"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: mülkiyet

Bir Kaynak Olarak Veri ve Dijital Zeka

Kanal İstanbul tartışmaları devam ederken 24 Aralık 2019 tarihinde “Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı”na ilişkin bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesi, Resmi Gazetede yayımlandı. Genelgede özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda hazırlanan “2020-2023 Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı”na (https://www.akillisehirler.gov.tr/wp-content/uploads/EylemPlani.pdf) vurgu yapılıyor. Söz konusu raporda akıllı şehirler, “Paydaşlar arası işbirliği ile hayata geçirilen, yeni teknolojileri ve yenilikçi yaklaşımları kullanan, veri ve uzmanlığa dayalı olarak gerekçelendirilen ve gelecekteki problem ve ihtiyaçları öngörerek hayata değer katan çözümler üreten daha yaşanabilir ve sürdürülebilir şehirler” olarak tanımlanıyor.

Dijitalleşme ve Kullanıcıların Mülksüzleştirilmesi

Eylül ayının üçüncü cumartesi günü yazılım özgürlüğü günü (https://www.softwarefreedomday.org/) olarak kutlanıyor. Etkinliğin amacı özgür yazılım ve yararları hakkındaki farkındalığı artırmak ve özgür yazılım kullanımını yaygınlaştırmak. Yazılımdaki özgürlüğü, hem özgür yazılım hareketinin içinden hem de dışından birçok insanın yaptığı gibi GNU/Linux işletim sistemine indirgememek gerekiyor. Yıllar önce bilgisayar denilince akla ilk gelen sadece ev kullanıcılarının kişisel bilgisayarlarıydı. Kişisel bilgisayarları, dizüstü bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler izledi. Bu süreçte, kullanıcıların bilgisayarla yaratıcı etkileşimi, bir diğer deyişle bilgisayarı, üreticinin öngörmediği veya öngöremediği biçimlerde kullanma olanağı zayıfladı. Günümüzde ise gündelik hayatta kullandığımız nesnelerin bilgisayarlaşmasına şahit oluyoruz. Artık “arabanız tekerlekli bir bilgisayardır; uçak kanatları olan bir bilgisayardır; saatiniz, çocuğunuzun oyuncağı, hatta kalp piliniz özünde bir bilgisayardır” (Perzanowski ve Schultz, 2016). Nesnelerin interneti bağlamında gündeme gelen akıllı cihazlar yine birer bilgisayardır. Bu nedenle bilgisayarlardaki yazılımın özgürlüğü, 27 Eylül 1983’te Richard Stallman’ın GNU (GNU is Not Unix) projesini duyurarak özgür yazılımın fitilini ateşlediği dönemden daha vazgeçilmezdir. Kişisel bilgisayarlarda kullandığımız yazılımların özgürlüğünü düşünmek GNU/Linux, LibreOffice, Mozilla gibi yazılımların başarısı dikkate alındığında artık daha anlaşılırdır. Buna karşın, araba, kalp pili, giyilebilir teknoloji ve mobil cihazlar gibi günümüz bilgisayarlarındaki yazılımların kaynak koduna sahip olunabileceğine, nasıl çalıştığının öğrenilebileceğine ve kodda değişiklikler yapılabileceğine ihtimal vermeyiz. Hatta çoğu insan bu cihazların içinde yazılım bulunduğunu bile unutmuştur. Ama aynı teslimiyet 27 Eylül 1983 için de geçerlidir ve o zaman da özgür bir işletim sisteminin olabileceğine pek ihtimal verilmemektedir.

İnternet’ten Önce Fikri Mülkiyet Hakları

Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun çağın gereklerine göre güncelleneceğini duyurdu ve yasa tasarısını (http://www.telifhaklari.gov.tr/kanuntasarisi/resources/documents/5846-SAYILI-FIKIR-VE-SANAT-ESERLERI-KANUNUNDA-DEGISIKLIK-YAPILMASINA-ILISKIN-KANUN-TASARISI.docx) kamuoyunun görüş ve önerilerine sundu. Penguen dergisinin kapanacağını duyurmasıyla gelişen tartışmanın da gösterdiği gibi yasa, toplumunun birçok kesimini yakından ilgilendiriyor.

Bilgisayarlar işimizi elimizden mi alıyor?

George Orwell’in 1984’ü en çok satılan kitaplar listesinden düşmüyor. İnternet’in yaygınlaşmadığı ve kişisel bilgisayarların henüz belirmediği yıllarda 1984, toplumdaki bazı eğilimleri abartan bir roman olarak algılanabiliyordu. Örneğin sosyolog James B. Rule, 1973 yılında artan gözetim sistemleri üzerine oluşturulan korku hikayelerinin abartılı bir yaklaşım sergilediğini söylüyor ve bu hikayelerin gerçek olabilmesi için önünde dört büyük engelin olduğunu vurguluyordu. Birinci olarak, kişisel bilgilerin saklanması ve daha sonra bunlardan anlamlı bilgi kümeleri oluşturulabilmesi için teknik yetersizlikler vardı. İkincisi, farklı yerlerdeki bilgiyi birleştirecek merkezi bir sistem yoktu. Üçüncüsü, Orwell’in 1984’ünde bilgisayar sistemleri anlık durumları analiz edip anında yanıtlar verebiliyordu. Zamanın bilgisayarlarının gelişmişlik seviyesi düşünüldüğünde bu tamamen olanaksızdı. Dördüncüsü, 1984’de bilgisayarlar insanların her anlarını gözetleyebiliyordu ama bu 1970lerin teknolojisi için hayal bile edilemez bir durumdu.