"Enter"a basıp içeriğe geçin

İnternet ve Politika

İnternet, bir mücadele alanıdır ve mücadele içinde sürekli yeniden üretilir. Şirketler, internetteki ilişkilerin metalaşmasını arzulamaktadır. Kendileri bu yönde sınırsız hareket ederken internet kullanıcılarının hareketlerinin sınırlanması için lobi faaliyetleri yürütürler. Hükümetler, diğer iletişim araçlarında olduğu gibi tamamen kontrol edebilecekleri bir internet için uğraşmaktadır. Ayrıca ABD, internetteki hegemonyasını devam ettirmek isterken diğer ülkeler buna son vermek için çeşitli girişimlerde bulunmakta ve ABD kökenli şirketlere karşı kendi şirketlerini desteklemektedir. Bireylerin geliştirdiği uygulamalar (vikiler, portal yazılımları, sosyal ağlar, bitcoin vb) internette yeni ufuklar açmıştır. Hükümet dışı uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütleri internete yönelik düzenlemelerde kamuoyu oluşturarak internetin yeniden üretiminde belirleyici olabilmektedir.

Bunun yanında toplumun farklı kesimlerinin internet hakkındaki düşünceleri de çelişmektedir. İyimserler, onun toplumu demokratikleştireceğini, yeni “bahar”ların önünü açacağını düşünmektedir. İnternete şüpheyle yaklaşanlar ise internetin hükümetlerin ve şirketlerin gözetim aygıtı haline geldiğini savunmaktadır. Bir taraf internetin kontrol edilemez ve adem-i merkeziyetçi yapısına diğer taraf da artan kontrol mekanizmalarına işaret etmektedir. Aslında merkezi kontrol, internetin ilk günlerinden beri vardır. Fakat bu kontrol, hükümetler ya da şirketler tarafından değil internetin oluşumunda yer almış kişiler ve örgütler tarafından gerçekleştirilmektedir. Yazının devamında da tartışılacağı gibi eşgüdüm için merkezi kontrolün gerekli olduğu durumlar olabilmektedir. Sorun, kontrolün varlığı değil, kimin ve nasıl kontrol ettiğidir. Günümüzde bu kontrolü, hükümetler ve şirketler lehine artırma girişimleri vardır. Bu girişimler, uluslararası yasalarla yapıldığında sürece müdahale her zaman kolay olmamasına karşın daha geniş kesimlerce anlaşılabilmekte ve tartışılabilmektedir. Söz konusu teknolojik düzenlemeler olduğunda ise tartışma tekniğin nesnel örtüsünün altında saklanmaktadır. İddia bir politikacıdan geldiğinde, örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan “4G ile vakit kaybetmeden 5G’ye geçmeliyiz” dediğinde bunun ağırlıklı olarak (ya da tamamen) politik bir tercih olduğu hemen fark edilir. Ama mühendislerin ve bilim insanlarının teknoloji hakkında yaptıkları açıklamalar ve toplumu belirli bir teknolojiye ikna etme çabaları nesnel ve tarafsız değerlendirmelerin bir sonucu olarak algılanır; bir teknoloji “bilimsel olarak öyle olması gerektiği için öyle olmuştur.”

Ancak teknoloji tarafsız değildir. Onu tasarlayanların ve tasarımına etkide bulunanların niyetlerini ve değerlerini içerir. İnternet gibi henüz sınırları tam olarak kalın çizgilerle çizilmemiş teknolojiler gelişime ve müdahaleye daha açıktır. Bu nedenle, internetin yapısı hakkında bir değerlendirme yaparken onun sürekli değiştiğini dikkate almak gerekir. Kritik noktalarda atılacak adımlar veya tasarımda öne çıkan tercihler interneti şimdikinden çok farklı bir yere sürükleyebilir. İnternetin mimarisindeki bir değişim internetteki güç dengelerini de altüst edecektir.

İnternetin mimarisi üzerindeki mücadele başlıca üç alanda gerçekleşmektedir. Birinci alan, internetteki teknik standartların oluşturulmasıdır. Bilgisayarlar arasında bilgi belirli standartlara göre akar ya da sınırlanır. “Enformasyon, özgür olmak ister” diye söylense de enformasyon standartların izin verdiği ölçüde özgür olabilir. Mahremiyet, fikri mülkiyet ve ifade özgürlüğü kabul edilen standartlar çerçevesinde farklılaşabilir. İkinci alan ise kaynakların nasıl paylaştırılıp yönetileceğidir. Yeni teknolojiler, geliştirilen teknolojiden türeyen kaynaklar yaratırlar. Örneğin, elektronik haberleşme hizmeti sunabilmek için adınıza tahsis edilmiş bir frekans bandına gerek vardır. İnternette var olabilmek için de özel bir (IP) adresimiz (ör. 159.253.42.233), sitemize web tarayıcıdan rahatça erişilebilsin diye bir alan adımız (ör. bilimvegelecek.com.tr) olmalıdır. 1998 yılında kurulan ICANN ( Internet Corporation for Assigned Names and Numbers – İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu) “internet alan adları sisteminin teknik yönetimini, IP adres alanlarının tahsisini, protokol parametrelerinin belirlenmesini ve internet ana servis sağlayıcı (root server) sisteminin idaresini koordine etmekle görevlendirilmiş” ABD’li bir kuruluştur. Sınırlı sayıda olan IP adreslerinin adil ve eşgüdüm içinde dağıtılması gerekmektedir. Üçüncü alan ise internete dair politikaların belirlenmesi, uygulanması ve anlaşmazlıkların çözümüdür. Örneğin, internetin güvenlik politikaların oluşturulmasında (özellikle 11 Eylül sonrasında) hükümetler kadar interneti daha güvenli ve cazip bir alışveriş merkezi haline getirmek isteyen şirketlerin de payı vardır. Güvenlik için atılan adımlar ifade özgürlüğü ve mahremiyet açısından bir tehdit oluşturabilmektedir.

Şirketlerin ve hükümetlerin keskin hamleler yaptığı bu oyunda bizim için en doğru adım, oyuna dahil olabilmemiz için açık standartların savunulması olacaktır. Standart, iletişimin tarafların kabul ettiği belirli kurallar çerçevesinde gerçekleşmesini sağlar. Bu durumda, kuralları kimin koyduğunun ve bunu nasıl yaptığının sorgulanması gerekir. Bir standardı açık olarak nitelendirebilmek için en başta standart oluşum süreçleri şeffaf olmalıdır :

1. Sürece katılanların kimlikleri bilinmelidir.
2. Dışarıdan alınan fonlar varsa açıklanmalıdır.
3. Süreçte yer alanlar, üye oldukları örgütleri ya da çalıştıkları şirketleri saklamamalıdır.
4. Standart seçiminin nasıl yapıldığı (oy birliği, oy çokluğu veya başka bir yöntem) paylaşılmalıdır.
5. Standart fikri mülkiyet içeriyorsa bu durum belirtilmelidir.
6. Toplantılardan çıkan sonuçlar kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

Ayrıca standart oluşum sürecine isteyen herkese katkıda bulunabilmeli ve süreci takip edebilmelidir. Standart açık olduğunda, toplumun farklı kesimlerinin standarda kendi değerleri ve çıkarları doğrultusunda müdahale edebilmesinin önü açılmaktadır.
Bu bağlamda, IP (İnternet Protokolü) tartışmaları, internetteki mücadeleyi, mücadelenin taraflarını ve internetin yapısına etkisini göstermesi açısından son derece öğreticidir. Sadece teknik olarak görünen bir olgu altında politik mücadeleleri barındırmaktadır.

IP Nedir?

IP (İnternet Protokolü), bilişim teknolojilerinde yer alan binlerce standarttan biridir. Ancak alternatifinin olmaması nedeniyle kritik bir standarttır. IP bilgisayarlar arası iletişimde paketi parçalar ve hedef bilgisayara gönderir. Bu iletişimde yer alan bilgisayarların bir IP adresinin olması gerekmektedir. İnternette aynı anda, aynı IP adresine sahip iki bilgisayar olamaz. IP adresi, 32 bitten oluşur ve 8 bitten oluşan 4 parçaya bölünür (ör: 10011111 11111101 00101010 11101001). IP adresini okurken (ya da yazarken) her 8 biti ondalık sisteme çeviririz (ör: 159.253.42.233). Teorik olarak bir IP adresi 4294967296 farklı değer alabilmesine rağmen bu adreslerin bir kısmı özel ağlar ve çoklu gönderim için ayrıldığından kullanılabilir IP adresi sayısı daha azdır.

Hala yaygın olarak kullanmakta olduğumuz IP’nin dördüncü sürümüdür ve IPv4 olarak gösterilir. Aslında IP’nin öncesinde başka bir sürümü yoktur. Daha önce TCP’ye (Transmission Control Protocol) bağlı bir protokol olması ve TCP’nin de üç eski sürümü olması nedeniyle IPv4 olarak adlandırılmıştır.

IPv4 adresleri kıt bir kaynaktır ve kullanılan protokolün tasarlandığı yıllarda internetin bu kadar hızlı yaygınlaşacağı öngörülememiştir. 1981’de internete bağlı bilgisayar sayısı sadece 213’ken 1989’da 159000 olmuş ve bu beklenmedik artış 1990’larda “IP kıtlığı” tartışmasını başlatmıştır:

Yıl Bilgisayar Sayısı
1981 213
1982 235
1983 562
1984 1024
1985 1961
1986 5089
1987 28174
1988 56000
1989 159000

Sorun sadece artan bilgisayar sayısından kaynaklanmamaktadır. IPV4’te kullanılan sınıflandırma sistemi de IP adreslerinin adaletsiz dağılımına neden olmuştur. Ülkelerdeki adres sisteminin (il, ilçe, semt, sokak, bina numarası, ev numarası) postaların dağıtımında sağladığı kolaylık dikkate alınarak aynı yöntemin internette de uygulanabileceği ve bir kuruluşun IP adreslerini aynı blok içinde kümeleyerek iletişimin daha verimli düzenlenebileceği hesaplanmıştır.

Bir IP adresini dört bölüm halinde düşünürsek A sınıfı IP adreslerinde adresin birinci kısmı 1 ile 126 arasında bir değer alabilir. Örneğin, bir kuruluşun A sınıfı bir adresi varsa ve değeri 9 ise, kullanabileceği IP adresleri 9.x.y.z gibi değerler alabilecektir. Bir diğer deyişle, A sınıfı adres blokuna sahip olan bir kuruluş yaklaşık 17 milyon (224) potansiyel adrese sahiptir.

B sınıfı adres bloklarında ise IP adresinin iki kısmı kullanılır. IP adresinin ilk bölümü 128 ile 192 arasında bir sayı alabilir. Bir şirketin B sınıfı adresi varsa ve değeri 130.45 ise kullanabileceği IP adreslerinin sayısı (130.45.x.y) 65000’den (216) fazladır.

C sınıfı adres bloklarının ilk bölümü 193 ile 223 arasındadır. Bir kuruluşun C sınıfı adresi varsa ve değeri 200.45.34 (200.45.34.x) ise kullanabileceği IP adreslerinin sayısı sadece 256’dır (28).

İlk gelenler (tahmin edilebileceği gibi ABD’li şirketler, üniversiteler ve askeri birimler) A ve B sınıfı adresleri kapmışlardır. Böylece IP adresleri dünyada asimetrik şekilde dağılmıştır (bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_IPv4_address_allocation). Kıtlığın nedenlerinden biri de bu adaletsiz dağılımdır. Fakat dağılım ne kadar adil olursa olsun sınırlı sayıda olan IP adreslerinin sonunda tükenmesi kaçınılmazdır.

1990’lı yıllarda, sorunu aşmak için çeşitli çözümler tartışılmıştır.

IPv6’ya Doğru

Tartışılan çözümlerden bazıları IP adresi kıtlığını aşamasa da acı sonu geciktirecek ve zaman kazandıracak biçimdedir. İlk akla gelen çözüm, IP zengini kuruluşların kullanmadıkları adreslerden feragat etmeleridir. Ama Stanford Üniversitesi gibi istisnalar dışında, IP zenginleri ellerindekini paylaşmaya yanaşmaz. B sınıfı adres blokları yerine birden fazla C sınıfı adres bloku verilmesi ya da CIDR adlı yöntemle (classless interdomain routing – sınıfsız alanlar arası yönlendirme) C sınıfı adres bloklarının birleştirilmesi önerileri vardır.

Ağ geçitleriyle interneti alanlara ayırma ve böylece aynı IP adresinin başka alanlarda kullanımına izin verme önerisi ise internetin halihazırdaki mimarisine aykırı ve istenmeyen bir durumdur. Bilgisayarların birbirleriyle doğrudan bağlantısı yerini parçalanmış bir mimariye bıraktığında ağdaki otoriter, kısıtlayıcı eğilimler güçlenecektir.

IPv4’ün yeni bir protokolle değiştirilmesi önerisi daha akla yatkındır. O güne kadar internetin gelişimine yön veren ve internette kullanılacak protokolleri geliştiren ve standartlaştıran ABD’li bir örgüt olan IETF’dir (Internet Engineering Task Force – Internet Mühendisliği Görev Gücü). IETF’ye katılım, bir ülkeyi ya da şirketi temsilen değil, bireysel temeldedir. Fakat çoğu üye ya bir kurumun ücretli çalışanıdır ya da katılımı bir kurum tarafından finanse edilmektedir. IETF’de anlaşmazlıkların çözümü ve standartların takibi için iyi tanımlanmış prosedürler vardır. IETF’nin resmi bir statüsü olmamasına karşın standartların belirlenme sürecindeki şeffaflık ve katılıma açıklık IETF’nin konumunu meşrulaştırmaktadır. Açıklık, aşağıdan yukarı karar süreçleri ve oy çokluğu yerine topluluğun genel düşüncesine (rough consensus) göre hareket edilmesi IETF’yi standartlaştırma çalışması yapan diğer kurumlardan ayırmaktadır. Ancak tüm katılımcı yaklaşımına rağmen maddi (para, erişim, bilgi, dil vb) eşitsizliklerin potansiyel katılımcılar açısından ciddi bir engel oluşturduğu da göz ardı edilmemelidir.

Yeni IP protokolü tartışmalarında IETF’nin karşısında güçlü bir rakip, ISO (International Organization for Standardization – Uluslararası Standartlar Örgütü) vardır. ISO’nun 162 üyesi vardır. Üyeler, ülkelerin standart belirleme örgütlerinden oluşmaktadır ve üyelik ücretlidir. Örneğin Türkiye ISO’da TSE (Türk Standartları Enstitüsü) tarafından temsil edilmektedir. IETF’den farklı olarak standart çalışmaları kurum içi doküman olarak değerlendirilmekte ve kurum dışına erişime kapatılmaktadır. Standart oluşturma sürecinin sonlanmasından sonra da standartlar ücret karşılığında satılmaktadır.

IP sorunu tartışmaları, teknik bir tartışmanın ötesinde bu iki kültürün çatışması olmuştur. Nitekim yeni IP sürümü önerisi kabul edilen taraf, internetin bundan sonraki gelişimini de belirleyecektir. IETF, IP sorunu hakkındaki çözüm önerilerini değerlendirmek üzere, Allison Mankin ve Scott Bradner yönetiminde bilişim teknolojileri hakkında farklı deneyimlere sahip 15 mühendisi içeren bir çalışma grubu kurar. Farklı deneyim, grubu zenginleştirmektedir. Ama grup üyelerinin çoğunluğu ABD’li büyük yazılım şirketleri ve servis sağlayıcıları ile ilişkilidir. Herhangi bir hükümetin temsilcisi ya da bağımsız bir birey yoktur. Söz konusu şirketler, kabul edilecek protokolü kendi işlerine uyarlayacaklarından yeni protokolle ekonomik olarak da ilgilidirler. Farklı seçeneklerin değerlendirilmesinin ardından geriye üç öneri kalır: SIPP (Simple Internet Protocol Plus), CATNIP (Common Architecture for the Internet), ve TUBA (TCP and UDP with Bigger Addresses). Tüm öneriler, IP adresi kıtlığını aşmaya yönelmiştir ve farklı teknik özellikleri vardır. Ama temel farklılıkları teknik değil, politiktir. Yeni protokolü kimin kontrol edeceği ve IP’nin korunup korunamayacağı sorularına verdikleri yanıtlar ayırt edici özellikleridir. SIPP’in arkasında IETF vardır ve adından da anlaşılabileceği gibi IP’nin bir devamıdır. CATNIP, IP, OSI protokolleri ve Novell ürünlerini içeren tamamen yeni bir protokoldür. TUBA ise IPv4’ü ISO’nun CLNP (Connectionless-mode Network Protocol) adlı protokolü ile değiştirmek istemektedir. CATNIP, yetersiz görülerek elenir. E-Posta listelerinde iki protokol, SIPP ve TUBA, arasında bir rekabet başlar.

SIPP ve TUBA arasındaki yarış gerçekte IETF ve ISO arasındadır. IETF, ISO’nun TUBA konusundaki ısrarını politik olarak değerlendirirken kendi pozisyonunu teknik gerekçelerle ifade eder. Ama e-posta listelerindeki tartışmanın odağı yeni protokolde kimin söz sahibi olacağıdır. ISO, TUBA’nın kontrolünü IETF’ye verse IETF, SIPP ısrarından da vazgeçebilecektir. Ama ISO, kendisinin uluslararası standartlar konusunda yetkili tek örgüt olduğunda ısrar ettiğinden buna imkan yoktur.

Yarışı kazanan IETF olur. Yeni protokol, IPv5i daha önce başka bir yerde kullanıldığından IPv6 olarak adlandırılır. Yarışı IETF’nin kazanmasının üç önemli sonucu vardır. Birincisi, IETF, internet mimarisi üzerindeki konumunu ve internete yaklaşımını pekiştirir. IETF’nin önemli isimlerinden David Clark ISO’ya karşı olan mücadeleyi şöyle ifade etmektedir: “Kralları, başkanları ve oylamayı reddediyoruz. Genel görüşe (rough consensus) ve çalışan koda inanıyoruz.” Diğer bir deyişle, mücadele IETF’nin aşağıdan yukarı oluşturduğu standartlar ile ISO’nun yukarıdan aşağı dikte ettiği standartlar arasında gerçekleşmiştir ve kazanan IETF’nin değerleri olmuştur. İkincisi, TCP/IP ile ISO’nun desteklediği OSI arasındaki yarışta TCP/IP, OSI karşısındaki konumunu daha da güçlendirmiştir. Üçüncüsü, ISO kapalı olmasına rağmen uluslararası bir örgüttür. Batılı hükümetlerin ve şirketlerin ISO’yu destekleme nedenlerinden biri de internetteki ABD hegemonyasını zayıflatabilmektir. Bunda başarılı olamazlar.

Özetle, yeni IP tercihinde farklı çıkarlar ve değerler belirleyici olmuştur. Özellikle açık standartlar konusunda yapılan bu tercih, IPv6’nın geliştirilme aşamasında da belirleyici bir parametre olacaktır. IPv6’nın geliştirme sürecindeki önerilerden biri ağ bağlantısında kullanılan ethernet kartlarındaki özel numaraların (MAC adresi) internet iletişiminde kullanılmasıdır. Bilgisayarın ağa sabit bir numarayla bağlanması ağın teknik olarak daha verimli yönetilebilmesini sağlayacaktır. Eğer sabit bir IP adresi almadıysak her yeni internet bağlantısı, farklı bir IP adresi kullanır. İnternet Servis Sağlayıcı dışında başkaları kullanıcıyı IP adresiyle ilişkilendiremez. Örneğin, internete bağlanırken her seferinde farklı bir IP adresi alındığından bir web sitesi sahibi “X kullanıcısı günde 5 kere benim sitemi ziyaret ediyor.” diyemez. IPv6’ya sabit olan bir bilginin eklenmesi kullanıcıların mahremiyeti için tehdit edici bir durumdur. Tartışmalar ve tepkiler sonucunda bu özellik yeniden düzenlenmiştir. Protokolün, IETF tarafından açık bir biçimde geliştiriliyor olması kamuoyunun gelişmelerden haberdar olmasını ve tepkisini ifade etmesini sağlamıştır. IPv6, ISO içinde geliştirilmiş olsa, çalışmada yer alan mühendislerin mahremiyet kaygısı yoksa kullanıcılar kendileri aleyhinde bir protokolle karşı karşıya kalacaklardır. IETF’de ise mühendislerin mahremiyet kaygısı olmasa bile çalışmalar izlenebildiğinden, protokole son hali verilmeden dışarıdan müdahale etmek mümkündür. Nitekim IETF’deki tartışmalardan haberdar olan aktivistlerin tepkileri, mühendislerin kararını pekiştirmiştir.

Dolayısıyla geliştirilen standartlara dışarıdan müdahale yolları da kritik önemdedir. Bu müdahale, hükümetler, halk ya da aktivist grupları gibi farklı özneler tarafından gerçekleştirilebilir. Hükümetlerin doğrudan müdahalesi bürokrasiyi artırmasının yanında uluslararası ilişkilerde beklenmedik sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle internetin yönetiminde aşağıdan yukarı ve hükümetlerin doğrudan müdahil olmadığı yaklaşımlar tercih edilmektedir. Kamu çıkarlarının geliştirilen standartlara yansıtılması önemlidir. Ama halkın standart geliştirme süreçlerine doğrudan katılımının önünde bilgi, zaman, para ve farkındalık gibi engeller vardır. Böyle durumlarda, aktivist grupların çalışmaları önem kazanmaktadır. Aktivist gruplar, standartların tasarım ve iyileştirme çalışmalarına doğrudan katılarak, standardı hazırlayan kurumları kamu yararı konusunda bilgilendiren raporlar hazırlayarak ya da onları dışarıdan izleyerek standardı hazırlayan kurumlarla halk arasında bir köprü olabilirler. Katılımın sınırları standart geliştirme süreçlerinin buna ne kadar izin verdiği ile ilgilidir.

Standart seçim süreci kadar onun benimsenmesi (adoption) de ekonomi ve politikayla yakından ilişkilidir. IPv6’ya geçiş oldukça yavaş ilerlemektedir. Buna rağmen bazı ülkelerin IPv6’yı uygulama konusunda son derece istekli adımlar attığı da görülmektedir. Örneğin Japon Hükümeti, IPv6’ya bir an önce geçerek ABD’den IPv4’ün rövanşını almak istemektedir. IPv6’yı destekleyen cihazları ve servisleri ABD’li şirketlerden önce piyasaya sürme planları yapmaktadır. Ana hedef, IP adreslerinin tükenmesine karşı önlem alınması değil, ekonomik çıkarlar gereği ABD şirketleriyle rekabet olmuştur. Fakat Japon hükümetinin 2001 yılında uygulamaya koyduğu bu strateji başarılı olamamıştır. Benzer hedef ve sonuçsuzluk, Çin, Kore, Hindistan ve Avrupa Komisyonu’nda da yaşanmıştır.

Başarısızlığın birinci nedeni, IPv6’nın IPv4’ün devamı olmasına rağmen farklı dille (protokolle) konuşan iki bilgisayarın doğrudan anlaşamamasıdır. IPv6 kullanan bir bilgisayar ara çözümler olmadan IPv4 kullanan bir sunucuya erişemez. İkincisi, piyasaların ve IP zengini ülkelerin bu yönde bir talebinin olmayışıdır. Çünkü geçiş birçok şirket için ek maliyet anlamına gelmektedir. Kamu yararı ve kendi çıkarları karşı karşıya geldiğinde IPv6’ya geçiş öncelikli görünmemektedir. Üçüncü neden de internetin adem-i merkeziyetçi mimarisidir. Merkezi bir otorite olmadığından IPv6’ya geçiş ağın sakinlerinin kendi tercihi olmaktadır.

2014 yılına kadar internet trafiğinin %99’u hala IPv4 üzerinden gerçekleşmektedir. Ama ilk kez 20 Temmuz 2015’de Google’a erişen IPv6’lı bilgisayarların sayısı %8’i geçmiştir. Ülkelerin IPv6’yı benimseme oranları http://6lab.cisco.com/stats/search.php adresinden izlenebilir.

IPv6’nın daha güvenli olduğunu savunan görüşler henüz istenen etkiyi yapmamıştır. IPv6’nın benimsenmesi için belirgin bir motivasyon ya da yalnız IPv6 üzerinde çalışan bir uygulama olmadıkça IPv4’ün yerini tamamen IPv6’ya devretmesi için daha uzun bir zaman var. Muhtemelen de bu motivasyona ya da uygulamaya IPv6’dan çıkarı olan politik aktörler öncülük edecek.

IPv6, internetin yeniden üretildiği en önemli savaş alanlarından biri. Ama sadece biri…

i https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nternet_Ak%C4%B1%C5%9F_Protokol%C3%BC(IPv5)
ii http://www.google.com/intl/en/ipv6/statistics.html

Kaynaklar

DeNardis, L. (2009). Protocol politics: The globalization of Internet governance. Mit Press.

2 Yorum

  1. Teşekkür ederim. Gerçekten çok değerli bir katkıda bulunmuşsunuz. Selamlar, sevgiler.

  2. Merhaba, emeğinize sağlık. Yine çok severek okuduğum bir yazı yazmışsınız

    Teşekkürler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir