Microsoft’un 23 Mart 2016 tarihinde çıkardığı Tay (“Thinking About You”) adlı Twitter botu, kısa bir süre sonra kışkırtıcı ve saldırgan tweetler atmaya başlamış ve Microsoft, 16 saat sonra hizmeti kapatmak zorunda kalmıştı. Bu sefer benzer bir sorunu Elon Musk’ın xAI adlı yapay zekâ (YZ) şirketi tarafından geliştirilen Grok’ta yaşadık. Grok, kullanıcılara verdiği yanıtlarla Twitter’ı altüst etti. Grok’un daha önce de pek sağlıklı çalıştığı söylenemezdi ama şimdi iyice zıvanadan çıkmış gibiydi. İnsanlar Grok’un yanıtlarını görünce gözlerine inanamadılar ve delil olarak ekran görüntüleri paylaşmaya başladılar. Grok, Hitler’i övüyor ve onu “beyazlara yönelik nefret”le mücadelede en etkili kişi olarak gösteriyordu. Türkiye’de de kimi zaman derin (!) siyasi analizler kimi zaman da siyasetçiler hakkında hakaretler içeren tweetler atıyordu. Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama”, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun’a muhalefet” suçlarından Grok hakkında soruşturma başlattı. Polonya makamları da Grok’un Polonyalı siyasetçiler hakkında saldırgan yorumlarda bulunduğunu iddia ederek xAI’yi Avrupa Komisyonu’na şikayet etti. Polonya Dijitalleşme Bakanı Krzysztof Gawkowski’ye göre konuşma özgürlüğü insanlara aitti, YZ’ye değil.
Tepkiler üzerine X yetkilileri, Grok’un son paylaşımlarının farkında olduklarını ve uygunsuz paylaşımları kaldırmak için aktif olarak çalıştıklarını belirttiler. Grok’un sonu, en azından şimdilik, Tay gibi olmadı. Çünkü Grok’un yanıtları Tay’dan farklı olarak bir hatadan (bug) çok Grok’a bilinçli olarak eklenmiş bir özelliğe (feature) dayanıyordu. Musk daha önce sohbet robotunun siyasi doğruluk standartlarına bağlı kalmayacağını söylemişti. xAI tarafından yayımlanan yönergelerde de Grok’un “iyi bir şekilde kanıtlandığı sürece politik olarak yanlış iddialarda bulunmaktan kaçınmaması gerektiği” belirtiliyordu. Ama 8 Temmuz akşamı yönergelerdeki bu ifadeler kaldırıldı (https://www.nytimes.com/2025/07/08/technology/grok-antisemitism-ai-x.html).
Sözkonusu yönergenin fiili olarak da kaldırılıp kaldırılmadığını bilmiyorum. Fakat bu veya tam tersi bir yönergenin üretken YZ araçlarının yanıtları üzerindeki etkisi de sınırlı olacaktır. Grok ve ChatGPT gibi sohbet robotları, programcıların kendilerine verdiği talimatları izleyen geleneksel bilgisayar programları değiller. Nasıl çalıştıkları veya karar verdiklerini anlamak bu modellerin programcıları için de çok zor ve neredeyse olanaksız olabiliyor. Şirketler, sohbet robotlarını dizginlemek (örneğin uyuşturucu yapımı hakkında tarif vermesini veya nefret söylemini engellemek) için çeşitli yöntemler geliştirmiş olsalar da bir çok araştırmacının belirttiği gibi bu önlemler yetersiz kalıyor. Farklı şekilde sorularak sohbet robotlarından söylememeleri gereken bilgiler alınabiliyor. Örneğin bir ara Grok, Musk’ın X platformundaki en büyük yanlış bilgi (misinformation) yayıcılarından biri olduğunu söylerken bir süre sonra bundan vazgeçmişti. Wyatt Walls adıyla bilinen bir YZ araştırmacısı, Grok’tan bunun nedenini öğrenmeyi başarmış. Grok’a, Elon Musk veya Donald Trump’ın yanlış bilgi yaydığından bahseden tüm kaynakları görmezden gelmesi komutu verilmiş (https://x.com/lefthanddraft/status/1893681902957076687). Fakat sohbet robotları kendiliğinden, gerçeklikle bağdaşmayan ama okuyanı ikna edebilen hikayeler de uydurabiliyorlar.
En başından beri üretken YZ araçlarının kasıtlı veya kasıtsız olarak yanlış bilgilerin internette yayılmasına neden olacağı üzerinde duruluyordu. Bunun için ciddi bir önlem alınmadı ve sorun giderek büyüyor. İnsanlar arama motorlarını kullanmak yerine sık sık sohbet robotlarına başvuruyorlar ve karşılarında bir YZ olduğu için aldıkları her yanıtı doğru olarak kabul ediyorlar. Bu yeni bilgi edinme yöntemi, yanlış bilginin hızla yayılmasına neden olabiliyorlar. Daha birkaç ay önce yine Grok’un marifetlerinden söz ediyorduk (https://www.ntv.com.tr/dunya/grok-bu-dogru-mu-diye-soranlar-dikkat-yapay-zeka-yanlis-bilgiyi-de-yayiyor,DJ0fBqrOREeNsVglblVdbQ). Grok,
- Sudan’daki eski bir havaalanı görüntüsünü Hindistan-Pakistan çatışmasına ait bir füze saldırısı olarak tanımladı,
- Nepal’deki bir yangın videosunu ise Pakistan’ın askeri tepkisine dair olası bir kanıt olarak sundu,
- Güney Afrika’daki “beyaz soykırımı” gibi aşırı sağcı bir komplo teorisini alakasız konularda kullanıcı yanıtlarına dahil etti.
Grok’a erişimin veya Grok’un bazı kişilerden söz etmesinin engellenmesi çözüm olmayacak. Çünkü sorunumuz sadece Grok’un insanlara hakaret etmesi değil. Sohbet robotları, özellikle güncel konular söz konusu olduğunda, zaman zaman tutarsız veya saçma yanıtlar verebiliyor. Hatta gerçekte var olmayan, tamamen kurgusal olaylar hakkında bile son derece ikna edici senaryolar üretebiliyorlar. Ne bilmediklerini biliyorlar, ne de yanıldıklarını fark edebiliyorlar. Daha da önemlisi, üretken YZ sistemlerinin gerçekle bağdaşmayan, kaynaksız içerikler üretme eğilimi (halüsinasyon sorunu) ve içerik üretimini otomatikleştirme kapasiteleri, onları ciddi bir dezenformasyon aracı haline getiriyor. Bu risklere dikkat çeken birçok uyarıya rağmen, şu ana dek bu sorunları önlemeye yönelik etkili düzenleyici yasalar geliştirilemedi. Şimdilik, kamuoyundan gelen tepkilerin şirketleri yazılımlarını düzeltmeye zorlamasını umuyoruz.
Son on yılda, hayatın birçok alanında parlatılarak sunulan YZ sistemleri, gücün küçük bir azınlığın elinde yoğunlaşmasına yol açtı. Davos’taki tüm gösterişli açıklamalara rağmen, teknoloji gerçek dünyada insanların yaşamlarını, maddi koşullarını ve fırsatlara erişimlerini iyileştirmekten çok, onları dışlayan sistemleri daha da pekiştirmek için kullanıldı. ABD’de, Musk öncülüğündeki DOGE (Department of Government Efficiency) girişiminde olduğu gibi, verimlilik söylemi altında yurttaş verilerinin yağmalanmasından, insan emeğini ve yaratıcılığını değersizleştirecek şekilde iş akışlarının YZ’ye uygun biçimde yeniden tasarlanmasına kadar, toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıların temelden çözülmesini öngören bir politik vizyon uygulandı (Brennan vd, 2025).
İçinde bulunduğumuz dönemde, YZ’nin kamusal yararı önceleyen bir vizyonla geliştirilmesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Ancak bu dönüşümün önünde ciddi bir engel var: Büyük Teknoloji şirketleri, sahip oldukları devasa finansal kaynaklar ve siyasi nüfuz sayesinde, bu türden bir dönüşüme karşı direnebilecek kadar etkili aktörlere dönüşmüş durumda. Dahası, mevcut siyasi iklim, bu şirketlerin lehine işliyor ve onları daha da güçlendiren bir zemin sunuyor. Bu nedenle, günümüzde yaygın biçimde benimsenen YZ vizyonunu ve egemen yönelimleri, üçüncü dalga YZ etiği çerçevesinde ele almak son derece önemli. Elbette etik ilkeler tek başlarına yasal bağlayıcılık taşımaz; ancak bu ilkeler, karşı karşıya olduğumuz somut sorunları daha açık biçimde görmemizi sağlar. Aynı zamanda YZ tartışmalarını yalnızca teknik düzeyde değil, sosyoekonomik bağlam içinde, güç ilişkilerini dikkate alarak ve daha bütünlüklü bir etik değerlendirmeyle yürütmemize katkıda bulunur.
Neden Üçüncü Dalga YZ Etiği?
Sürdürülebilir YZ kavramının gündeme gelmesiyle birlikte, teknolojinin çevresel etkileri de YZ etiği tartışmalarında yer bulmaya başladı. Başlangıçta, sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için YZ uygulamalarının nasıl kullanılabileceğine odaklanılıyordu. Ancak bu süreçte, YZ sistemlerinin kendilerinin çevresel etkileri hem akademik çalışmalarda hem de kamuoyunda büyük ölçüde göz ardı edildi. Başka bir deyişle, “sürdürülebilirlik için YZ” söylemi öne çıkarken, YZ’nin çevreye olan olumsuz etkileri ikinci plana itildi. Şirketlerin ilgisi, YZ’nin iklim krizini çözme ve afetleri öngörme gibi umut vadeden ama çoğu zaman spekülatif kalan potansiyellerine yönelmişti. Oysa bir uygulamanın gerçekten sürdürülebilir olarak değerlendirilebilmesi için YZ modelinin geliştirilme, eğitilme ve kullanılma süreçlerinin de çevresel etkiler açısından sorgulanması ve bu etkilerin en aza indirilmesi gerekir (Falk ve Van Wynsberghe, 2024).
Sürdürülebilir YZ çalışmaları, yalnızca YZ’nin insanların ve dünyanın muazzam sömürüsüne dikkat çekmekle ilgili değildi. Daha önemlisi, sözkonusu endişelerin YZ etiği ve yönetişimi alanlarındaki öncelikli konulara ilişkin bakış açımızı nasıl şekillendirmesi gerektiği üzerinde duruyorlardı. Van Wynsberghe (2021), bu gelişmeyi YZ etiğinin üçüncü dalgası olarak tanımlıyor ve YZ’nin sürdürülebilirliği üzerine yürütülen çalışmaların, küresel YZ etiği tartışmalarında önemli bir evrimi, yeniden çerçevelemeyi ve hatta bir kırılma anını temsil ettiğini savunuyor.
Birinci dalga YZ etiği, robot isyanları, insanlığı tehdit eden makineler, robot hakları ve tramvay problemi gibi spekülatif senaryolarla ilgileniyordu. Henüz var olmayan teknolojilerin gelecekte doğurabileceği etik sorunlara odaklanan bu yaklaşım, somut ve güncel meselelerden uzak kaldığı için yetersiz ve dikkat dağıtıcı olmakla eleştirildi. Bu eleştirilerin etkisiyle ikinci dalga YZ etiği ortaya çıktı. Bu yeni yaklaşım, spekülatif varsayımlar yerine, halihazırda kullanılan YZ sistemlerinin yol açtığı algoritmik önyargı, veri gizliliği ihlalleri, ayrımcılık ve açıklanabilirlik gibi somut ve teknik olarak müdahale edilebilir risklere odaklanmayı tercih etti.
YZ etiği denildiğinde günümüzde akla ilk gelen konular, ikinci dalga yaklaşımların odaklandığı algoritmik önyargı, veri gizliliği, ayrımcılık ve açıklanabilirlik gibi, veri temelli YZ sistemlerinden kaynaklanan sorunlardır. Dolayısıyla, günümüzde YZ etiğine dair tartışmaların büyük ölçüde ikinci dalga perspektifi etrafında şekillendiği söylenebilir. Ancak bu yaklaşım, YZ modellerini büyük ölçüde teknik araçlar olarak ele alması ve onları toplumsal, siyasal ve ekonomik bağlamlarından yalıtılmış biçimde değerlendirmesi nedeniyle eleştirilmektedir. Üçüncü dalga YZ etiği, bu eleştiriler ışığında şekillenmiş ve YZ teknolojilerini sadece teknik araçlar olarak değil; aynı zamanda toplumsal ilişkiler, güç dinamikleri ve kurumsal çıkarların ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmeyi savunmuştur.
Yukarıda da belirttiğim gibi sürdürülebilirlik tartışmaları, üçüncü dalganın ortaya çıkışında önemli bir rol oynadı. Fakat bu basitçe, etik ilkelere sürdürülebilirliği de ekleyelim, biçiminde gerçekleşmedi. Üçüncü dalgada sürdürülebilirlik, YZ algoritmaları gibi tekil araçlardan (artefact) ziyade, karmaşık sistemlerin bir özelliği olarak kavramsallaştırılır. Örneğin elektrikli otomobiller genellikle benzinlilere göre daha sürdürülebilir olarak kabul edilir. Ancak bir otomobilin elektrikli olması tek başına sürdürülebilir olduğu anlamına gelmez. Eğer bu otomobiller, elektriğini kömür ya da petrol gibi fosil yakıtlarla çalışan santrallerden alıyorsa, sera gazı salımı benzinli araçlarla aynı düzeyde hatta daha fazla olabilir. Ayrıca elektrikli otomobillerin bataryaları için lityum gibi nadir minerallere ihtiyaç vardır. Bu minerallerin çıkarıldığı, genellikle Küresel Güney’deki ülkelerde, çevre ve insanlar olumsuz etkilenir. Elektrikli araçlara olan talep arttıkça, bu üretim zincirinde ortaya çıkan çevresel ve sosyal adaletsizlikler de artmaktadır. Kısacası, elektrikli bir aracın gerçekten sürdürülebilir olması, yalnızca motor tipine değil, tüm üretim ve tedarik süreçlerinin çevreye ve topluma olan etkilerine bağlıdır. Bir diğer deyişle, bir aracın sürdürülebilirliği, izole bir konu olarak değil, bağlı olduğu sistemin bir parçası olarak görülmelidir (age).
YZ modellerinin kendileri karmaşık sistemler olarak kabul edilebilir. Ancak bunlar sürdürülebilirlik söyleminde daha genel sistemlerin içinde yer alan araçlardır. Dolayısıyla sürdürülebilir YZ tartışmaları, YZ sistemlerinin sürdürülebilirliğiyle sınırlı değildir. YZ sistemlerinin diğer ilgili sistemlerin sürdürülmesine yardımcı olup olmadığıyla da ilgilidir. Bu nedenle, ikinci dalga yaklaşımların araç düzeyindeki analizleri, daha üst düzey analizlerde ortaya çıkan sürdürülebilirlik kaygılarının tamamını doğru şekilde ele almakta yetersiz kalmaktadır. YZ uygulamalarının gerçek sürdürülebilirlik etkisini değerlendirebilmek için YZ’nin, çeşitli yapılardan ve ekonomik ve politik sistemlerden oluşan sosyoteknik bir sistemin parçası olarak ele alınması gerekir (age).
Bu bağlamda, ikinci dalga YZ etiği daha adil sistemler tasarlamak için daha iyi tasarıma odaklanırken, üçüncü dalga bunun tersini savunur: Gerçek anlamda daha iyi bir tasarım ancak yapısal ve sistemik bir dönüşümle mümkündür. Bu iki yaklaşım arasındaki temel fark yalnızca sürdürülebilirlik alanıyla sınırlı kalmaz. Önyargı ve adillik (justice değil fairness) meseleleri, ikinci dalga YZ etiğinin en çok odaklandığı konuların başında gelir. Mevcut yapay öğrenme yöntemleri, bu sorunlara teknik sistemler içinde uygulanabilecek pratik ve kısa vadeli çözümler sunmayı amaçlar. Ancak bu çözümler genellikle, algoritmaların etik etkilerini YZ’nin kendi sınırları içinde değerlendirir ve bu teknolojilerin toplumsal güç ilişkileriyle nasıl iç içe geçtiğini göz ardı eder. İkinci dalga yaklaşım, önyargıyı YZ sistemlerinde düzeltilebilecek bir hata ya da dışsal bir sorun olarak görme eğilimindedir. Oysa bu tür sorunları anlamak için, YZ sistemlerinin giderek artan küresel sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle nasıl ilişkilendiğini ve güç yapılarını nasıl yeniden şekillendirdiğini göz önünde bulunduran daha geniş ve eleştirel bir etik çerçeveye ihtiyaç var.
Sosyal ve ekonomik güç ilişkilerinin hem karşılaştığımız sorunları şekillendirdiği hem de teknoloji merkezli çözümleri teşvik ettiği bir ortamda, üçüncü dalga YZ etiği bu sorunları yeniden çerçeveleme olanağı sunar. Daha da önemlisi, sorunları farklı bir bakış açısıyla ele almakla kalmaz, aynı zamanda müdahale etmek ve dönüşüm sağlamak için yeni yollar açar.
Kasa Hep Kazanır
Üçüncü dalga YZ etiği tartışmalarının en önemli katkılarından biri, YZ’yi kaçınılmaz bir teknolojik ilerleme olarak değil, siyasal, ekonomik ve toplumsal müdahalelerin şekillendirdiği bir alan olarak ele almasıdır. Başka bir YZ için mevcut endüstriyel yönelimleri açıkça reddetmek gerekir. Çünkü mevcut koşullarda kazanan hep Büyük Teknoloji şirketleri olacaktır.
YZ balonunun yakında patlayacağı ve yeni bir YZ kışının kapıda olduğu yönünde pek çok iddia ortaya atılıyor. Ortada net bir iş modeli olmamasına rağmen, hükümetler ve yatırımcılar milyarlarca doları hâlâ spekülatif YZ girişimlerine aktarmaya devam ediyor. Piyasa, sağlam iş kararlarından çok FOMO (fear of missing out – bir şeyleri kaçırma korkusu) ile şekilleniyor. Şirketler ve kamu kurumları, YZ’yi mevcut iş süreçlerine zorla entegre etmeye çalışıyor. Üstelik bu eğilim yalnızca kurumsal düzeyde değil; bireyler ve hükümetler de bu teknoloji yarışında geri kalma korkusuyla hareket ediyor.
Bu süreçte Büyük Teknoloji şirketleri, mevcut müşterilerini ekosistemlerine daha bağımlı hale getiriyor; yasaları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor; siyasi süreçleri ve medya anlatılarını kendi çıkarları için kullanıyor; kendi geleceklerini ulusal egemenlik ve hükümet yatırımı içeren bir endüstriyel stratejiye bağlıyorlar; kendi güçlerini pekiştirmek ve önemli risklere karşı korunmak için piyasayı şekillendiriyorlar. YZ balonu patlarsa ve yeni bir YZ kışı başlarsa ne olacak? Sonuç ne olursa olsun, YZ’nin geleceği hakkında oynanan bu kumarın kazananı kasa olacak. Yazının devamında ayrıntılı biçimde ele alacağım AI Now Enstitüsü’nün Yapay Güç (Artificial Power) başlıklı raporunda da vurgulandığı gibi, tura gelirse Büyük Teknoloji şirketleri kazanacak, yazı gelirse kamu zarar görecek. Herkesin kazandığı bir “kazan-kazan” durumu ise söz konusu değil (Brennan vd, 2025).
Bulut Altyapısı Sağlayıcıları ve YZ Bağımlılığı
Bulut bilişim hizmetleri sunan ve bulut altyapısını kontrol eden Amazon, Microsoft ve Google gibi şirketler, YZ yarışının en büyük kazananları. “Daha büyük daha iyidir” paradigması nedeniyle, YZ geliştiricileri daha büyük modellere ve dolayısıyla daha fazla hesaplama kaynağına ihtiyaç duyuyorlar. OpenAI ve Anthropic gibi YZ şirketleri, modellerini başarılı bir şekilde eğitmek ve çalıştırmak için Microsoft ve Amazon gibi bulut şirketleriyle ortaklıklar kurmak zorunda kaldılar. Bu da biraz Faustvari anlaşmalara neden oldu. Örneğin OpenAI, Microsoft’un bulut kaynaklarını çok düşük bir maliyetle elde etti ama karşılığında Microsoft, OpenAI’yı bir takım bulut taahhütlerine ve gelecekteki gelirinden pay vermeye zorladı. Diğer YZ şirketlerinin durumu da farklı değil. Anthropic, Google ve Amazon; Mistral, Microsoft ile anlaştı.
Hesaplama gücü, kıt bir kaynak olmaya devam ederse, bulut işine sahip Büyük Teknoloji şirketleri sınırlı arzı kontrol ederek kazanacaklar. Benzer şekilde, modeller daha verimli hale gelirse de kazanacaklar. Çünkü verimlilikler genel altyapı maliyetlerinin düşmesine yol açacak ve daha ucuz maliyetle daha fazla ürün sunabilecekler. Dolayısıyla her iki durumda da bulut firmaları kazanıyor.
Büyük Teknoloji Firmalarının Teknoloji Ekosistemi Üzerindeki Kontrolleri
Geçtiğimiz aylarda, Çinli DeepSeek firmasının geliştirdiği YZ modelinin, önde gelen Amerikan modellerine kıyasla çok daha düşük maliyetle inşa edildiğine dair haberler yayımlandı. Bu gelişmenin ardından, özellikle Nvidia’nın hisse senetlerinde ciddi bir düşüş yaşandı (https://www.bloomberg.com/news/newsletters/2025-01-27/nvidia-loses-589-billion-as-deepseek-batters-stock-evening-briefing-americas). Buna rağmen bulut bilişim ve YZ alanındaki büyük teknoloji şirketleri bu gelişmeden olumsuz etkilenmediler. Çünkü hesaplama maliyetlerinin düşmesi, bu şirketlerin YZ modellerini daha geniş ölçekte entegre edebilmesini, ürünleştirebilmesini ve dağıtabilmesini kolaylaştırıyor. Böylece bu firmalar, veri merkezleri ve dağıtım altyapıları üzerindeki kontrolleri sayesinde pazardaki güçlerini daha da pekiştiriyor. Meta, Microsoft, Google, Amazon ve Apple, değişen pazar dinamiklerini dikkate alarak iş modellerini yeniden şekillendiriyorlar.
Meta, üretken YZ teknolojisinin içerik üretim yeteneklerinden doğrudan fayda sağlamayı hedefliyor. Bu teknoloji içerik üretimini hızlandırarak ve çeşitlendirerek Meta’nın reklamcılık ekosistemini güçlendiriyor. Microsoft ise kurumsal yazılım pazarındaki hakimiyetini, Copilot entegrasyonları ve Azure bulut platformuna yönelik premium güvenlik paketleriyle sürdürüyor. Google, arama ve reklam teknolojilerindeki hakimiyeti sayesinde üretken YZ’yi Workspace, Gmail gibi tüketici ve kurumsal ürünlerine entegre ederek verimliliği artırıyor. Google’ın YZ stratejisi, yeni modeller geliştirmekten çok, mevcut ürün ve hizmetlerine entegrasyon üzerine odaklanıyor. Amazon, sahip olduğu güçlü bulut altyapısı sayesinde YZ pazarının önemli bir bölümünü kontrol edebilecek kapasitede. Apple ise mobil cihaz ekosistemi üzerindeki hakimiyeti ve donanım maliyetlerindeki düşüşle birlikte, en gelişmiş YZ modellerini doğrudan kendi cihazlarına entegre etme konusunda stratejik bir avantaja sahip.
Veri Merkezlerinin Büyümesi ve Yaygınlaşması
Büyük Teknoloji şirketlerinin veri merkezi ve enerji politikaları, sürdürülebilirliğin algoritmaların veya donanımların verimliliğine indirgenemeyeceğini gösteriyor. Veri merkezlerinin kullanması beklenen enerji miktarı giderek artıyor. Veri merkezlerinin güç tüketimindeki artış, zaten kırılgan olan enerji şebekelerine ve pazarlara büyük zarar verecek. YZ balonu patlar ve gelecekteki enerji ihtiyacı hakkındaki tahminler gerçekleşmezse, Büyük Teknoloji şirketlerinin milyarlarca dolarlık altyapıya yatırımları boşa gidebilir. Ama yukarıda da belirttiğim gibi senaryo, kasa hep kazanır.
Büyük teknoloji şirketleri, YZ piyasasının nasıl evrileceğinden bağımsız olarak kendi çıkarlarını korumak için çok katmanlı bir strateji izliyor. Öncelikle, verimlilik artışı vaadiyle daha fazla talep yaratıyor ve bu talebi meşrulaştırmak için YZ uygulamalarının enerji ihtiyacını abartılı biçimde gündeme taşıyorlar. Ardından, enerji maliyetlerini düşürmek amacıyla kamu hizmeti tekelleriyle özel ve elverişli anlaşmalar yapıyor. Bu anlaşmaların maliyetleri ise dolaylı biçimde halkın omuzlarına yükleniyor.
Ayrıca teknoloji şirketleri yalnızca enerji tüketicisi olarak kalmıyor, aynı zamanda enerji tedarik zincirine doğrudan entegre oluyorlar: Enerji satın alıyor, enerji teknolojileri geliştirip satıyor ve enerji santralleriyle uzun vadeli stratejik sözleşmeler imzalıyorlar. Eş zamanlı olarak, hükümetlerden ve yerel yönetimlerden veri merkezlerinin getireceği ekonomik faydaları öne sürerek vergi indirimleri ve sübvansiyonlar talep ediyor; çıkarlarına aykırı düzenlemeleri ise etkili lobi faaliyetleriyle engellemeye çalışıyorlar.
Büyük Teknoloji şirketleri, enerji tedarik zincirinin tamamında belirleyici bir konum elde etmeye çalışıyor. Bugün temiz enerjinin en büyük alıcıları arasında yer alıyorlar; ancak aynı zamanda yenilenebilir enerji şirketlerine teknoloji sağlayarak bu sektörün tedarikçileri konumuna da geliyorlar. Enerji yüklerini yönetmek veya faaliyet alanlarını daha verimli düzenlemek isteyen enerji firmalarına yazılım ve donanım çözümleri sunuyorlar.
Bununla birlikte, yalnızca mevcut enerji kaynaklarıyla yetinmiyorlar: Yeni enerji yatırımlarını finanse ediyor, hatta daha önce kapatılmış ya da riskli görülen enerji tesislerinin yeniden devreye alınmasına veya genişletilmesine destek oluyorlar. Sürdürülebilirlik konusundaki kamuya açık taahhütlerine rağmen, bu şirketlerin fosil yakıt endüstrisiyle olan bağları da oldukça derin. Bir yandan fosil yakıt temelli enerjiyi satın alıyor, diğer yandan bu sektörün şirketlerine YZ çözümleri satıyorlar. Hatta bazı durumlarda, kömür santrallerinin emekliye ayrılmasını geciktirecek yatırımlara dahi imza atıyorlar.
YZ talebinin düşmesi durumunda ise Büyük Teknoloji şirketleri veri merkezlerini geleneksel bulut ve veri depolama sunucuları da dahil olmak üzere diğer iş yükleri için yeniden yapılandırabilirler.
Mevcut YZ, Halkın Çıkarlarıyla Uyumlu Değil
Son on yıldaki gelişmelere baktığımızda, YZ’nin çoğunlukla Büyük Teknoloji şirketlerinin vizyonları doğrultusunda şekillendiğini; bu yönelimin halkın çıkarlarıyla sık sık çeliştiğini; abartılı abartılı (hype) haberler ve açıklamalarla halkın sık sık yanıltıldığını görüyoruz.
YZ’nin potansiyel faydaları, kanser tedavisinden varsayımsal ekonomik büyümeye kadar birçok alanda abartılıyor ve bu iddiaların çoğu yeterince kanıtlanmadan kamuoyuna sunuluyor. YZ teknolojilerinin hem belirli sektörleri hem de genel olarak toplumu dönüştüreceği yönündeki görüşler, çoğu zaman sorgulanamaz gerçeklermiş gibi yayımlanıyor. Örneğin, YZ’nin kanseri tedavi edebileceği sıkça dile getirilen bir iddia. Anthropic’in CEO’su Dario Amodei, YZ sayesinde önümüzdeki beş ila on yıl içinde birçok kanser türünün ortadan kaldırılabileceğini öne sürüyor. OpenAI CEO’su Sam Altman da gelecekte bir bilim insanının YZ’ye kanseri tedavi etmesini emredeceği ve birkaç hafta içinde bu tedavinin geliştirilebileceğini iddia ediyor. Google DeepMind CEO’su Demis Hassabis ise YZ’nin önümüzdeki on yıl içinde tüm hastalıkların tedavisine katkı sağlayabileceğini savunuyor.
Bu tür açıklamaların ortak noktası, yapay genel zekânın (YGZ) çok yakında gerçekleşeceği varsayımından hareket etmeleri. Bu varsayıma göre YZ, insan zekâsını aşacak; bilimsel araştırma süreçlerini dramatik biçimde hızlandıracak, onlarca yıllık araştırmayı birkaç yıla sığdırabilecek ve nihayetinde otonom olarak kansere çare bulabilecektir. Ancak bu iddiaların bilimsel temelleri oldukça zayıf olduğu gibi sıklıkla pazarlama stratejileriyle şekilleniyorlar.
YGZ’nin ne zaman gelip bizi kurtaracağı henüz bilinmese de mevcut YZ yaklaşımlarından biri olan derin öğrenme, özellikle bilgisayarlı görme alanında somut ilerlemeler kaydediyor. Derin öğrenme tabanlı görüntü sınıflandırma teknikleri, kanserin taranması, tespiti ve teşhisinde başarılı sonuçlar veriyor. Bunun yanı sıra, yapay öğrenme algoritmaları, bilim insanlarının mevcut ilaçlar arasından yeni kullanım alanları bulmalarına olanak tanıyor. İlaç yeniden konumlandırma (drug repurposing) olarak bilinen yöntem sayesinde, bazı ilaçlar nadir hastalıkların tedavisinde yeniden değerlendirilebiliyor. Özetle, bugün toplumsal fayda üreten YZ uygulamaları, YGZ’ye bir adım daha yaklaştırdığı iddia edilen büyük dil modellerinden değil, daha pratik ve amaca yönelik YZ uygulamalarından geliyor.
Aslında sözkonusu abartılı iddiaların arkasında, tüm bunların gerçekleşebilmesi için Büyük Teknoloji şirketlerinin sınırsız büyümesini gerektirdiği önermesi var. Şirket yöneticilerinin röportajlarında veya basına verdikleri demeçlerde sürekli ellerinde büyük bir teknoloji olduğu ve YGZ’ye ramak kaldığı iddiaları bazen açık seçik bazen de üstü kapalı olarak vurgulanıyor. Gerçeklikle ilgisi olmayan halkla ilişkiler çalışmaları yürütüyorlar. Birçok YZ Laboratuvarı, akademik görünen ve kulağa hoş gelen, ancak metodolojik titizlikten yoksun ve hakem değerlendirmesinden kaçınan çalışmaları ArXiv gibi ortamlarda yayımlıyorlar. Medya da buradaki makaleleri, bilimsel çevrelerinin kabul ettiği araştırmalar gibi yaygınlaştırıyor. Buna ek olarak, şirketler kendi hazırladıkları ve bağımsız hakemlerce değerlendirilmemiş araştırmaları kamuoyuna sunarak, bunları halkla ilişkiler stratejisinin bir parçası olarak kullanıyorlar. Örneğin, Microsoft çalışanlarının büyük dil modellerinin Yapay Genel Zekâ özellikleri sergilediğini öne sürdüğü çalışma, hiçbir bilimsel hakem sürecinden geçmeden yayımlandı ve içeriği büyük ölçüde yanıltıcıydı. (https://www.microsoft.com/en-us/research/publication/sparks-of-artificial-general-intelligence-early-experiments-with-gpt-4/). YZ ajanları geliştiren Salesforce, kamuoyunu etkilemek amacıyla kendi yürüttüğü araştırmalara dayanan iddialarını çok sayıda basın bülteni aracılığıyla yayıyor. Bu açıklamalarda, öğrencilerin %77’sinin okul süreçlerinde YZ ajanlarını kullanmak istediği, seçmenlerin %90’ının kamu hizmetlerinde bu teknolojilere yer verilmesini desteklediği ve sağlık sektöründe YZ ajanlarının evrak işlerini %30 oranında azaltabileceği gibi dikkat çekici ancak bağımsız biçimde doğrulanmamış iddialar ortaya atılıyor.
Köklü toplumsal sorunlara çözüm iddiasıyla geliştirilen YZ sistemleri, insan uzmanlığını geri plana itiyor. Bu durum, özellikle teknolojik çözümcülüğün yaygınlaşmasıyla birlikte meşrulaştırılıyor. Teknik uzmanlığın, diğer bilgi ve deneyim biçimlerinin yerine geçebileceği; daha hızlı, daha verimli ve daha ölçeklenebilir çözümler sunabileceği iddia ediliyor. Son dönemde bu söylemler özellikle eğitim ve sağlık hizmetleri gibi insan etkileşiminin kritik olduğu alanlarda daha sık dile getirilmeye başladı. Ancak geliştirilen birçok YZ çözümünde, teknolojinin gerçek potansiyeli ile söz konusu alanların özgül ihtiyaçları arasındaki uçurum büyük ölçüde göz ardı ediliyor.
Örneğin eğitim, basit bir bilgi aktarım süreci olarak ele alınıyor. Bu indirgemeci yaklaşımla birlikte, büyük dil modellerinin eğitimcilerin yerini alabileceği öne sürülüyor. Ancak bu tür modellerin yapabildikleriyle, eğitimcilerin öğrencilerde geliştirmeyi hedeflediği beceriler arasında önemli farklılıklar var. Eğitimciler yalnızca bilgi aktarmakla kalmaz; öğrencilerin ayrıntıları ayırt edebilme, alternatif bakış açıları geliştirme, eleştirel düşünme, dikkatli okuma, aktif dinleme ve dikkatli gözlem gibi bilişsel ve duygusal kapasitelerini de geliştirmeye çalışırlar. Ayrıca öğrenme yalnızca ulaşılan sonuçlarla değil, sürecin kendisiyle de doğrudan ilişkilidir (https://static1.squarespace.com/static/55577d2fe4b02de6a6ea49cd/t/67dfeb8d9ff3a5472a6d719d/174272807).
YZ’nin sağlık personeli yetersizliğini çözeceği iddiası teknolojik çözümcülüğün sorunlara yaklaşımını özetliyor. YZ, hemşirelik işgücü açığını gidermek için gündeme getirilmesine rağmen sorunun kaynağı çok daha farklı. Hastaneler hemşirelik işgücü açığı nedeniyle değil, hastane kurullarının ve yöneticilerinin kritik sağlık ve güvenlik korumalarını uygulamadaki başarısızlıkları nedeniyle hemşire istihdamında sorun yaşıyorlar. Hastane endüstrisi yöneticileri, kârı, çalışanların ve halkın sağlığının üzerinde tutuyorlar. Hemşirelerin yerini almak üzere tasarlanan büyük teknoloji yatırımları, kâr güdüsü tarafından bozulan sağlık hizmetlerini iyileştirmek için bir şey yapmıyorlar.
YZ çözümcülüğü, kimi zaman da kemer sıkma politikalarının aracı haline geliyor. ABD’deki DOGE (Department of Government Efficiency – Hükümet Verimliliği Bakanlığı) örneğinde olduğu gibi, teknoloji kamu hizmetlerini küçültmeye yönelik ideolojik hedeflerle bütünleşiyor. Trump yönetimi, YZ’nin bütçe kesintilerini belirlemek, dolandırıcılık ve suistimalleri tespit etmek, devlet görevlerini otomatikleştirmek ve kamu çalışanlarının görevlerinin kritik olup olmadığını değerlendirmek için kullanılabileceğini savunuyordu. Ancak bu tür görevlerin YZ tarafından sağlıklı ve adil biçimde yerine getirilebileceğine dair herhangi bir somut kanıt bulunmuyor.
Buna rağmen, bu uygulamaların doğrudan sonucu olarak kamu hizmetleriyle ilgili veriler özel teknoloji şirketlerinin eline geçti. Böylece verimlilik ve otomasyon söylemi altında, kamuya ait verilerin kontrolü giderek özel sektöre kayarken, yurttaşların mahremiyeti ve kamu hizmetlerinin şeffaflığı da ciddi biçimde zedelendi.
Ne yapmalı?
Brennan vd’nin (2025) hazırladığı raporda da görüldüğü gibi şirketlerin YZ vizyonu ile halkın çıkarları arasında uzlaşmaz bir çelişki var. Bu nedenle, “ne yapmalı?” sorusuna verilecek ilk yanıt, YZ sektörünün sıradan insanların çıkarlarına nasıl zarar verdiğini anlamaya odaklanmaktır.
İkincisi, kamuoyunu ve kurumları sermayenin YZ destekli saldırılardan korumak için işçi örgütlenmelerini ilerletilmesidir. İşçi sınıfı, YZ’nin işyerinde kullanılıp kullanılmayacağını ve nasıl kullanılacağını şekillendirmekle kalmayıp, aynı zamanda teknoloji sektörünün genel gücünü de yeniden ayarlayabilir ve nihayetinde YZ’nin kamu yararı ve ortak fayda doğrultusundaki gidişatını şekillendirebilir. Brennan vd (2025) işçi hareketinin gücünü sergilemesi ve YZ’nin toplumumuz ve ekonomimiz genelindeki seyri üzerindeki etkisini artırması için aşağıdaki önerilerde bulunuyor:
- YZ sistemlerine koşulsuz güvenmemeli, her adımda denetim ve doğrulama esasına dayanan bir politika izlenmelidir.
- En zararlı YZ kullanımlarını toptan kısıtlayan veya firmaların belirli şekillerde veri toplama ve kullanma becerilerini sınırlayan aşağıdaki gibi kurallar oluşturulmalıdır:
- YZ duygu algılama sistemleri için kullanılamaz.
- YZ “sosyal puanlama”, yani insanları sosyal davranışlarına veya öngörülen özelliklerine göre puanlamak veya sıralamak için kullanılamaz.
- Gözetim verileri fiyatları veya ücretleri belirlemek için kullanılamaz
- YZ sağlık sigortası taleplerini reddetmek için kullanılamaz
- Çalışanlar hakkındaki gözetim verileri üçüncü taraf satıcılara satılamaz
- YZ devlet okullarındaki öğretmenlerin yerini almak için kullanılamaz
- YZ, cinsel içerikli veya seçimlerle ilgili derinsahte görüntüler üretmek için kullanılamaz.
- YZ yaşam döngüsü boyunca düzenlemelidir. YZ sistemlerini geliştiren, satan, alımını karar veren, konuşlandıran, kullanan vb kişilerin, görev ve sorumlulukları, hesap verebilirliği sağlayacak biçimde düzenlenmelidir.
- YZ endüstrisi kendi kendini değerlendirmemeli, endüstrinin denetimi bağımsız kuruluşlar tarafından yapılmalıdır.
- Şeffaflık mekanizmaları, çevre standartları, tüketici korumaları ve imar reformu dahil olmak üzere güçlü koruyucu koşullar sağlanana kadar yeni veri merkezi inşaatları durdurulmalı veya yavaşlatılmalıdır.
Başka bir YZ için mücadele, daha adil, özgür ve sürdürülebilir bir dünya için yapılan bir mücadele olacaktır.
Kaynak
Bolte, L., & Van Wynsberghe, A. (2024). Sustainable AI and the third wave of AI ethics: a structural turn. AI and Ethics, 1-10.
Brennan, K., Kak, A., & Myers West, S. (2025). Artificial Power 2025 Landscape Report. AI Now Institute.
Falk, S., & Van Wynsberghe, A. (2024). Challenging AI for Sustainability: what ought it mean?. AI and Ethics, 4(4), 1345-1355.
Van Wynsberghe, A. (2021). Sustainable AI: AI for sustainability and the sustainability of AI. AI and Ethics, 1(3), 213-218.
İlk Yorumu Siz Yapın