Birçok insan YZ’den (yapay zekâ) korkuyor. Bir gün insansı robotların tüm insanlığı yok edebileceğini düşünüyorlar. Olabilir; ama şu anda bu korkunun kendisi Terminatör gibi insansı robotlardan çok daha tehlikeli. Çünkü gerçekte var olan sorunları fark edebilmemizi ve bunlara karşı çözümler geliştirebilmemizi engelliyor. YZ’yi teknik olarak farklı başlıklar altında ele alabiliriz: dar yapay zekâ, yapay genel zekâ, yapay süper zekâ; sembolik yapay zekâ, yapay öğrenme, derin öğrenme vb. Buna karşın, Dyer-Witheford, Kjøsen ve Steinhoff’un (2022) geçmişteki sosyalizm tartışmalarına atıfla, YZ hakkındaki dehşetli korkuları ve beklentileri bir yana bırakarak, bu teknolojilerin “deneysel ve eşitsiz benimsendiği bir aşamayı” belirtmek amacıyla kullandığı “reel (gerçekte var olan) YZ kapitalizmi ” adlandırmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Dyer-Witheford vd’nin (2022) belirttiği gibi YZ kapitalizmi duraklayabilir, sönebilir veya reel sosyalizm gibi patlayabilir. YZ ile donatılmış bir kapitalizmin gideceği yönler oldukça belirsiz. Şimdiki kapitalizm, artı değer üretiminin devam ettiği ama bir çok yönden eskisinden farklı bir sisteme evrilebilir. Ya da kendimizi tamamen farklı bir toplumsal oluşum içinde bulabiliriz. Gidişatın insanlık için iyi mi yoksa kötü mü olacağını şimdilik bilemeyiz. Ama YZ’nin bu süreçte oynayacağı rol, gerçekte (!) var olan sorunlara karşı vereceğimiz mücadelelere bağlı.
Kategori: Gözetim
İngiliz bilimci Tim Berners-Lee’nin 1989’da, CERN’de çalışırken icat ettiği WWW (World Wide Web) internette yeni bir dönemin kapısını araladı. İnternet, o güne kadar daha çok enstitü ve üniversitelerdeki bilim insanlarını birbirine bağlayan bir ağdı. WWW’nin geliştiriliş amacı da bilim insanlarının bilgi paylaşımını kolaylaştırmaktı. Tim Berners-Lee, 1990 yılının sonunda WWW düşüncesini hayata geçirebilmek için CERN’de bir web sunucu ve tarayıcı geliştirdi. ABD’deki ilk sunucu ise yine bir parçacık fiziği laboratuvarında (Stanford Linear Accelerator Center) Paul Kunz ve Louise Addis’in katkılarıyla geliştirildi. 1993’ün başında da Illinois Üniversitesi’ndeki NCSA (National Center for Supercomputing Applications), Mozaik adlı web tarayıcının ilk sürümünü çıkardı. 1994 yılı sonunda iki bini ticari olmak üzere on bin web sunucusu ve on milyon kullanıcı vardı (https://home.cern/science/computing/birth-web/short-history-web).
Uzunca bir süre iktisatçılar bilişim teknolojilerinin beklenen verimlilik artışını getirmediğine işaret ettiler. İktisadi büyüme konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Robert Solow 1987 yılında, bilgisayarların verimlilik istatistikleri dışında her yerde olduğunu belirtiyordu. Fakat 1990’ların ikinci yarısında, özellikle de internetin etkisiyle beraber bu durum değişmeye başladı.
Donald Trump döneminde Çinli şirketlerin faaliyetlerini kısıtlamak amacıyla çeşitli adımlar atılmış hatta Huawei’in Mali İşler Başkanı Meng Wanzhou, ABD’de başlatılan soruşturma kapsamında 1 Aralık 2018’de Kanada’da gözaltına alınmıştı. Meng Wanzhou aynı zamanda Huawei’in kurucusu Ren Zhengfei’nin de kızıydı. Ancak gözaltının öncesine ve sonrasına baktığımızda ABD’nin bu hamlesinin Trump’ın fevri hareketlerinden biri olmadığı görülüyor. ABD yönetimi, uzunca bir süredir başta Huawei olmak üzere Çinli şirketleri bir tehdit olarak algılıyor ve şirketlerin faaliyetlerini yalnızca ABD’de değil, tüm dünyada kısıtlamaya çalışıyor. Joe Biden’in seçimi kazanmasından sonra yapılan ilk açıklamalar ABD’nin Çinli şirketlere karşı politikasının değişmeyeceğini gösteriyor. Beyaz Saray Basın Sekreteri Jen Psaki (https://pandaily.com/president-biden-reviews-u-s-china-relations-and-huawei-dispute/) ve Biden’in Ticaret Sekreterliği adaylarından Gina Raimondo (https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-02-04/biden-commerce-pick-sees-no-reason-to-pull-huawei-from-blacklist) tarafından yapılan açıklamalarda Çinli şirketlere karşı bir yumuşamanın olmayacağı belirtildi.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medya 20’li yaş fotoğraflarıyla doldu. Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan, Twitter hesabından yaptığı açıklamada “20’li yaşlar challenge” ve benzeri akımlara karşı vatandaşları uyardı. Sayan’a göre kişisel verileri ve yüz ifadelerini kopyalayan akımlar, görsel veri işleme alanına zemin hazırlıyordu (https://www.trthaber.com/haber/bilim-teknoloji/20li-yaslar-challenge-akimina-karsi-vatandaslara-uyari-578985.html):
Kişinin şimdiki haliyle eski halinin değişiminden, yapay zeka algoritmalarını besleyecek istatistiki veriler oluşturuluyor. Aynı zamanda farklı uygulamalar ve cihazlardan paylaştığımız parmak izi ve yüz taraması gibi verilerimiz, genetik verilerimizi barındırıyor. Bu gibi hassas verilerin hangi sunucularda nasıl tutulduğu, yeterli güvenliğe sahip olup olmadığı tam bir kara kutu.
Kişisel verilerimiz; bizi belirli veya belirlenebilir hale getiren, bizi tanımlayan ve bize ait olan bilgilerimiz. Bu sebeple kişisel verilerimizi korurken, özellikle de sosyal medyada paylaşırken daha hassas davranmalıyız.
Z kuşağı olarak adlandırılan gençlerin bir kısmı önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak ve sonraki yıllarda da ülkenin geleceğini belirleyecekler. Bu nedenle siyasi partiler seçim stratejilerini bu kuşak etrafında biçimlendirmeye çalışıyorlar. Kendileri hakkında çok şey söyleniyor: bireyseller, kolay sıkılıyorlar, internet üzerinde sosyalleşiyorlar… Ancak Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün belirttiği gibi kuşak tanımlamaları, diğer toplumsal kategoriler gibi homojen kategorilerden oluşmuyor ve çoğunlukla pazarlama ve insan kaynakları tarafından kullanılıyor (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-53250029).
İşçi ve işveren kimdir? Bir fabrika ortamında bu sorunun yanıtını vermek kolaydır. Tarafların sınıfsal konumları açık seçik ortadadır. Bir fabrikada işveren, işverenliğini inkar etmez. Bazen işçiler, “aynı gemideyiz” masallarına kapılsalar da ne işveren, işveren olduğunu ne de işçi, işçi olduğunu inkar eder. Ama aynı soruyu son yıllarda hızla yaygınlaşan dijital platformlar bağlamında ele aldığımızda işler karmaşıklaşır. Taraflar sınıfsal konumlarını inkar etmeye meyillidir. Goodwin’in (2015) işaret ettiği gibi dünyanın en büyük taksi şirketi Uber’in hiçbir aracı yoktur, dünyanın en popüler medyasına sahip olan Facebook içerik üretmemektedir, dünyanın en değerli perakendecisi Alibaba’nın envanteri yoktur ve dünyanın en büyük konaklama sağlayıcısı olan Airbnb’nin gayrimenkulü yoktur. Bu nedenle Uber taksi hizmeti sağlayan bir şirket olmadığını, bir teknoloji şirketi olduğunu iddia eder. Yalnız Uber değil, diğer dijital platformlar da bir işveren olduklarını reddederek kendilerini hizmet sağlayıcılar ve müşterileri/tüketicileri bir araya getiren bir teknoloji şirketi olarak göstermeye çalışırlar. Böylece işverenliğin yasal sorumluluklarından kaçabilirler!
Daha önce akıllı şehirler hakkında yazdığım yazılarda şehirleri bir bilgisayar gibi ele alan yaklaşımları aktarmıştım. Siemens, akıllı şehirleri bir açık hava bilgisayarına benzetiyordu. Jenny McGrath, Kansas City’deki akıllı şehir projesi hakkındaki yazısında akıllı şehri, algılayıcılarla donatılmış ve uygulamalara ihtiyaç duyan dev bir akıllı telefon gibi görüyordu (bkz. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2020/04/01/sirketlerin-ve-hukumetlerin-yonettigi-akilli-sehirler/). Bu yazıda ise Luque-Ayala ve Marvin’in (2020), Kent İşletim Sistemleri: Hesaba Dayalı Şehri Üretmek adlı çalışmasına yer vereceğim. Fakat bu konuya geçmeden önce geçen ayın en çok tartışılan konularından biri olan WhatsApp’ın yeni gizlilik politikasına kısaca değinmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde akıllı şehirler ve platform ekonomilerini (bu arada Uber’in Türkiye’de yeniden faaliyete geçeceğini atlamayalım) daha sık tartışmak zorunda kalacağız. WhatsApp olayını sadece mahremiyetin sınırları içinde kalarak tartışamayacağımızı, önümüzdeki günlerdeki tartışmalara hazırlıklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kişisel veriler, çoğunlukla mahremiyet tartışmalarının konusu. Kişisel verileri toplayan hükümet veya onunla işbirliği yapan bir kuruluşsa tedirgin oluyoruz. Kişisel veriler, şirketler tarafından toplandığında ise fazla…