"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: Teknolojik Egemenlik

Yurttaşların Yapay Zekâ Süreçlerine Katılımı

24 Ağustos’ta Telegram’ın CEO’su Pavel Durov, Paris’in kuzeyindeki Le Bourget Havalimanı’nda Fransız polisi tarafından gözaltına alındı. Gözaltı sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Twitter/X platformunda yaptığı açıklamada gözaltının siyasi bir karar olmadığını belirtti. Aslında Fransa, birkaç ay önce Durov ve platformun kurucu ortağı olan kardeşi için tutuklama emri çıkarmıştı. Durov bunu umursamamış ve büyük bir öz güvenle Fransa topraklarına geri döndüğünde de gözaltına alınmıştı.

Savcılık tarafından yayınlanan belgede Durov, “yasal dinlemeler ve istihbari faaliyetler için gerekli bilgi veya belgelerin yetkili makamlara iletilmesini kabul etmemek, organize suç gruplarının yasa dışı işlemlerine ortam sağlayan bir çevrim içi platformun yöneticisi olmak, organize grupların çocuk istismarı gibi siber suç faaliyetlerine izin vermek, uyuşturucu maddelerin edinilmesi, taşınması veya satılması, organize dolandırıcılık, suç ve suçlardan elde edilen gelirlerin aklanması ve kripto dolandırıcılığı” gibi suçlarla itham ediliyordu (https://www.aa.com.tr/tr/analiz/telegram-in-kurucusu-neden-fransada-gozaltina-alindi/3314923).

Çin, Yapay Zekayı Nasıl Düzenliyor?

Teknoloji alanında ABD ve Çin arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyor. Hem ABD hem de Çin, kendi teknolojik şirketleri ve uluslararası yatırımları aracılığıyla teknolojiyi ve teknolojik standartları şekillendirmeye çalışıyor. Ama ne yazık ki ülkemizde, Çin’deki gelişmeler ABD ve Avrupa’dakiler kadar ses getirmiyor. Zihnimizde oluşturduğumuz bir Çin resmi var. Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran bu resimde yan yana duruyor. Bu şer ittifakı (!) bizim özgür (?) internetimizin yerine sansüre dayalı kendi internetlerini dayatmaya çalışıyor ve diğer hükümetlere kötü örnek oluyor.

Yerel Yönetimlerde Teknolojik Egemenlik

On yıl önce, eski bir NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) çalışanı olan Edward Snowden’ın sızdırdığı verilerden söz ediyorduk. Snowden’a göre NSA, yasaların izin verdiğinden çok daha fazlasını yapıyordu. Suçlu veya şüpheli olmasına bakmaksızın toplumun geneline ait verileri topluyor, filtreliyor ve analiz ediyordu. Snowden’ın ifşaatlarına göre ABD, bilişim şirketlerinden belirli kişilere ait verileri alabiliyordu. ABD’li yetkililer, bunun sadece kanunlar çerçevesinde ve mahkeme kararıyla gerçekleştiğini söylüyorlardı. Fakat NSA’nın bu şirketlerin sunucularına doğrudan erişebildiğini gösteren belgeler vardı.

Bu ifşaatlar karşısında bir çoğumuz huzur içinde sıradanlığımıza sığınmıştık. Sonuçta istihbarat örgütleri için sıradan insanlardık; telefonumuzu dinleseler veya e-postalarımız okusalar ne olurdu? Böylece son on yılda teknoloji şirketlerinin topladığı verinin miktarı ve kapsamı arttı. Gündelik hayatımızla ilgileri derinleşti. İlk başta verilerin toplanması sadece sosyal medya ve akıllı telefon kullanımına dayanıyordu. Hâlâ inisiyatifin bizde olduğuna inanıyorduk. İstersek sosyal medyadan çıkabilir veya mahremiyetimizi tehdit eden uygulamaları telefonumuzdan silebilirdik! Teknolojiyle kurduğumuz ilişkide aktif öznelerdik ya da en azından öyle düşünüyorduk. Ancak akıllı şehir girişimleri ve uygulamalarıyla beraber veri ilişkilerinin daha pasif bir bileşeni haline geliyoruz. Bu tip uygulamalar gözetim ve veri toplamayı daha geniş ve derin gerçekleştiriyorlar. San Diego’da olduğu gibi trafiği kontrol etmek üzere konuşlandırılan sokak lambaları bunun yerine vatandaşları gözetlemek için kullanılabiliyor. Şirketler, şehirleri algoritmalarla optimize etme vaadiyle şehirlerin veri akışlarını tamamen kontrol etmeye çalışıyorlar. Böylece hem şehrin altyapısı (elektrik, su, kanalizasyon, ulaşım vs) üzerindeki etkilerini artırıyorlar hem de üretilen verilerin gelecekteki kullanımını tekellerine alıyorlar. Akıllı şehirleri tartışırken kendimizi baştan sona “akıllı” teknolojilerle yapılandırılmış şehirlerle sınırlamamak gerekiyor. Bir yerden bir yere nasıl gidileceğini tarif eden veya toplu taşıma araçlarına binmek için kullandığımız uygulamaları da bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Yapay Zekâ ve Alternatif Politikalar

İlk küresel “Yapay Zekâ Güvenliği Zirvesi”, 1-2 Kasım tarihlerinde Londra’da gerçekleşti. Zirvenin düzenlendiği yer, Bletchley Park, bilgisayar bilimi açısından tarihi bir öneme sahipti. Bletchley Park, II. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanyası’nın Enigma ve Lorenz şifrelerinin çözümünde bir üs olarak kullanılmıştı. Ülkemizin de katıldığı bu ilk küresel YZ (Yapay Zekâ) zirvesinde 28 ülkeden temsilci vardı.

Açık Kaynak Yazılımdan Açık Yapay Zekâya

Richard Stallman’ın 40 yıl önce, 27 Eylül 1983’te, gönderdiği bir e-posta tarihin akışını değiştirdi. Stallman, e-posta’da GNU (Gnu’s Not Unix – GNU, Unix Değildir) adlı bir işletim sistemi geliştireceğini ve GNU’yu onu kullanabilen herkese bedava (free) olarak vereceğini yazıyordu. Daha sonra Stallman niyetini özensiz bir şekilde ifade ettiğini belirtecekti:

Altyapılaşan Bir Platform: Alibaba

ABD Başkanı Joe Biden, Ocak ayında Wall Street Journal’da yayımlanan yazısında Cumhuriyetçileri ve Demokratları teknoloji devlerinin suistimallerine karşı birleşmeye çağırdı. 2016 ABD seçimleri ve Facebook/Cambridge Analytica skandalından sonra teknoloji devlerinin iş modelleri ve yarattıkları sorunlar daha çok tartışılıyordu. Şirketler, en kişisel verileri topluyor, paylaşıyor ve kullanıyorlardı. İnsanların kendi platformlarında daha fazla zaman geçirmeleri için sıklıkla onları kutuplaştırıcı içeriklere yönlendiriyorlardı. Biden, teknoloji şirketlerini neden oldukları sorunlardan sorumlu tutacak güçlü bir yasanın hazırlanması için Demokratların ve Cumhuriyetçilerin bir araya gelmesi gerektiğini savunuyor (https://www.wsj.com/articles/unite-against-big-tech-abuses-social-media-privacy-competition-antitrust-children-algorithm-11673439411).

Yarı İletken Tedarik Zinciri

Otomotivden tarım ve sağlık sektörüne kadar bir çok sektör çip krizinden etkilendi. Otomobil üreticileri, üretimlerini kısmak zorunda kaldı. Tıbbi cihaz üreticileri, çiplere dayanan ultrason ekipmanları, kalp pilleri, ventilatörler gibi tıbbi cihazlara olan talebi karşılamakta zorlandı. Ani yükseliş ve düşüşler; çift haneli pazar büyümesi dönemlerini hemen durgunluk veya düşüşlerin takip etmesi yarı iletken pazarında sık karşılaşılan bir durumdu. Geçen yazıda, Mouré’dan (2022) aktardığım gibi bu ani yükseliş ve düşüşlerde şirketlerin iş stratejilerinin de rolü vardı. Ama şimdi tüm musibetler arka arkaya gelmişti: COVID-19, doğal felaketler ve ABD-Çin teknoloji savaşı.

ABD-Çin Teknoloji Savaşı

Trump yönetiminin 2017 yılının sonunda yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD-Çin ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu. Stratejide, ABD’nin Çin’in liberalleşeceği beklentisiyle yıllarca Çin’in yükselişini ve savaş sonrası uluslararası düzene entegrasyonunu desteklediği belirtiliyordu. Fakat Çin beklentileri boşa çıkarmıştı. ABD’nin milyarlarca dolar değerindeki fikri mülkiyetini çalmış; Hint-Pasifik bölgesini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemeye girişmiş; gelişmekte olan bölgelere yaptığı yatırımlarla etki alanını genişletmeye çalışmış; adil olmayan ticaret uygulamalarını genişleterek ve kilit sektörlere, hassas teknolojilere ve altyapıya yatırım yaparak Avrupa’da stratejik bir dayanak kazanmıştı. Ama daha önemlisi Çin ve Rusya, ABD’nin kritik altyapısını ve komuta ve kontrol mimarisini tehdit edebilecek gelişmiş silah ve yetenekler geliştiriyordu (https://trumpwhitehouse.archives.gov/wp-content/uploads/2017/12/NSS-Final-12-18-2017-0905.pdf).

Yapay Zekâ Stratejileri

Yapay Zekâ (YZ), 21. yüzyılın en önemli dönüştürücü güçlerinden biri ve dünyanın geleceğini belirleyebilecek bir teknoloji. Geride kalmak istemeyen ülkeler arasında büyük bir rekabet var. Fakat YZ, içerdiği fırsatların yanında ülkeler için çeşitli riskler de içeriyor. Bu nedenle, hükümetler YZ’nin gelişiminde daha aktif bir rol almaya ve YZ’nin kendi ülkelerindeki gelişimini yönetmeye çalışıyorlar. Hükümetler, ülkelerinin öncelik ve çıkarları doğrultusunda rehberler, düzenlemeler ve stratejiler oluşturuyorlar.

Değişen İnternet ve Öne Çıkan Modeller

İngiliz bilimci Tim Berners-Lee’nin 1989’da, CERN’de çalışırken icat ettiği WWW (World Wide Web) internette yeni bir dönemin kapısını araladı. İnternet, o güne kadar daha çok enstitü ve üniversitelerdeki bilim insanlarını birbirine bağlayan bir ağdı. WWW’nin geliştiriliş amacı da bilim insanlarının bilgi paylaşımını kolaylaştırmaktı. Tim Berners-Lee, 1990 yılının sonunda WWW düşüncesini hayata geçirebilmek için CERN’de bir web sunucu ve tarayıcı geliştirdi. ABD’deki ilk sunucu ise yine bir parçacık fiziği laboratuvarında (Stanford Linear Accelerator Center) Paul Kunz ve Louise Addis’in katkılarıyla geliştirildi. 1993’ün başında da Illinois Üniversitesi’ndeki NCSA (National Center for Supercomputing Applications), Mozaik adlı web tarayıcının ilk sürümünü çıkardı. 1994 yılı sonunda iki bini ticari olmak üzere on bin web sunucusu ve on milyon kullanıcı vardı (https://home.cern/science/computing/birth-web/short-history-web).