"Enter"a basıp içeriğe geçin

Şirketlerin ve Hükümetlerin Yönettiği Akıllı Şehirler

Akıllı şehir teknolojileri tüm dünyada hızla yaygınlaşıyor. ABD’deki şehirlerin üçte ikisinden fazlası akıllı şehir teknolojilerini uygulamaya çalışıyor. Ama bu sefer en önde ABD değil, Çin var. Çin, eski şehirlerini yeniden inşa ediyor ve sıfırdan yeni şehirler yaratıyor. Akıllı şehir hareketi, bilişim teknolojilerinin bu iki lider ülkesiyle de sınırlı değil. Londra’dan Singapur’a, Rio de Janeiro’dan Delhi’ye ve Güney Afrika’daki Cape Town’dan Pasifik Adası’ndaki Mauritius Cumhuriyeti’ne kadar akıllı şehir teknolojileri birçok yerde deneniyor. Fakat Mosco’nun (2019) dikkat çektiği gibi, son on yıldaki hızlı gelişmelere rağmen, insanlar akıllı şehirlerin ne olduğu hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. Örneğin, ATG Access’in Birleşik Krallık’ta, 1000 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği bir araştırmada, katılımcılarının %68’inin akıllı şehrin ne olduğunu bile bilmediği ortaya çıkmış (https://www.atgaccess.com/files/downloads/atg-smart-cities-whitepaper.pdf).

Akıllı şehirlerin uluslararası düzeyde kabul gören bir tanımı yok. Bu nedenle, İngiltere gibi gelişmiş bir ülkede bile insanların akıllı şehirlerin ne olduğunu bilmemesine fazla şaşırmamak gerekiyor. Çeşitli uluslararası kuruluşların tanımlarına baktığımızda ise akıllı şehirlerin açıklayıcılıktan uzak ve daha çok teknoloji odaklı olduğunu görüyoruz (https://www.akillisehirler.gov.tr/akilli-sehir-nedir/):

Akıllı ve sürdürülebilir şehir, mevcut ve gelecek nesillerin ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel ihtiyaçlarını gözetirken; yaşam kalitesini, şehircilik hizmet sunumunun verimliliğini ve rekabet gücünü artırmak için bilgi ve iletişim teknolojilerini ve diğer araçları kullanan yenilikçi bir şehirdir (ITU, 2016).

Şehrin planlamasını, yönetimini, inşasını, akıllı hizmetleri kolaylaştıracak Nesnelerin İnterneti, Bulut Bilişim, Büyük Veri ve entegre Coğrafi Bilgi Sistemleri gibi yeni nesil bilgi iletişim teknolojilerinin uygulandığı yeni bir kavram ve yeni bir modeldir (ISO, 2014).

Akıllı Şehir; Ekosistem varlıklarına sürdürülebilir, müreffeh ve kapsayıcı bir gelecek sunmak için fiziksel, dijital ve insani sistemlerin yapılandırılmış bir çevre ile etkin entegrasyonudur (PAS 180, 2014).

Akıllı şehirlerin net bir tanımı olmamasına rağmen akıllı şehir hareketinin başlangıcı IBM’nin 2009 yılında yayımladığı “Daha akıllı şehirlerin vizyonu” başlıklı rapora dayandırılıyor (https://www-03.ibm.com/press/attachments/IBV_Smarter_Cities_-_Final.pdf). Mosco (2019), IBM’in akıllı şehir hamlesini 2008 ekonomik krizi sonrasında yeni pazarlar yaratmayı hedefleyen bir açılım olarak değerlendiriyor. Raporda yer alan vaatler akıllı şehir tanıtımlarında hâlâ oldukça yaygın: Suçla mücadele ve daha sağlıklı yaşam; trafik sıkışıklığını aşmak ve kazalara daha hızlı müdahale edebilmek; daha yüksek bağlantı hızı; su kaynaklarının kullanımında farkındalığı artırmak; tüketicilerin fiyat sinyallerini daha iyi göndermesini sağlayarak enerji sektöründeki pazar performansını artırmak.

IBM’ye göre akıllı şehirler, birbirine bağlı enformasyondan kaynaklarından yararlanarak kendi faaliyetlerini daha iyi anlıyor ve kontrol ediyor; sınırlı kaynakları en verimli biçimde kullanabiliyor. IBM’nin rakiplerinden Cisco ise enformasyon ve iletişim teknolojileriyle elde edilecek verimlilik artışı, maliyet düşüşü ve yaşam kalitesindeki artış üzerinde duruyor. Şirketlere ve şehirlere akıllı şehir uygulamaları üzerine danışmanlık yapan McKinsey 2018 yılında yayımladığı raporunda akıllılığı, akıllı şehir teknolojilerinin varlığı, şehirlerin teknoloji yoğun altyapılara ne kadar iyi uyum sağlayabildiği ve şehir sakinlerinin gerçek zamanlı toplu taşıma bilgileri ve uzaktan tıbbi teşhis gibi akıllı şehir uygulamalarını ne kadar benimseyebildiğiyle ölçüyor. Akıllı şehirleri, bilgisayar ve akıllı telefon metaforlarıyla açıklamayı deneyenler de var. Siemens, akıllı şehirleri bir açık hava bilgisayarına benzetiyor. Jenny McGrath de Kansas City’deki akıllı şehir projesini tartıştığı yazısında akıllı şehri, algılayıcılarla donatılmış ve uygulamalara ihtiyaç duyan dev bir akıllı telefona benzetiyor (https://www.digitaltrends.com/home/kansas-city-smart-city-technology/).

Teknoloji şirketleri, kendi bakış açılarına göre akıllı şehirleri tanımlıyorlar. Mümkün olduğunca çok veri toplayarak ve bunu şehirleri daha verimli yönetmek için kullanarak maliyetlerin düşürüleceğini ve hedeflerin gerçekleştirilebileceğini düşünüyorlar. Mosco (2019), akıllı şehirlerde teknolojinin ve verinin önemini kabul etmekle beraber bu tanım ve metaforlardaki basitliği aldatıcı buluyor. Hiç kimsenin şehrin işleyişini daha iyi kavramaya, kontrol etmeye ve daha verimli yapmaya itirazı olamaz ama burada kritik soru, bunların neleri hedeflediğidir. Akıllı şehirlerde kullanılan teknoloji, eşitsizliği artırabileceği gibi tam tersini de yapabilir. Londra, Singapur ve New York başarılı akıllı şehir örnekleri olmalarının yanında eşitsizliğin de giderek arttığı yerlerdir. Cisco, teknoloji yardımıyla verimlilik artışından, maliyet düşüşünden ve yaşam kalitesi artışından söz ediyor. Ama hangi amaç için ve kim için? Örneğin Singapur akıllı teknolojileri evsiz insanları belirlemek ve sokaklardan uzaklaştırmak için kullanıyor. San Diego, bir çok şehirde olduğu gibi sokak lambalarına gözetim kameraları yerleştiriyor. San Diego’nun iş ortağı General Electric (bir çok teknoloji şirketi gibi) bundan bir yarar sağlıyor ama ya şehir sakinleri?

Mosco (2019), bilgisayar ya da akıllı telefon metaforu yerine daha esnek gördüğü platform metaforunu tercih ediyor ve şehri sadece bir şey olarak değil, bir süreç olarak ele alıyor. Platformlar en genel anlamıyla iki ya da daha fazla kullanıcının etkileşimini sağlayan dijital altyapılar. Son yıllarda yaygınlaşan platform ekonomileri, müşteriler, servis sağlayıcılar, üreticiler, tedarikçiler ve fiziksel nesneler gibi farklı tipte kullanıcıları bir araya getiriyorlar. Bilgisayar ve akıllı telefon metaforları yerine akıllı şehirleri, kullanıcıların gereksinimlerini karşılayan, fiziksel bir alanda yer alan bir platform olarak görmek daha açıklayıcı olabilir.

Akıllı şehir hareketinin sözcüleri, dikkati özellikle yeni teknolojilere çekerek akıllı teknolojilerin sokakları daha güvenli, havayı daha temiz, ulaşımı daha verimli yapacağını iddia ediyorlar. Anında iletişim ve algoritmalar sayesinde insanlara göre daha hatasız ve çok daha hızlı karar verebilen yönetim sistemleri geliştirilebilecek. Ancak bu iddialara karşı akıllı şehirlerle beraber gözetimin derinleştiğini, şehirlerin yönetiminin özel şirketlere devredildiğini, demokrasinin daraldığını, bilgisayar korsanlarının saldırısına fazlasıyla açık bir ortam yaratıldığını, iklim değişikliğinin hızlandığını savunanlar da var. Bazı şehirlerde, toplumsal hareketler şirket politikalarının sorgulanmasını sağlayabiliyor ve belediyeleri politikalarını değiştirmeye zorlayabiliyor. Fakat bu da ancak kamuoyu, akıllı şehirler ve olası sonuçları hakkında bilgilendirilebildiğinde; akıllı şehirler, yapay zeka, nesnelerin interneti, 5G vb teknolojilere indirgenmeden yönetim sorunsalı ekseninde ele alındığında mümkün oluyor.

İnsanlar risklerin farkına vardıkça belediyeler ve şirketler de vizyonlarını pazarlarken kullandıkları iki sihirli kelimenin (inovasyon ve verimlilik) yanına bir üçüncüsünü, katılımcılığı, ekleyerek önleyici bir hamle yapma gereği duyuyorlar. Fakat dünyadaki akıllı şehir örneklerini incelediğimizde insanların geleceklerini ilgilendiren politika ve uygulamalara katılımının çoğu zaman sınırlı bir düzeyde gerçekleştiğini görüyoruz.

Akıllı şehirleri, farklı aktörleri (resmi kurumlar, şirketler ve yurttaşlar) bir araya getiren bir platform olarak ele almak, buralardaki gerilimleri ve güç ilişkilerini daha açık seçik görebilmemize yardımcı oluyor. Böylece kullanılan teknolojiler yerine farklı çıkar ve çatışmaları tartışabiliyoruz. Bir akıllı şehri yönetmenin çeşitli yolları olsa da akıllı şehirlerin yönetiminde üç temel eğilimle karşı karşıyayız. Birinci eğilim, akıllı şehirlerin şirketlerin (çoğunlukla teknoloji şirketlerinin) öncülüğünde geliştirilmesi. İkinci eğilim, özellikle Çin’de olduğu gibi akıllı şehirlerin yerel, bölgesel ve ulusal düzeydeki resmi kurumların öncülüğünde geliştirilmesi ve yönetilmesi. Üçüncü eğilim ise kamusal alanı, verinin kamusal sahipliğini ve yönetimini, akıllı şehir geliştirme sürecine tam katılımı hedefleyen yurttaş odaklı akıllı şehirler.

Bu yazıda, ilk ikisini ele alacağım. Yurttaşların yönetimde etkili olduğu akıllı şehirleri ve bu şehirlerin en önemlisi olan Barcelona’yı başka bir yazıda, daha ayrıntılı tartışmak istiyorum. Ama önce katılım ve katılım düzeyi hakkında netleşmek gerekiyor. Çünkü bazen katılımı güçlendirdiğini iddia eden uygulamalar gerçek katılımcılığı engellemeyi hedefleyen bir strateji de olabiliyor.

“Ben katılıyorum, sen katılıyorsun, o katılıyor, biz katılıyoruz, siz katılıyorsunuz… Onlar kar ediyor.”

Başlık, Fransız öğrencilerin 1968 Baharı’nda astıkları bir afişten ve günümüzdeki akıllı şehir ve belediyecilik tartışmalarında sıkça başvurulan katılımcılık söyleminin aldatıcılığını özetliyor.

Sherry Arnstein, 1969 yılında yayımlanan “Yurttaş Katılım Merdiveni” adlı makalesinde yurttaş katılımını, ıspanak yemeye benzetir: İnsanlar için iyi olduğundan teoride kimse ıspanağa karşı değildir. Yönetilenlerin yönetime katılımı da teoride demokrasinin köşe taşlarından biridir ve neredeyse herkesin kuvvetlice alkışladığı bir fikirdir. Fakat bu ilkeyi yoksul siyahlar, Meksikalı Amerikanlar, Porto Rikolular, Kızılderililer, Eskimolar ve beyazlar için uygulamaya kalktığınızda alkışlar zayıflar. Yoksullar, katılımı gücün yeniden dağıtımı olarak tanımlamaya çalıştıklarında katılım ilkesi, çeşitli ırksal, etnik, ideolojik ve siyasi muhalefetle karşı karşıya kalır.

Gücün yeniden dağıtımı olmadan katılım, güçsüzler için boş ve yararsız bir süreçtir. Katılım söylemi süreçten sadece belirli bir kesim yarar sağlayabilecek olmasına karşın güç sahiplerinin tüm tarafların dikkate alındığını iddia edebilmesine yardımcı olur. Böylece sadece statükoyu devam ettirmek kolaylaşır. Arnstein (1969) katılımı, şu anda siyasi ve ekonomik süreçlerden dışlanan yurttaşların geleceğe bilinçli olarak dahil edilmesini sağlayan gücün yeniden dağıtımı olarak tanımlar. Bilgilerin nasıl paylaşıldığını, hedeflerin ve politikaların nasıl belirlendiğini, vergi kaynaklarının nasıl tahsis edildiğini, programların nasıl işletildiğini, işlerin ve yardımların nasıl bölüştürüldüğünü belirleyen bir stratejidir.

Olguları siyah ve beyaz diye sınıflandırmak çoğu zaman yanıltıcı oluyor. Bu nedenle, yurttaş katılımının varlığından ve yokluğundan söz etmek yerine katılımın farklı düzeylerini tartışmak daha açıklayıcı olabilir. Arnstein (1969), yurttaş katılımını sekiz basamaktan oluşan bir merdiven örneğiyle açıklamaya çalışır. Arnstein (1969) katılım merdiveninin konuyu basitleştirdiğini; yoksulların ve güç sahiplerinin homojen bloklar olmadığına kabul eder. Ama bu benzetme farklı katılım/katılamama durumları olabileceğini ve farklılıkları tartışabilmeyi kolaylaştırmaktadır. Zaaflarına karşın, Arnstein’in (1969) 50 yıl önceki federal sosyal programlardan örneklerle açıkladığı katılım merdiveninin günümüzdeki katılımı (ve katılımsızlığı) anlamaya yardımcı olacağını düşünüyorum.

Arnstein’in (1969) katılım merdiveninin ilk iki basamağında bir katılım söz konusu değildir. Birinci basamak manipülasyondur. İnsanlar yurttaş katılımı adına danışma kurullarına yerleştirilirler. Amaç onları eğitmek veya desteklerini sağlamaktır. Bir bakıma halkla ilişkiler çalışmasıdır. İkinci basamak, terapi olarak adlandırılır. Uzmanlar, yurttaşları planlamaya dahil etme maskesi altında vatandaşları klinik grup terapisine tabi tutarlar. Bu katılım biçiminde yurttaşlar kapsamlı faaliyetlerde bulunurlar, ancak aslında yapılan yurttaşların gerçek sorunlarından uzaklaştırılarak daha üst toplumsal değerlere uyum sağlamasına yardımcı olmaktır.

Üçüncü basamak, bilgilendirmedir. Bilgilendirme, yurttaş katılımı için gerekli bir koşul olmasına karşın burada söz konusu olan tek yönlü, yönetenlerden yurttaşlara bir bilgi akışıdır. Yurttaşların geri bildirim ya da itiraz hakkı yoktur. Yöneticiler, afişlerle ve çeşitli medya araçları ile ve kendi belirledikleri zamanda yurttaşları faaliyetleri hakkında bilgilendirirler. Dördüncü basamak, danışmadır. Bu aslında katılımın üst basamakları için de gerekli bir adımdır. Eğilim anketleri, mahalle buluşmaları ve halka açık toplantılarla yurttaşlara düşüncelerini ifade etme olanağı verilir. Fakat buradaki temel sorun, yarım kalan bir girişim olması ve belirtilen görüş ve önerilere doğrultusunda gerekli adımların atılmamasıdır. Beşinci basamak olan yatıştırmada ise yurttaşlara sınırlı bir katılım ve dolayısıyla etkide bulunabilme olanağı verilir. Göstermelik olarak danışma kurullarına ve komisyonlara dahil edilirler. Ama buralarda ya azınlık durumundadırlar ya da son karar bir üst makam tarafından alınmaktadır.

Arnstein (1969), üçüncü, dördüncü ve beşinci basamaklardaki katılımın göstermelik olduğunu yazar. Altıncı, yedinci ve sekizinci basamaklar ise iktidarın yurttaşta olduğu basamaklardır. Ortaklık olarak adlandırılan altıncı basamakta yurttaşlar ve iktidar sahipleri arasındaki müzakereler sonucunda iktidarın paylaşımı vardır. Taraflar, ortak politika kurulları, planlama komiteleri ve anlaşmazlıkların çözümüne yönelik mekanizmalar gibi yapılar aracılığıyla planlama ve karar verme sorumluluklarını paylaşmayı kabul ederler. Bu basamakta, güç sahiplerinin iktidarlarından gönüllü olarak vazgeçmesi değil, örgütlü bir topluluğun iktidara ortak olması söz konusudur. Yedinci basamak, iktidarın yetkilerinin halka devredilmesidir. Halk yönetsel güç çoğunluğunu elinde bulundurur ve yönetenler yetkilerini halka devrederler. Sekizinci ve son basamak ise yurttaş denetimidir. Bu basamakta halk her şeyin denetim yetkisine sahiptir.

Şirketler ve hükümetler tarafından yönetilen akıllı şehir örneklerini incelediğimizde ise yurttaş katılımının ya hiç olmadığını ya da katılımcılık iddiasının beşinci basamağa hiç erişemediğini görüyoruz. Daha da kötüsü Eric Schmidt, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg, Elon Musk, Peter Thiel, Bill Gates gibilerine göre şehirlerin yıllardır seçilmiş resmi görevliler tarafından yönetilmiş olması bunun böyle devam edeceği anlamına gelmiyor. Pazarın, şehirlerin karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelmede kamu sektörünün yıllanmış bürokrasilerinden daha başarılı olacağını öne sürüyorlar. Şehirlerin yönetiminin şirketlere devredilmesi yıllardır devam eden özelleştirme ve kuralsızlaştırma politikalarının mantıksal sonucu (Mosco, 2019).

Eski Şehirleri Akıllandırmak ya da Yeni Şehirler Kurmak

Her akıllı şehir planı kendine özgü olsa da iki temel yaklaşım var. Birinci yaklaşım, var olan bir şehrin altyapısını yeni ulaşım, enerji ve iletişim ağları yaratan yeni internet teknolojileri (bulut bilişim, büyük veri, nesnelerin interneti ve 5G) ile yeniden inşa etmek. İkinci yaklaşım ise yeni bir şehir inşa etmek. Bunun yanında pilot teknolojilerin denendiği şehirler de var.

Akıllı şehirler gerçekten de IBM’nin hedeflediği gibi teknoloji şirketleri için yeni bir pazar oldu. Şehirlerini akıllandırmak isteyen belediye yönetimlerine donanım, yazılım ve danışmanlık sattılar; onlarla beraber akıllı şehirler inşa ettiler. Teknoloji şirketleri şehir yönetimlerini merkezi izleme ve karar alma tesisleri için ikna etmeye çalıştılar. Bunda ilk başarılı olan, 2010 yılının sonunda Rio de Janeiro’da, Rio Operasyon Merkezi’ni kuran IBM’di. Merkez, başlıca birimlerdeki (polis ve itifaiye gibi) gelişmelerin yanında şehirdeki çeşitli olayları (hava durumu, elektrik, su, çöplerin toplanması vb) tek bir yerden izleyebiliyordu. Herhangi bir kamu aracının nerede olduğu bilinebiliyordu.

Ancak Merkez’in faaliyetleri şeffaf değildi ve tüm şehre yayılan bu kameraların konuşlandırılmasında yurttaş katılımı söz konusu değildi. Merkez, 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatları’ndaki protestoları izlemek için kullanıldı. Belediye Başkanı, yaptığı bir konuşmada her bir köşenin 7 gün 24 saat izlendiğini övünerek anlatıyordu. Fakat akıllı şehir teknolojilerinin, eşitsizlik, yoksulluğun yönetişimi veya şehrin planlanması için kullanılmadığını vurgulayan eleştiriler de vardı. Siemens de Singapur’da Şehir Kabini adı verilen bir merkez inşa etti. Başka şehirlerde de benzer girişimler oldu ancak gözetim ve merkezileşmeden duyulan kaygılar örgütlendiğinde belediyeler ve şirketler projelerini rafa kaldırmak zorunda kaldılar.

Şirketler, şehir yönetimlerine doğrudan teknoloji satmanın yanında akıllı şehirlere farklı stratejilerle eklemleniyorlar. Amazon, Seattle’ı tamamen otomatikleştirilmiş Amazon Go dükkanları gibi yenilikleri test edebileceği bir teknoloji laboratuvarı olarak görüyor.

Google, 2015 yılında Sidewalk Labs adlı birimini kurduktan sonra şehirlerin yeniden yapılandırılmasında daha aktif roller üstlenmeye başladı. Ancak ellerine bir şehir teslim edildiğinde ne yapabileceğini tüm dünyaya göstermek isteyen Google’ın hayali, Toronto’yla yapılan anlaşma sonrası gerçek oldu. Artık sürücüsüz araçlar, uyarlanabilen trafik şeritleri ve lambaları, ses ve kirliliğin izlenmesi, dronlarla teslimat, karın eritildiği ısıtılmış bisiklet yolları gibi yenilikleri deneyebilirler.

Akıllı şehirler, şehirler için fazlasıyla maliyetli ve teknoloji şirketleri için kârlı bir iş. Şehir yönetimleri, şirketlerle farklı ortaklıklar kuruyor. Yurttaşların katılımsızlığının ötesinde şirketler seçilmiş yöneticilerin de yerini alabiliyor. Ama daha ilginci elde ettikleri alanlarda sıfırdan şehirler kurmayı deneyen girişimciler.

Facebok, Menlo Park’taki genel merkezinin yanındaki Willow Village semtinde 1500 apartman dairesinin yanında dükkanlar, okullar, parklar ve bir kültür merkezi içeren bir kasaba inşa ediyor. Genel merkezin yakınında yaşayan çalışanlar bu apartmanların ilk sakinleri olacak.

Elon Musk’ın Tesla’sının Avustralya’da inşa ettiği YarraBend, Tesla bataryalardan, Tesla güneş enerjisinden, Tesla taşımacılıktan ve Tesla şarj istasyonlarından yararlanacak. Tesla ve ortaklarına göre YarraBend sakinleri tipik bir yerleşim yerinden %80 daha az çöp üretecek ve %43 daha az su tüketecek. Fakat içerdiği tüm ileri teknoloji uygulamalarına rağmen 80 yıllık bir kağıt fabrikasının neden olduğu asbest kirliliği YarraBend’in işini zorlaştırıyor. YarraBend’i geliştirenler araziyi satın aldıklarında asbestten haberdar olduklarını ama kirliliğin kapsamı ve onu temizlemenin maliyetinden haberdar olmadıklarını iddia ediyorlar. Şehri geliştirenlerle araziyi satan şirket arasındaki dava devam ediyor.

Bill Gates’in adı ise Arizona çölündeki Belmont’ta inşa edilen bir akıllı şehir ile beraber anılıyor. Gates’in sürecin ne kadar içinde olduğu tam bilinmiyor. Şehir yaklaşık 140 km2 bir alanda inşa edilecek ve %10’u ticari faaliyetlere, %1’i de kamu okullarına ayrılacak. Şehirde 80000 evin olması ve 200000 kişin yaşaması planlanıyor. Ama su kaynağı hakkında sorun yaşıyorlar.

Blockchains LCC, blokzincirinin hayatın her alanında olduğu, sıfırdan bir şehir inşa ediyor. Şehir yapay zeka, nanoteknoloji ve 3B yazıcılar ile bir teknoloji cenneti olacak. Kuzey Nevada çölünde, 283 km2‘lik alanda inşa edilecek şehirde evler, apartmanlar, okullar, üniversite kampüsü ve hatta bir banka olacak. Şirketin sahibi Jeffrey Berns, bankalardan pek haz etmeyen birisi ve kendi başına blokzinciri teknolojisine dayanan bir banka inşa etmek istiyor. Suyun nereden geleceği yine belirsiz.

Bir iş geliştirme merkezi olan Y Combinator’ın arkasında olduğu Yeni Şehirler İnisiyatifi ise çılgın projelerle arasına mesafe koymaya çalışıyor ve mevcut yasal kısıtlamaları göz önüne alarak mümkün olan en iyi şehri tasarlamaya çalıştığını öne sürüyor. Y Combinator, herhangi bir yer belirtmiyor fakat kriterlerine uyan yerlere yatırım yapacağını söylüyor. Y Combinator, birçok akıllı şehir projesinde hiç gündeme gelmeyen bazı soruları soruyor:

  • Şehri ne için optimum hale getirmeliyiz?
  • Bir şehrin verimliliğini nasıl ölçmeliyiz?
  • Hangi değerleri şehir kültürüne yerleştirmeli veya yerleştirmemeli?
  • Şehirler daha fazla insanın mutlu olmasına ve potansiyellerine ulaşmasına nasıl yardımcı olabilir?
  • Çeşitli insanlar şehirde yaşamaya ve çalışmaya nasıl teşvik edebilir?
  • Yurttaşlar yönetime nasıl rol göstermeli ve katılmalı?
  • Bir şehrin sürekli geliştiğinden ve her zaman değişime açık olduğundan nasıl emin olabiliriz?
  • Konutları nasıl ekonomik hale getirebiliriz?
  • Bir şehirdeki araçlar için doğru rol nedir?
  • Daha yaşanabilir yerler yaratmak için kamusal ve özel alanları nasıl düzenleyebiliriz?
  • Şehirler arası hızlı ulaşımı nasıl uygun fiyatlı hale getirebiliriz?
  • Kolay anlaşılır ve kapsamlı kural ve düzenlemeleri nasıl yapabiliriz?
  • Yeni şehrin çevredeki topluluk üzerinde ne gibi etkileri olacak?

Belki doğru sorular, ama Mosco’nun (2019) endişesine hak vermemek elde değil: Startup mantığıyla bir şehir kurulabilir mi?

Hükümetlerin Yönettiği Akıllı Şehirler

Çin, akıllı şehir teknolojilerini kullanan, eski şehirlerini yenileyen, sıfırdan yeni şehirler yaratan ülkelerin başında geliyor. Çin’in akıllı şehirleri sosyal kredi notu gibi gözetim uygulamaları ile gündeme gelmesine rağmen Batı’daki örneklerine göre daha planlı ilerliyor. Ama Çin’e geçmeden kısaca Singapur’a bakmakta yarar var.

Singapur, merkezi ulusal hükümetin kontrolünde akıllı şehirler yaratmak isteyen ülkeler için bir model sağlıyor. Singapur özellikle Çin ve Hindistan’daki akıllı şehir projelerini etkiledi. Dubai’yi bir akıllı şehir yapmak isteyen Birleşik Arap Emirlikleri’ne örnek oldu. Altyapıyı ve insanları izlemeyi hedefleyen bir akıllı şehir girişimini 2014 yılında başlatan ve daha en başından gözetim güdüsüyle yola çıkan Singapur, kendi yurttaşları ve ülkeye gelen ziyaretçiler hakkında topladığı verinin kullanımı ve yönetimi üzerine yoğunlaştı. Kısa sürede sokağa çöp atanların belirlenip cezalandırıldığı ve evsizlere sıfır tolerans gösterilen bir şehir haline geldi. 2016’da şirketlerle bir anlaşma yaparak hemen hemen her yeri algılayıcılarla donattı. Böylece kamusal alanlardan alışveriş merkezlerine kadar şehri izlemek, ülkede kayıtlı her bir aracın hareketini takip etmek olanaklı hale geldi. Ayrıca halka açık huzurevleri gibi yerler de yoğun olarak izleniyor ve sürekli gözetim sayesinde herhangi bir olumsuz durumda aileler hızla haberdar ediliyor.

Veriler, Sanal Singapur adı verilen çevrimiçi bir platformda toplanıyor ve hükümet bu platform sayesinde gerçek zamanlı olarak ülkenin gidişatı hakkında genel ve özel bilgilere erişebiliyor. Veri yardımıyla geliştirilen algoritmalar hükümete salgınların yayılışı ve kalabalıkların bir terörist saldırıya nasıl tepki verebileceği hakkında kestirimlerde bulunabilmesine; hükümetin insanları belirli davranışlara yönlendirebilmesi için dürtmesine yardımcı oluyor. Siemens’in geliştirdiği Şehir Kabini adı verilen merkezi operasyon birimi çevrimiçi karar almayı hızlandırıyor.

Singapur, tüm bunları kamuoyunun görüşünü almadan ve verinin kullanımı hakkında herhangi bir sınırlama olmadan yaptı. Kararlar merkezi olarak ve kamuoyunun bilgisi olmadan alınıyor. Devlet kurumları, başta ulaşım, iletişim ve barınma altyapısı (nüfusun %80’i devlet konutlarında yaşıyor) olmak üzere olmak üzere gündelik hayatı birçok açıdan kontrol ediyor. Fakat Mosco’nun (2019) vurguladığı gibi Singapur, güçlü merkezi yönetimler tarafından yönlendirilen akıllı şehir projelerinin risklerini de ortaya koyuyor. Temiz sokakların, az suçun, verimli ulaşımın, geniş bant iletişimin ve evsizlerin daha az görünür olmasının bir bedeli var. Yurttaşlar bu bedeli şimdiye kadar görülmemiş bir düzeyde olan ve hayatın her alanını yöneten, yönlendiren ve metalaştıran gözetimle ödüyorlar. Ayrıca bilgisayar korsanlarının düzenli saldırılarına karşı hazırlıklı olmaları gerekiyor.

Çin

5,6 milyon nüfusa sahip bir şehir devleti olan Singapur’un karşı karşıya olduğu sorunlar 1,4 milyarlık Çin’de devasa boyutlara ulaşmasına rağmen akıllı şehirler, Çin hükümetinin politikalarında merkezi bir yere sahip. Dünyada planlama veya geliştirme aşamasında olan yaklaşık 1000 akıllı şehir projesi var ve bunların yarısı Çin’de. Çin’in akıllı şehir stratejisi 2011’de, 12. Beş Yıllık Plan’da yer aldı ve 2011-2013 yılındaki planda Şangay’ın akıllı şehre dönüştürülmesine karar verildi. Şangay gibi eski şehirlerin yanında sıfırdan kurulan akıllı şehirler de var.

Şangay, kent sakinleri için çoğu devlet hizmetine erişimi birleştiren ve kolaylaştıran bulut tabanlı bir platform olan Citizen Cloud’a ev sahipliği yapıyor. 2017 yılı sonu verilerine göre Şangay sakinlerinin üçte biri bu platformu kullanmış. Şehirde Huawei ile birlikte geliştirilen ve sürücülerin mevcut park yerlerini bulmasını kolaylaştıran bir uygulama kullanılıyor. Kamera ve algılayıcılardan toplanan veri, yeni enformasyon araçları geliştirebilmeleri için şirketlerle de paylaşılıyor.

Pekin, Guangzhou, Xi’an ve Hangzhou gibi eski şehirlerde de çeşitli akıllı şehir uygulamaları var. Pekin’de bilet veya kart almaksızın toplu ulaşım araçlarını kullanabilmeyi sağlayan bir mobil uygulama kullanılıyor. 11000’i startup olmak üzere 140000 teknoloji şirketine ev sahipliği yapan Guangzhou, iş inovasyonunun akıllı şehri olarak görülüyor. Guangzhou’da özellikle sağlık sistemleri ön planda. Guangzhou’daki büyük hastaneler, vatandaşların randevu alabilecekleri, ücret ödeyebilecekleri ve diğer sağlık hizmetlerine erişebilecekleri bir uygulamaya sahipler. Yeni internet teknolojilerinden yararlanan Xi’an, kırdan şehre göçün kaydını tutuyor ve kamu hizmeti programları geliştiriyor. Hangzhou, Çin’in Amazon’u Alibaba ile birlikte çalışıyor. Şehirdeki algılayıcılar ve gözetim kameralarının yardımıyla, yol koşulları hakkında gerçek zamanlı veri toplanıyor ve veriler, şehirdeki büyük kavşaklarda trafik sinyallerini kontrol eden bir yapay zeka merkezine iletiliyor.

Çin’in Ningşia Hui Özerk Bölgesi’nin merkezi olan Yinchuan, diğer şehirlere göre daha küçük olmasına rağmen daha çok ilgi çeken bir şehir. Şehir nüfusunun üçte biri Müslüman Hui’lerden oluşuyor. Bazıları hükümetin Yinchuan’a yaptığı yatırımı diğer azınlıklara göre daha uysal olan bir azınlığı desteklemesiyle ilişkilendiriyor. Yinchuan, ziyaretçileri selamlayan ve yönlendiren hologramlardan şehrin dört bir yanında bulunan güneş enerjili çöp kutularına kadar tam bir teknoloji cenneti. Bu teknolojiler içinde en çok konuşulan ise yüz tanıma teknolojisi. Yinchuan’da yüzünüz kredi kartı, otobüs bileti ve bazı binalara girebilmeyi sağlayan giriş kartı yerine geçiyor. Yinchuan, gözetim uygulamaları nedeniyle sıkça eleştirilmesine rağmen hükümet bu eleştirileri pek umursamıyor, tam tersine her fırsatta bu şehri sergilemekten gurur duyuyor.

Çin, sıfırdan tamamen akıllı şehir inşa etmede de diğer ülkelerin çok ilerisinde. Genellikle hükümet ve büyük teknoloji firmalarının işbirliğiyle altyapıda (özellikle de taşımacılık ve iletişimde), politika ve güvenlikte verimliliği hedefleyen planlar geliştiriliyor. Ancak Çin’in Xiong’an’da olduğu gibi farklı girişimleri de var. Hükümet Xiong’an’ın yalnız akıllı değil, yeşil bir şehir olması için de çaba gösteriyor. Şehrin düşük karbon ekonomisi için bir model olması bekleniyor.

Başka yerlerde de Xiong’an benzeri girişimler var: Songdo (Güney Kore), Masdar City (Birleşik Arap Emirlikleri), PlanIT Vadisi (Portekiz). Bu yerler başarı ve başarısızlıklarıyla gelecek için bir laboratuvar olma özelliğine de sahipler. Örneğin Songdo da yeni internet teknolojileriyle donatılmış. Çöp kamyonlarına gerek kalmadan çöpler toplanıyor ve elektriğe dönüştürülüyor. Şehirdeki algılayıcılar trafiği düzenliyor ve herkesin çevrimiçi eğitime erişim hakkı var. Fakat projenin uzaması, gerçek metropollerden uzak olması, çok pahalı ve fazla arındırılmış bir bölge olması Songdo’yu bir hayalet kasabaya dönüştürmüş.

Çin, Xiong’an’da bu sorunları aşmak için buranın özel şirketler için bir inovasyon merkezi ve Pekin’in emrinde bir hükümet merkezi olması için çaba gösteriyor. Biyoteknoloji ve tarım endüstrileri için yeşil araştırma, geliştirme ve üretim konusunda uzmanlaşma hedefleniyor. Ayrıca merkezi hükümetin idari faaliyetlerine de ev sahipliği yaparak hava kirliliği ve bürokrasiyle boğuşan Pekin’in yükünü azaltması bekleniyor. Çinli plancıların Songdo’dan aldığı en önemli ders, Xiong’an’ın uzun erimli bir plan olarak değerlendirilmesinin önemli olduğu. Xiong’an, yavaş gelişen ve tam potansiyeline 2035’te erişmesi planlanan bir proje olarak yürütülüyor. Xiong’an, giderek daha önemli hale gelen iklim değişikliği için de bir model olacak. Mosco’nun (2019) vurguladığı gibi çevre duyarlılığı akıllı şehir projelerinde sıkça gördüğümüz gibi basit bir halkla ilişkiler stratejisi değil. Merkezi hükümet, iklim değişikliği, yükselen denizler ve Şangay gibi bazı kıyı şehirlerinin su baskını riski altında olmasını ciddiye alıyor.

Mosco (2019), akıllı şehirlere yapılan büyük yatırımın Çin’in bir tarım toplumundan, önce sanayi, sonrasında da enformasyon toplumuna geçiş stratejisi bağlamında ele alınması gerektiğini belirtiyor. Bu geçiş için altyapıya büyük yatırımların yapılması şart. Akıllı şehirler sundukları yeni iş ve yaşam biçimi olanakları ile insanların ilgisini çekiyor. Bu da Çin hükümetinin dijital sektördeki şirketleri desteklemek ve kontrol etmek, toplumu ileri teknolojilerle yönetmek/izlemek gibi tartışmalı politikalarını meşrulaştırmasına yardımcı oluyor.

Alibaba, Ping An, Tencent ve Huawei; Çin’deki akıllı şehir projelerinin önemli bileşenleri. Çin hükümetinin, yabancı şirketlerin faaliyetlerini sınırlandırması Çinli şirketlerin işini kolaylaştırıyor. Amazon’un yerini Alibaba, Google’ın yerini Baidu, Facebook yerini Tencent, Uber’in yerini Didi Chuxing dolduruyor. Çin hükümetinin şirketlerle ilişkisi her zaman pürüzsüz olmasa da hükümetin ileri teknolojinin geliştirilmesinde tartışmasız bir otoritesi var. Örneğin, Çin’in akıllı şehir uygulamalarını desteklemesinin arkasındaki en büyük güdülerden biri buralardan elde edeceği devasa miktarda kişisel ve kurumsal veri. Hükümet, fotoğrafları, videoları ve metinleri düşük ücretlerle çalıştırdığı insanlara etiketlettirerek yapay zeka endüstrisine (sürücüsüz arabalar, yüz tanıma sistemleri ve algoritmik karar alma sistemlerinin geliştirilebilmesi için) önemli bir kaynak sağlıyor.

Çin ayrıca yurttaşlarının davranışlarını izlemek ve düzenlemek için dijital araçlar geliştiriyor. Bunlardan en dikkat çekeni ise Batı’daki finansal kredi notunu örnek alan sosyal kredi notu sistemi. Sosyal kredi notu sistemi, yurttaşların dijital ayak izlerinden besleniyor ve şehir akıllandıkça yaşamın kayıt altına alınan oranı da artıyor. Kişinin kırmızı ışıkta geçmesi, bir kredi ödemesini aksatması, hükümeti eleştiren bir posta atması kredi notunu düşürüyor ve bazı resmi hizmetlerden (ehliyet, pasaport yenilemek gibi) yararlanabilme şansını azaltıyor. Tam tersine, yurtseverliği gösterme veya yasaları ihlal edenleri bildirme gibi hükümetin hoşuna gidecek davranışlar sosyal kredi notunu yükseltiyor. Kişinin vize almasını ya da çocuğunu iyi bir okula kaydını yaptırabilmesini kolaylaştırıyor. Ancak 1,4 milyarlık Çin’den elde edilen büyük verinin analizinde karşılaşılan sorunlar nedeniyle Çin’in sosyal kredi notu uygulaması yavaş ilerliyor; daha çok akıllı şehirlerde denemeler yapılıyor.

Mosco (2019), Çin’in teknoloji destekli gözetiminin Batı’nın çok ilerisinde olduğunu iddia etmenin abartılı ve Silikon vadisi şirketlerinin uygulamalarını hafife almak olacağını yazıyor. Silikon Vadisi’nin gözetim kapitalizmi, Çin’in sosyal kredi notu sisteminin temelini oluşturuyor. Akıllı şehir söylemi, karmaşık bir toplumu daha verimli yönetmenin bir yolu olarak meşrulaştırılıyor. Artan gözetim uygulamaları için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Hindistan

Herhangi bir hükümet, Çin’in başarısının tekrar edebilir mi? Hindistan bunu tartışmak için iyi bir örnek olabilir. Hindistan bir zamanlar Batı’daki çağrı merkezlerinin taşeronlaştırıldığı, BT değer zincirinin altlarında yer alan bir ülkeydi. Ancak son yıllarda yazılım sektöründeki başarıları Hindistan’ı BT değer zincirinde yukarılara taşıdı. Sektördeki işgücü maliyetlerinin Batı ülkelerine göre daha düşük olması Hindistan’ın Batı ülkeleriyle rekabet edebilmesini sağlıyor. Hindistan hükümeti, 2015 yılında 100 akıllı şehir yaratmayı ve 500 şehri de yenilemeyi planlarken en çok nitelikli işgücüne güveniyordu.

Fakat Hindistan’ın Çin’e göre en büyük dezavantajı hükümetin Çin’deki kadar güçlü ve rakipsiz olmaması. Örneğin, akıllı şehirler kapsamında yürütülen projelerden biri olan Aadhaar’ın 1,3 milyar yurttaşın kişisel bilgilerini ve fotoğrafını buluta yüklemek istemesi büyük bir muhalefetle karşılaştı. Aadhaar, yurttaşların indirimli gıda gibi devlet yardımlarını almalarına yardımcı olacaktı. Dükkanlar, kişinin parmak izini tarayarak Aadhaar üzerinden bir doğrulama yapacaktı. Fakat mahremiyet ve sistemin bilgisayar korsanlarının saldırısına uğrama potansiyeli büyük protestolara neden oldu.

Ayrıca parlamentonun daha az merkezi olması ve merkezi yönetimle şehir yönetimleri arasındaki politik tartışmalar akıllı şehir projelerini olumsuz etkiledi. Bazı yerlerde ise şehir sakinlerinin itirazlarına rağmen yürütülen çalışmalar vardı. Bunlardan biri de Bhopal’di. 2-3 Aralık 1984’te, Union Carbide adlı şirketin tesislerindeki gaz sızıntısından 500.000 Bhopalli etkilenmiş, binlercesi ölmüştü. Doğal olarak Bhopal halkı Batılı şirketlere güvenmiyordu; akıllı şehir projesinin yine bir Batılı şirketle (Hewlett Packard) beraber yürütülecek olması tepkilere neden oldu. Algılayıcılar veri toplayacak; algoritmalarla işler daha verimli yürütülecek ve maliyetler düşecekti. Fakat şehir akıllanırken, düşük gelirli bölgeler akıllı mahallelere yer açmak için yıkıldı; yoksulların gittiği 11 okul ortadan kaldırıldığı için okula devam azaldı. Verimlilik adına şehrin yönetimi yerel, seçilmiş yöneticiler yerine Bhopal Akıllı Şehir Geliştirme Kuruluşu adlı özel bir birime devredildi.

Hindistan’daki akıllı şehir projeleri Çin’dekiler kadar iddialı değildi ve bunun için ayrılan para daha azdı. Ama sorun paradan çok planlamadan kaynaklanıyordu. Alt sınıfların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak dikkatli bir planlama yapılamadığından çoğunlukla üst sınıfların çıkarlarına hizmet eden çalışmalar yapıldı ve bu da var olan eşitsizlikleri artırdı. Belirli hedefler, proje teslim tarihleri ve değerlendirme için planlar yoktu. Şehirlere CCTV kameralar yerleştirmek ve güneş enerjili sokak lambaları kullanmak bir şehri akıllı yapmaya yetmiyordu. Yoksullar yerlerinden edilirken buralarda inşa edilen yerlere zenginler taşındılar.

Çin, Hindistan’a göre çok daha başarılı. Akıllı şehirler için daha çok yatırım yapılıyor ve çok sayıda başarı öyküsü var. Fakat şunu da akıldan çıkarmamak lazım: Çin’de Hindistan’da olduğu gibi akıllı şehir çalışmalarının karanlık yönlerini kamuoyuna iletebilecek bir basın yok. O yüzden Çin’in karanlık taraflarını bilemiyoruz. Hindistan’ın önemli şirketlerinden olan ve ülkenin BT’deki başarısında önemli bir yere sahip olan Tata Grup, akıllı şehirler hakkında hazırladığı bir raporda akıllı şehir projelerindeki başarısızlıkları ele alırken katılımcılık sorununa işaret ediyor; insanlara yapılan sunumların teknik içeriklerle dolu olduğunu, insanların kendi ihtiyaçlarını ve taleplerini ifade edebilme şansını bulamadıklarını belirtiyor. Alibaba ve Baidu’nun Çin hükümetinin politikalarını böyle alenen eleştirebilmesi ve Çin hükümetinin de kendini bu eleştirilere yanıt vermek zorunda hissetmesi pek kolay değil.

***

Şirketler tarafından veya onların inisiyatifinde geliştirilen akıllı şehir platformlarında, güçlü şirketler, kısa dönemli kazançlar için yönetimi kısmen veya tamamen şirketlere devreden belediye yönetimleri var. Şirketlerin, sıfırdan kurdukları ya da kurmak istedikleri akıllı şehirlerin gelecekleri ise belirsiz.

Hükümetler tarafından yönetilen akıllı şehir platformlarında güçlü hükümetler ve onların işbirliği yaptığı şirketler var. Ama Hindistan örneğinin gösterdiği gibi uzun vadeli planlar ve planları uygulamada kararlı bir hükümet olmadığı sürece bu tip akıllı şehir projelerinin başarılı olması zor.

Mosco’nun (2019) üzerinde durduğu gibi akıllı şehir projeleri, çoğunlukla yardıma en az ihtiyacı olanlara yardımcı oluyor. Ulaşım ağlarını iyileştirmek, çöp toplamayı otomatikleştirmek, trafiği daha akıllı biçimde yönetmek ve 5G kablosuz ağlar yaratmak şehirleri daha verimli yapabilir. Ama toplumun dezavantajlı kesimlerinin de bu uygulamalara erişebilmesi gerekiyor. 5G’nin onu nasıl kullanacağını bilmeyenler ya da tamamen otomatikleştirilmiş, kasiyersiz marketlerin burada harcayacak parası olmayanlar için ne gibi bir önemi olabilir? Bir akıllı şehir, engellilerin hizmetlere erişimini kolaylaştırmalı, yoksullar için daha ucuz ulaşım ve besleyici gıdalara erişim sağlamalı.

Amacı sadece kâr olan birinci seçeneğin engellilerin, yoksulların ve toplumun dezavantajlı diğer kesimlerinin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmadığını ve bulunduramayacağını tahmin etmek zor değil. Kimi zaman Toronto’da olduğu gibi yurttaşlar katılım olanaklarını zorlasa da katılım olanakları sınırlı. İkinci seçenek, Çin’de olduğu gibi, halkın ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı fakat buradaki gözetim ve denetim uygulamaları endişe verici.

Ancak bu iki seçeneğe mecbur değiliz. Demokratik yönetişim ve yurttaşların ihtiyaçları üzerine kurulu akıllı şehirler inşa etmek mümkün. Kararlarda katılımcılığı, toplumsal eşitliği, kamusal kurumların ve alanların korunmasını ve genişletilmesini hedefleyen akıllı şehirler inşa edilebilir. Başta Barcelona olmak üzerinde dünyanın farklı yerlerinde, yurttaşların yönettiği akıllı şehirler var. Sonraki yazılarda bu şehirleri tartışacağım.

Kaynaklar

Arnstein, S. R. (1969). A ladder of citizen participation. Journal of the American Institute of planners, 35(4), 216-224.

Mosco, V. (2019). The smart city in a digital world. Emerald Publishing Limited.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir