2010’lu yılların ilk yarısında sosyal medya saygınlığının zirvesindeydi. Tunus’tan İzlanda’ya, Türkiye’den ABD’ye sosyal medyada örgütlenen toplumsal hareketler kentlerin meydanlarına akıyorlardı. Castells’e (2013) göre internet, dünyanın dört bir yanındaki hareketlerin nedeni değildi, ancak bu hareketlerin oluşumuna ve gelişimine zemin hazırlamıştı. Castells (2013) insanların beyinlerinin birbirlerine bağlanmasının iktidar için tehlike kaynağı olduğunu ve bu nedenle iktidarın devamının iletişimin ve bilginin kontrolüne dayandığını, toplumsal muhalefetin de iktidarın iletişim ağları üzerindeki kontrolünü kırmak için mücadele ettiğini iddia ediyordu. İnternet, iktidarın ve şirketlerin iletişim ağları üzerindeki tekelini kırarak yeni bir özerklik alanı yaratmıştı. Biz o günlerde sosyal medyanın gücünden söz etmeyi seviyorduk.
Kategori: Sansür
Can Dündar’ın 10 Ocak 2025 tarihinde yayınladığı videonun başlığı “Küresel oligarşi, aşırı sağı pompalıyor”du. Dündar, Elon Musk’ın, Almanya’nın aşırı sağcı lideriyle röportaj yapmasını ve onu “başbakanlığın güçlü adayı” olarak pazarlamasını bir skandal olarak nitelendiriyordu. Röportaj, Hitler’in aslında komünist olduğu, Kaliforniya’da hırsızlığın serbest olduğu gibi kanıtsız iddialar, komplo teorileri ve yalanlarla doluydu. Musk, bir hafta önce de Die Welt’e yazdığı bir makalede aşırı sağcı AfD’den (Almanya için Alternatif) “Almanya için son umut kıvılcımı” diye söz etmişti (https://www.youtube.com/watch?v=LOIuO4U4CXY).
24 Ağustos’ta Telegram’ın CEO’su Pavel Durov, Paris’in kuzeyindeki Le Bourget Havalimanı’nda Fransız polisi tarafından gözaltına alındı. Gözaltı sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Twitter/X platformunda yaptığı açıklamada gözaltının siyasi bir karar olmadığını belirtti. Aslında Fransa, birkaç ay önce Durov ve platformun kurucu ortağı olan kardeşi için tutuklama emri çıkarmıştı. Durov bunu umursamamış ve büyük bir öz güvenle Fransa topraklarına geri döndüğünde de gözaltına alınmıştı.
Savcılık tarafından yayınlanan belgede Durov, “yasal dinlemeler ve istihbari faaliyetler için gerekli bilgi veya belgelerin yetkili makamlara iletilmesini kabul etmemek, organize suç gruplarının yasa dışı işlemlerine ortam sağlayan bir çevrim içi platformun yöneticisi olmak, organize grupların çocuk istismarı gibi siber suç faaliyetlerine izin vermek, uyuşturucu maddelerin edinilmesi, taşınması veya satılması, organize dolandırıcılık, suç ve suçlardan elde edilen gelirlerin aklanması ve kripto dolandırıcılığı” gibi suçlarla itham ediliyordu (https://www.aa.com.tr/tr/analiz/telegram-in-kurucusu-neden-fransada-gozaltina-alindi/3314923).
6 Şubat sabahı, yaşananlardan habersiz, gündemi öğrenmek için Twitter’a baktım ve yazılanları okudukça dehşete düştüm. Twitter, enkaz altında veya evde mahsur kalanların yardım çığlıklarıyla doluydu. Twitter, hem enkaz altında kalanlar hem de bölgeye örgütlü bir şekilde müdahale etmek isteyen gönüllüler için yaşamsal bir ortam haline gelmişti. Fakat 8 Şubat günü akşama doğru Twitter’dan gelen veri akışı yavaşladı. Benzer bir durum, 13 Kasım 2022’de İstanbul’da gerçekleşen terör saldırısı sonrasında da yaşanmıştı. Saldırı sonrasında önce yayın yasağı getirilmiş, sonra da Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından Facebook, Twitter, Instagram ve YouTube gibi sosyal medya platformlarına bant daraltma işlemi uygulanmıştı.
İngiliz bilimci Tim Berners-Lee’nin 1989’da, CERN’de çalışırken icat ettiği WWW (World Wide Web) internette yeni bir dönemin kapısını araladı. İnternet, o güne kadar daha çok enstitü ve üniversitelerdeki bilim insanlarını birbirine bağlayan bir ağdı. WWW’nin geliştiriliş amacı da bilim insanlarının bilgi paylaşımını kolaylaştırmaktı. Tim Berners-Lee, 1990 yılının sonunda WWW düşüncesini hayata geçirebilmek için CERN’de bir web sunucu ve tarayıcı geliştirdi. ABD’deki ilk sunucu ise yine bir parçacık fiziği laboratuvarında (Stanford Linear Accelerator Center) Paul Kunz ve Louise Addis’in katkılarıyla geliştirildi. 1993’ün başında da Illinois Üniversitesi’ndeki NCSA (National Center for Supercomputing Applications), Mozaik adlı web tarayıcının ilk sürümünü çıkardı. 1994 yılı sonunda iki bini ticari olmak üzere on bin web sunucusu ve on milyon kullanıcı vardı (https://home.cern/science/computing/birth-web/short-history-web).
Avrupa Yönetim Forumu, İsviçreli bir akademisyen olan Klaus Schwab tarafından 1971’de kuruldu. Forum, ilk başlarda sadece şirket yöneticilerinin katılımıyla gerçekleşirken 1974’te siyasi liderler de katılmaya başladı. 1987 yılında ise hem adını DEF (Dünya Ekonomik Forumu) olarak değiştirdi hem de uluslararası anlaşmazlıklara çözüm bulmayı hedefleyen bir platform olma vizyonuyla hareket etmeye başladı. Sonraki yıllarda DEF gerçekten de dünyanın çeşitli bölgelerindeki sorunların çözümü için uzlaşma platformu oldu. Savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Yunanistan DEF gözetiminde Davos Bildirgesi’ni imzaladılar. Afrika Ulusal Kongresi Başkanı Nelson Mandela ile Güney Afrika Başkanı F.W. de Klerk ilk kez 1992’de DEF sayesinde bir araya geldi. 1994’te Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’la İsrail Başbakanı Shimon Peres’i bir araya getiren yine DEF’ti.
İnterneti icat edenlerin aklında bilgisayarları birbirine bağlayarak bir ağ oluşturmak vardır. Bunun için çalışan bilgisayar programcılarından biri olan Ray Tomlinson ise bambaşka bir dünyanın kapısını aralar. 1963’te Rensselaer Polytechnic Institute Elektrik Mühendisliği Bölümünden mezun olan ve eğitimine MIT’de devam eden Ray Tomlinson, 1965’te master derecesini aldıktan sonra bir süre doktora çalışmalarına devam eder. Daha sonra 1967’de BBN’de (Bolt, Beranek ve Newman) çalışmaya başlar. BBN’de internetin öncülü olan ARPANET (Advanced Research Projects Agency Network) için yazılım geliştirmektedir. Bir gün Tomlinson, iş arkadaşı Jerry Burchfiel’i çağırır ve eğlence amaçlı geliştirdiği “Mesaj Gönder” programını gösterir. Burchfiel, bunu kimseye göstermemesini, burada bununla uğraşmak için para almadıklarını söyler. Neyse ki ARPANET’i yöneten DARPA’nın (Defense Advanced Research Projects Agency) yöneticilerinden Larry Roberts’in bu yazılımdan haberdar olmasıyla beraber fazla endişelenmelerine gerek kalmaz. Mesaj gönderme programı Roberts’in çok hoşuna gider ve tüm iletişimini bu elektronik posta sistemini kullanarak yapmaya başlar (https://www.forbes.com/asap/1998/1005/126.html).
Cambridge Analytica adlı veri analiz şirketinin milyonlarca Facebook kullanıcısının özel verilerine ulaştığı ve bu bilgilerle ABD seçmeninin davranışlarını etkilediği daha önce de konuşuluyordu. Ama geçtiğimiz günlerde bu skandalın ayrıntılarını da öğrendik. Mark Zuckerberg, 21 Mart’ta yaptığı açıklamada (https://www.facebook.com/zuck/posts/10104712037900071) ve ABD Senatosu’nda verdiği ifadede hatalarını kabul etmekle beraber bir mağduriyet portresi çizmeye çalıştı. Cambridge Analytica, Facebook’la yaptığı sözleşmeyi ihlal etmişti. Bu gibi sorunların tekrar yaşanmaması için gerekli önlemler alınacaktı. Ama sorun ya Cambridge Analytica değil de buna zemin hazırlayan dijital ekonomiyse?
Her 100 metrede bir polis gözetleme binasının önünden geçiyorsunuz. Cadde köşelerine ve elektrik direklerine yerleştirilen kameralar yüzünüzü algılıyor ve hareketlerinizi takip ediyor. Farklı kontrol noktalarında polis memurları kimlik kartlarınızı, irisinizi ve telefonunuzun içeriğini tarıyor. Süper market ve bankalarda yeniden taranıyorsunuz. Çantanız x ışını cihazından geçerken polisler ellerindeki çubuklarla üstünüzü arıyor. Bu uygulama, özellikle belirli bir etnik gruba üyeyseniz geçerli. Biyometrik verileriniz, veritabanlarındaki kimlik bilgileriniz ile eşleştirildikten sonra güvenilir, normal ve tehlikeli olarak sınıflandırılıyorsunuz. Müze ve alışveriş merkezi gibi yerlere girişiniz, otellerde konaklamanız, yakıt almanız, bir apartman dairesini kiralamanız veya iş başvurunuz bu sınıflandırmaya göre değerlendiriliyor (https://www.nytimes.com/2018/02/03/opinion/sunday/china-surveillance-state-uighurs.html ve https://www.bloomberg.com/news/articles/2018-01-17/china-said-to-test-facial-recognition-fence-in-muslim-heavy-area).