1999). Introduction. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim, 31 Ocak 2005,http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.

Fogel, K. (2005). Producing Open Source Software. O’Reilly.
Hamerly, J., Paquin, T. andWalton, S. (1999). Freeing the source, the story of mozilla. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim, 31 Ocak 2005, http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.

Lessig, L. (2002). Open source baselines: Compared to what? Government Policy toward Open Source Software, AEI-Brookings Joint Center For Regulatory Studies (s.50–68).

Levy, S. (2001). Hackers: Hereoes of the Computer Revolution (s. 1–90). Penguin Books.

Moody, G. (2002). Rebel Code: The Inside Story of Linux and the Open Source Revolution. New York: Basic Books.
OECD (1985). Software: An Emerging Industry. Information Computer Communucations Policy, Paris.
Seidel, R.W. (2002). Government and the Emerging Computer Industry. In From 0 to 1: An Authoritative History of Modern Computing.  (s. 189–201). New York, NY: Oxford University.

Perens, B. (1999). The open source definition. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim 31 Ocak 2005http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.

Raymond, E. (1999a). A brief history of hackerdom. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim 31 Temmuz, 2005,http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.

Richardson, J. (2001). Free software & gpl society —interview with stefan merten, oekonux. Son erişim 31 Temmuz, 2005, http://www.freesoft.org/FSM/english/issue01/smerten.html.

Smith, B. L. (2002). The future of software: Enabling the marketplace to decide. Government Policy toward Open Source Software, AEI-Brookings Joint Center For Regulatory Studies (s. 69–86).

Stallman, R. (1984b). Initial announcement. http://www.gnu.org/gnu/gnuhistory.html.
Stallman, R.M. (2002). Free Software, Free Society: Selected Essays of Richard M. Stallman. GNU Press http://www.gnupress.org/ Free Software Foundation Boston, MA USA.
Steinmueller, W. E. (1996). The US Software Industry: An Analysis and Interpretive History (s. 15–52). Oxford University Press.
Tiemann, M. (1999). Future of cygnus solutions : An entrepreneur’s account. Open
Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim 31 Ocak, 2005,http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.
Torvalds, L. (1999). The linux edge. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, Son erişim 31 Ocak, 2005,http://www.oreilly.com/catalog/opensources/book/toc.html.
Torvalds, L. and Diamond, D. (2001). Just for Fun: The Story of an Accidental Revolutionary. HarperBusiness.
Wood, E. M. (1999). The Origin of Capitalism. Monthly Review Press.
Wayner, P. (2000). Free For All : How Linux and the Free Software Movement
Undercut the High-Tech Titans. Son erişim 15 Ağustos 2004,
http://www.wayner.org/books/ffa/.
Williams, S. (2002). Free as In Freedom, Richard Stallman’s Crusade for Free Software. OReilly, Son erişim 15 Ağustos 2004,http://www.oreilly.com/openbook/freedom/index.html.

 

i  ‘Hacker’lar, medyada sık sık yer aldığının aksine, yasa dışı yollardan bilgisayar sistemlerine giren, web sitelerini çökerten, banka şifrelerini çalan insanlar değillerdir. Bunlara ‘cracker’ adı verilir. ‘Hacker’lar, bilgisayar sistemlerini kıran/yıkan insanlar değillerdir. Tam tersine, onlar, enformasyonel toplumun yaratıcıları, devrimcileridirler.
ii  Hükümetlerin özgür yazılım politikaları için: http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=313
iii   Benzer bir eğilim Türkiye’de görülür. TÜBİTAK yönetiminde geliştirilen Pardus ve Milli Savunma Bakanlığı’nın ASAL Dairesi’nin Pardus’a geçeceğini duyurması Türkiye’nin geç de olsa yapmış olduğu önemli bir hamledir.
iv  Yazılım patentleri hakkında açıklayıcı bir çalışma için: http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1955 ve http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1129 yazılarına bakabilirsiniz.

 

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir