Facebook/Cambridge Analytica skandalından bu yana sosyal medya platformları siyasetçiler tarafından sürekli eleştiriliyorlar. Facebook ve Twitter gibi platformların yanında WhatsApp ve Telegram gibi mesajlaşma uygulamaları da mezenformasyon (bir kasıt olmaksızın yapılan yanlış bilgilendirme) ve dezenformasyon (yalan veya yanlış enformasyonun kasıtlı olarak yayılması) için elverişli bir ortam yaratmakla suçlanıyorlar. Dünyanın düz olduğunu veya aya hiç çıkılmadığını iddia edenlere gülüp geçebiliriz. Ancak bir kasıt olsun veya olmasın, sosyal medyada yayılan yalan/yanlış haberler kovid-19’da olduğu gibi ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.
Kategori: Sosyal Ağlar
İngiliz bilimci Tim Berners-Lee’nin 1989’da, CERN’de çalışırken icat ettiği WWW (World Wide Web) internette yeni bir dönemin kapısını araladı. İnternet, o güne kadar daha çok enstitü ve üniversitelerdeki bilim insanlarını birbirine bağlayan bir ağdı. WWW’nin geliştiriliş amacı da bilim insanlarının bilgi paylaşımını kolaylaştırmaktı. Tim Berners-Lee, 1990 yılının sonunda WWW düşüncesini hayata geçirebilmek için CERN’de bir web sunucu ve tarayıcı geliştirdi. ABD’deki ilk sunucu ise yine bir parçacık fiziği laboratuvarında (Stanford Linear Accelerator Center) Paul Kunz ve Louise Addis’in katkılarıyla geliştirildi. 1993’ün başında da Illinois Üniversitesi’ndeki NCSA (National Center for Supercomputing Applications), Mozaik adlı web tarayıcının ilk sürümünü çıkardı. 1994 yılı sonunda iki bini ticari olmak üzere on bin web sunucusu ve on milyon kullanıcı vardı (https://home.cern/science/computing/birth-web/short-history-web).
Geçtiğimiz günlerde sosyal medya 20’li yaş fotoğraflarıyla doldu. Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan, Twitter hesabından yaptığı açıklamada “20’li yaşlar challenge” ve benzeri akımlara karşı vatandaşları uyardı. Sayan’a göre kişisel verileri ve yüz ifadelerini kopyalayan akımlar, görsel veri işleme alanına zemin hazırlıyordu (https://www.trthaber.com/haber/bilim-teknoloji/20li-yaslar-challenge-akimina-karsi-vatandaslara-uyari-578985.html):
Kişinin şimdiki haliyle eski halinin değişiminden, yapay zeka algoritmalarını besleyecek istatistiki veriler oluşturuluyor. Aynı zamanda farklı uygulamalar ve cihazlardan paylaştığımız parmak izi ve yüz taraması gibi verilerimiz, genetik verilerimizi barındırıyor. Bu gibi hassas verilerin hangi sunucularda nasıl tutulduğu, yeterli güvenliğe sahip olup olmadığı tam bir kara kutu.
Kişisel verilerimiz; bizi belirli veya belirlenebilir hale getiren, bizi tanımlayan ve bize ait olan bilgilerimiz. Bu sebeple kişisel verilerimizi korurken, özellikle de sosyal medyada paylaşırken daha hassas davranmalıyız.
İşçi ve işveren kimdir? Bir fabrika ortamında bu sorunun yanıtını vermek kolaydır. Tarafların sınıfsal konumları açık seçik ortadadır. Bir fabrikada işveren, işverenliğini inkar etmez. Bazen işçiler, “aynı gemideyiz” masallarına kapılsalar da ne işveren, işveren olduğunu ne de işçi, işçi olduğunu inkar eder. Ama aynı soruyu son yıllarda hızla yaygınlaşan dijital platformlar bağlamında ele aldığımızda işler karmaşıklaşır. Taraflar sınıfsal konumlarını inkar etmeye meyillidir. Goodwin’in (2015) işaret ettiği gibi dünyanın en büyük taksi şirketi Uber’in hiçbir aracı yoktur, dünyanın en popüler medyasına sahip olan Facebook içerik üretmemektedir, dünyanın en değerli perakendecisi Alibaba’nın envanteri yoktur ve dünyanın en büyük konaklama sağlayıcısı olan Airbnb’nin gayrimenkulü yoktur. Bu nedenle Uber taksi hizmeti sağlayan bir şirket olmadığını, bir teknoloji şirketi olduğunu iddia eder. Yalnız Uber değil, diğer dijital platformlar da bir işveren olduklarını reddederek kendilerini hizmet sağlayıcılar ve müşterileri/tüketicileri bir araya getiren bir teknoloji şirketi olarak göstermeye çalışırlar. Böylece işverenliğin yasal sorumluluklarından kaçabilirler!
Daha önce akıllı şehirler hakkında yazdığım yazılarda şehirleri bir bilgisayar gibi ele alan yaklaşımları aktarmıştım. Siemens, akıllı şehirleri bir açık hava bilgisayarına benzetiyordu. Jenny McGrath, Kansas City’deki akıllı şehir projesi hakkındaki yazısında akıllı şehri, algılayıcılarla donatılmış ve uygulamalara ihtiyaç duyan dev bir akıllı telefon gibi görüyordu (bkz. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2020/04/01/sirketlerin-ve-hukumetlerin-yonettigi-akilli-sehirler/). Bu yazıda ise Luque-Ayala ve Marvin’in (2020), Kent İşletim Sistemleri: Hesaba Dayalı Şehri Üretmek adlı çalışmasına yer vereceğim. Fakat bu konuya geçmeden önce geçen ayın en çok tartışılan konularından biri olan WhatsApp’ın yeni gizlilik politikasına kısaca değinmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde akıllı şehirler ve platform ekonomilerini (bu arada Uber’in Türkiye’de yeniden faaliyete geçeceğini atlamayalım) daha sık tartışmak zorunda kalacağız. WhatsApp olayını sadece mahremiyetin sınırları içinde kalarak tartışamayacağımızı, önümüzdeki günlerdeki tartışmalara hazırlıklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Web 2.0, on yıl önceki bir tartışma konusu. Web 2.0 terimi ilk kez bir web tasarımcısı ve yazar olan Darcy DiNucci tarafından kullanıldı. DiNucci, 1999 yılında yayımlanan bir yazısında webin kişisel bilgisayarın dışına çıkacağını; webe, televizyondan, arabadan ve cep telefonundan erişilebileceğini savunuyordu. DiNucci, çok ilerisini öngörmüştü (http://darcyd.com/fragmented_future.pdf).
Kulağımız telefonda. Yeni mesaj uyarısıyla yaptığımız işi yarıda bırakıyor ve hemen telefonumuza sarılıyoruz. Gelen mesajı okuduktan sonra sosyal medya hesaplarımızı kontrol etmeyi de ihmal etmiyoruz. Çalışırken bir anda aklımıza geliyor: Ya yeni eposta geldiyse ve uyarı sesini duymadıysak? Yine telefonumuza uzanıyor, eposta ve diğer mesajlarımızı kontrol ediyoruz. Çoğu zaman yeni bir eposta olmuyor ama hazır telefon elimizdeyken sosyal medyada yeni bir şey olup olmadığına bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Bazen sadece can sıkıntısından telefonu elimize alıyor, sosyal medyaya göz atıyor ve tekrar işimize konsantre olmaya çalışıyoruz. Bu kesilmeler gün boyu devam ediyor. Telefonumuz çekmediğinde tedirgin oluyoruz. Yatmadan önce son bir kez eposta, WhatsApp, Telgram vs’de yeni bir ileti olup olmadığına bakıyoruz. Sonra parmaklarımız yine sosyal medya hesaplarımıza gidiyor. Henüz birkaç dakika önce bakmış olmamıza rağmen yeni bir şey olup olmadığını kontrol ediyoruz. Sabah kalkar kalkmaz yaptığımız şeylerden biri yine telefonumuza bakmak: Yeni bir mesaj var mı? Ben uyurken sosyal medyada ne oldu?
Bloomberg’de yayımlanan “Bir Robot Servetinizi Kaybederse Kime Dava Açmalı?” (https://www.bloomberg.com/news/articles/2019-05-06/who-to-sue-when-a-robot-loses-your-fortune) başlıklı haberi okuyunca askerde cezalandırılan nesneler (tank, ağaç, tepe, taş vs) hakkında anlatılan hikayeleri anımsadım. İnsan olmayan bir varlığa dava açmak veya onu cezalandırmak akıldışı görünebilir. Ama son yıllardaki gelişmeleri ve uygulamaları düşününce bir tankı veya ağacı cezalandırmaktan daha farklı bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Algoritmik karar sistemleri gündelik hayatta çeşitli sorumlulukları yerine getiriyorlar ve hızla yaygınlaşıyorlar. Bu sistemlerde kullanılan algoritmaların insanlardan yalnız daha hızlı değil, daha doğru karar verdiğini de varsayıyoruz. Bu varsayım çoğunlukla doğru. Fakat işler her zaman yolunda gitmeyebilir. Algoritmaların kararları nedeniyle insanlar çeşitli biçimlerde mağdur olabilirler. Böyle sorunlar yaşandığında sorumluluk kimde olacak?