"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dezenformasyon ve İfade Özgürlüğü

6 Şubat sabahı, yaşananlardan habersiz, gündemi öğrenmek için Twitter’a baktım ve yazılanları okudukça dehşete düştüm. Twitter, enkaz altında veya evde mahsur kalanların yardım çığlıklarıyla doluydu. Twitter, hem enkaz altında kalanlar hem de bölgeye örgütlü bir şekilde müdahale etmek isteyen gönüllüler için yaşamsal bir ortam haline gelmişti. Fakat 8 Şubat günü akşama doğru Twitter’dan gelen veri akışı yavaşladı. Benzer bir durum, 13 Kasım 2022’de İstanbul’da gerçekleşen terör saldırısı sonrasında da yaşanmıştı. Saldırı sonrasında önce yayın yasağı getirilmiş, sonra da Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından Facebook, Twitter, Instagram ve YouTube gibi sosyal medya platformlarına bant daraltma işlemi uygulanmıştı.

Bant daraltma uygulamasında İSS (İnternet Servis Sağlayıcısı) web sitelerine erişimi tamamen engellemiyor. Bunun yerine söz konusu sitelere giden trafiği sınırlıyor. Böylece siteye erişim tamamen kesilmiyor ama siteye erişim talebi artıkça kullanıcılar ya siteye erişemiyorlar ya da oldukça yavaş erişiyorlar. 18 Ekim 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve Dezenformasyon Yasası olarak bilinen yasada (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/10/20221018-1.htm) bant daraltmanın hangi durumlarda ve nasıl uygulanacağı belirtilmiş. Terör saldırısı sonrası uygulanan bant daraltma bu yasa ile ilgili miydi? CHP Ankara Milletvekili Levent Gök verdiği soru önergesinde bant daraltma kararının hangi hukuki dayanağa istinaden ve hangi amaçla verildiğini sordu. Acaba bu kararla istenen sonuca ulaşılabilmiş miydi? Önergede özellikle bant daraltma uygulamasının ifade ve haber özgürlüğüne aykırılığına dikkat çekilmesi önemliydi (https://turk-internet.com/levent-gok-btknin-bant-daraltma-uygulamasini-tbmmde-sordu/).

8 Şubat akşamı uygulanan bant daraltma ise çok daha ciddi sıkıntılara neden oldu. Uygulamayı eleştiren Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın (BMO) mesajında (https://twitter.com/TMMOB_BMO/status/1623375801939857440) “İnternet Yaşamdır” deniliyor ve veri akışının engellenmesinden biran önce vazgeçilmesi talep ediliyordu:

Sosyal medya üzerindeki akışlardan veri toplayan uygulamalar bant daraltması sebebi ile anlık verilere ulaşamaz oldu. Ulaşılamayan veri kaybedilen can demektir.

Sosyal medya paylaşımlarından elde edilen konum ve ihtiyaç bilgileri, isim ve sağlık durumları hem alandaki gönüllüler tarafından yardım ulaştırılmasını sağlamakta hem de gönüllü yazılımcıların geliştirdikleri yapay zeka uygulamalarınca değerlendirilip anlık olarak karar destek uyarıları ve haritalara dönüştürülebilmektedir.

İnternetime dokunma, veri akışını engelleme!

Aslında BMO’nun yanı sıra EMO (Elektrik Mühendisleri Odası), LKD (Linux Kullanıcıları Derneği), Alternatif Bilişim gibi örgütler Dezenformasyon Yasası’na da karşı çıkmış ama 2011’deki İnternetime Dokunma! eylemlerinde olduğu gibi (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nternetime_Dokunma!) güçlü bir kamuoyu oluşturamamışlardı. Bunun Türkiye’ye özgü siyasal ve toplumsal koşulların yanında iki nedenden kaynaklandığını düşünüyorum. Birincisi, toplumun önemli bir kesiminin interneti kısıtlayıcı müdahalelere karşı VPN kullanımında ustalaşmış olması. İnsanlar artık her koşulda engelleri bir şekilde aşacaklarını düşünüyorlar. İkincisi, sahte haberler ve dezenformasyon sorununun tüm dünyada tartışılıyor olması ve devletlerin bu doğrultuda çeşitli düzenlemeler getirmeye çalışması. Bu da dezenformasyona karşı ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının bir zorunluluk olduğu düşüncesine katkıda bulunuyor. Deprem sonrası sahte haberler, dezenformasyon (bilinçli ve kasten üretilen, paylaşılan ya da yaygınlaştırılan yanlış bilgi) ve mezenformasyon (herhangi bir kasıt olmaksızın paylaşılan yanlış bilgi) arttı (bkz. https://www.indyturk.com/node/609826). Ama enformasyon akışının yaşamsal öneminin olduğu bir anda veri akışına müdahale edilmesi yayılan yanlış bilgilerden çok daha fazla zarar vericiydi.

Sahte haberler ve dezenformasyon bir çok ülkede tartışılan bir sorun. Ama sorunun çözümü ifade özgürlüğünün kısıtlanması olmamalı.

Sahte Haberler ve Dezenformasyon

Sahte haber (fake news) terimi 2016 ABD başkanlık seçimlerinden sonra moda oldu. Donald Trump’ın zaferini açıklamak için sosyal medya üzerinden yayılan yalan haberlere işaret edildi. Trump da hem başkanlığı öncesinde hem de başkanlığı sırasında kendisini yanlış tanıtmaktan ve/veya yanlış raporlar üretmekten sorumlu olduğunu söylediği haber kaynaklarını öne çıkarmak için Sahte Haber Ödülleri’ni çıkardı (https://en.wikipedia.org/wiki/Fake_News_Awards).

Carlson’a (2017) göre sahte haberler, ahlaki paniğe yol açacak kadar siyaset ve iletişimde baskın bir tema haline geldi. Ahlaki panik; bir durum, olay, kişi veya grup, toplumsal değerlere ve çıkarlara yönelik bir tehdit olarak tanımlandığında ortaya çıkıyordu. Bu tehdidin gerçek olması veya olmaması önemli değildi. Derin sahte (deepfake) gibi teknolojik gelişmeler bu paniği daha da artırdı (https://lab.cccb.org/en/wolf-wolf-alarm-over-disinformation-and-the-liars-dividend/). Sahte haberler, daha çok seçimler ve seçmenlerin yanıltılması bağlamında tartışılırken pandemi döneminde bir toplum sağlığı sorunu haline geldi.

Sahte haberlerin evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı yok. Sahte haberler için aşağıdaki tanımlar yapılmış (Vese, 2022):

  • Kasıtlı veya bilerek yanlış olgu beyanlarının çevrimiçi olarak yayınlanması
  • Haber kanalları aracılığıyla kasıtlı olarak yanlış bilgi beyanları
  • Başkalarını aldatmak ve yanıltarak yanlışlara inanmaya veya doğrulanabilir gerçeklerden şüphe duymaya yönlendirmek amacıyla kasıtlı olarak üretilen ve yayılan bilgiler
  • Kasıtlı olarak ve kanıtlanabilir şekilde yanlış olan ve okuyucuları yanıltabilecek haberler ile gerçeklere dayanmayan ancak haber gibi sunulan haberler
  • İddiaların tasarım gereği yanıltıcı olduğu durumlarda (tipik olarak) yanlış veya yanıltıcı iddiaların haber olarak kasıtlı olarak sunulması.
  • Özellikle medyada yer alan haber raporları gibi görünmek için yapılan hayali anlatımlara dayanan haberler.

Sahte haberler, doğrulanabilir gerçekler hakkında şüphe yaratarak kamuoyunu, kanaat önderlerini ve medyayı kutuplaştırabilir; özgür ve demokratik fikir oluşturma sürecini tehlikeye atabilir ve demokratik süreçlere olan güveni baltalayabilir. Çevrim içi reklamcılık (ör. tıklama tuzağı) yoluyla siyasi veya başka türden etkide bulunmak; para kazanmak; bir teşebbüse veya kişiye zarar vermek de sahte haberlerin başlıca amaçları olabilir (age).

Ayrıca sahte haberleri bilgi (enformasyon) krizinin bir belirtisi olarak gören ve dezenformasyon terimini daha doğru bulan yaklaşımlar da var. Dezenformasyon izleyicileri aldatmak ve yanıltmak veya onlara zarar vermek; siyasi, kişisel veya mali kazanç sağlamak gibi amaçlarla kasıtlı olarak yanlış veya tahrif edilmiş bilgilerin oluşturulması ve paylaşılması olarak tanımlanıyor. Mezenformasyon ise yanlış bilgilerin yanlışlıkla paylaşılması anlamına geliyor. Vese (2022) ise sahte haberlerin medyanın özelliklerini öz olarak değil, biçim olarak taklit etmek için tasarlanmış bilgiler olduğunu, dezenformasyon ve mezenformasyonun oluşumuna katkıda bulunduğunu savunuyor.

Sahte haberler, siyaset, sağlık ve ekonomi gibi birçok alanda etkili oluyor. Sosyal medya şirketleri ve hükümetler yalan haberlerle mücadele etmeye çalışıyorlar. Sorun, yalan haberlerle mücadelenin nasıl yapılacağı ve kullanılan yöntemlerin etkili olup olmayacağı. Teknolojik ilerlemelerle beraber sorun daha da büyüyor. Cornell Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insanların GPT-2 tarafından oluşturulan sahte haber makalelerini zamanın yaklaşık %66’sında güvenilir bulduğunu gösterdi (Kreps, McCain ve Brundage, 2022).

Dünyada Yalan Haberler ve Dezenformasyonla Mücadele

Birçok hükümet, dezenformasyon ve özellikle sahte haberlere karşı ifade özgürlüğünü kısıtlayan katı yasal ve idari önlemler aldı. Alınan önlemler, yalnız dezenformasyonu değil, enformasyonu da etkiledi. Gazeteciler, avukatlar ve aktivistler gibi demokratik aktörler üzerinde bir otosansür iklimi yarattı.

Çin, sahte haberlerle mücadele edebilmek için son derece katı yasalar çıkardı. Çin’in Siber Güvenlik Yasası, sosyal medya platformlarının yalnızca kayıtlı haber medyasından gelen haber makalelerini yeniden yayınlamasını ve bunlara bağlantı vermesini şart koşuyor. 2018’de Çinli yetkililer, mikroblog sitelerinden platformlarındaki söylentilere dikkat çekmelerini ve çürütmelerini istedi. Ayrıca insanların olası sahte haberleri bildirmesine olanak tanıyan Piyao adlı platformu başlattılar. Platform, devlete ait medyadan, parti kontrolündeki yerel gazetelerden ve çeşitli devlet kurumlarından alınan gerçek haberleri yayımlıyor. Weibo ve WeChat gibi sosyal medya platformları, söylentileri otomatik olarak tespit edebilmek için YZ’den yararlanıyor. Çin sınırları içindeki internet altyapısını ve içeriğini kontrol eden devlet kurumu olan Çin Siberuzay İdaresi (CAC), özellikle pandemi döneminde sosyal medya şirketleri üzerindeki baskısını artırdı. Çinli yetkililer halkı sahte haberlerin yasal sonuçları konusunda uyardı. Çin polisinin söylentilere yönelik yaptırımlara ilişkin raporunda Ocak 2020’de birçok vatandaşın kınama, para cezası ve idari veya cezai tutuklama aldığı belirtiliyor.

ABD’de Kongre, çevrimiçi siyasi reklamcılığı düzenlemeyi ve sahte haberlere karşı koymayı amaçlayan Dürüst Reklamlar Yasasını 2017’de kabul etti. Yasa özellikle, Facebook ve Google gibi sosyal medya platformlarının reklamların kopyalarını saklamasını, herkese açık hale getirmesini ve onlar için kimin ne kadar ödediğini takip etmesini gerektiriyor. Dürüst Reklamlar Yasası, şirketleri reklam harcamaları, hedefleme stratejileri, alıcılar ve finansman gibi ayrıntıları açıklamaya zorluyor. Ayrıca, çevrimiçi siyasi kampanyaların geleneksel medyada reklam verebilmek için gerekli koşullara uyması gerekiyor.

Birleşik Krallık’ta Avam Kamarası DCMS (House of Commons Digital, Culture, Media and Sport) Komitesi, Ocak 2017’den itibaren sosyal medya platformlarının tanımı, rolü ve yasal yükümlülükleri gibi konulara odaklanarak dezenformasyon ve sahte haberler konusunu inceledi. Komite, Şubat 2019’da sonlandırdığı raporda şu tavsiyeler yer alıyordu:

1. Yasal işlem başlatma yetkisine sahip bağımsız bir düzenleyici tarafından denetlenen teknoloji şirketleri için zorunlu bir etik kuralların oluşturulması,

2. Çevrimiçi siyasi iletişimin şeffaflığını sağlamak için seçim iletişim yasalarında değişiklikler yapılması,

3. Sosyal medya şirketlerinin kanıtlanmış dezenformasyon kaynakları da dahil olmak üzere bilinen zararlı içerik kaynaklarını kaldırma yükümlülüğü.

Avustralya’da hükümet, seçim bütünlüğüne yönelik sahte haber tehditlerini ele almak için bir görev gücü atadı. Görev gücünün kurulmasıyla ilgili bir medya raporu, asıl endişesinin siber güvenlik, sahte haberler ve seçmen kütüğüne veya Avustralya Seçim Komisyonu sistemlerine müdahale dahil dezenformasyon olduğunu ileri sürdü.

Mart 2018’de Kanada Avam Kamarası Bilgi, Gizlilik ve Etik Erişim Daimi Komitesi (AIPE), Cambridge Analytica/Facebook skandalını da içeren kişisel bilgilerin ihlaline ilişkin bir soruşturma başlattı. Komitenin 2018 sonunda yayımladığı raporda sosyal medyadaki yanlış bilgilendirme ve dezenformasyon sorununa yönelik bir dizi öneri yer alıyordu. Bir öneride sosyal medya platformlarının, otomatikleştirilmiş veya algoritmik olarak üretilmiş içeriğin açık bir şekilde etiketlenmesi dahil olmak üzere, çevrimiçi materyalin yayılmasının ardındaki süreçlerle ilgili olarak daha şeffaf olması gerektiği üzerinde duruluyordu. Diğer önerilerde de platformların ve hükümetlerin dijital okuryazarlık programlarına ve halkı bilinçlendirme kampanyalarına daha fazla yatırım yapması; platformların dezenformasyon ve sahte haberler dahil olmak üzere yasa dışı içeriği kaldırma yükümlülüklerinin olması gerektiği belirtiliyordu.

Almanya’daki eyaletler 28 Ekim 2020’de Eyaletlerarası Medya Anlaşmasını kabul ettiler. Anlaşma algoritmalarım şeffaflığı, sosyal robotların etiketlenmesi, kamu hizmeti içeriğinin erişilebilirliği gibi konuları düzenleyerek çevrimiçi dezenformasyonu ve sahte haberleri ele alıyordu. Bu anlaşma, medya ortamını modernize etmeye ve Alman yasal çerçevesini Avrupa sosyal medya yasal ortamına uydurmaya yönelik ulusal çabalarda önemli bir rol oynadı. 28 Temmuz 2021’de, 30 Temmuz 2017’de kabul edilen NetzDG’de (Network Enforcement Act) nefret söylemi ve sahte haberlerle ilgili değişiklikler yapıldı. Alman hükümeti, nefret, taciz, iftira ya da yetkilileri yanıltarak bir suçun işlendiğine inandırarak barışın bozulmasına yol açmak gibi nesnel olarak suç teşkil eden içeriğin derhal kaldırılması için bir yasa çıkardı.

Ancak, özel şirketlere getirilen içeriği düzenleme ve kaldırma yükümlülüğü ifade özgürlüğü açısından tartışmalara neden oldu. Özellikle “hakaret” veya “iftira” gibi muğlak kriterlere dayanması nedeniyle eleştirildi. NetzDG, sosyal medya platformlarının kullanıcıların yasa dışı içerikle ilgili şikayette bulunmaları için bir mekanizma sağlamasını şart koşuyor. Platformlar bir şikayet aldıklarında içeriğin yasa dışı olup olmadığını araştırmalı ve yalnızca içerik “açıkça yasa dışı” ise yedi gün içinde kaldırmalıdır. Aksi takdirde, kamu makamları mevcut yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen şirketlere 50 milyon avroya varan cezalar verebilir. Ancak ağır para cezaları orantılılık endişelerini artırıyor ve sosyal ağların gerçekten yasal olabilecek içeriği kaldırmasına neden olabiliyor.

NetzDG çok eleştirildi ve bazı siyasi partiler, özellikle ifade özgürlüğü konusunda anayasaya aykırı olduğu için yasayı değiştirmeye yönelik teklifler sundular. Ama başarılı olamadılar. Daha kötüsü NetzDG, sahte haberlerin yargı veya hatta yarı yargı kararı olmadan kaldırılmasını sağlayacak aşırı derecede kısıtlayıcı yasalar veya sosyal medya düzenlemeleri getirmeye çalışan ülkelere örnek oldu.

Fransa’da, demokratik ilkelerin sahte haberlerin yayılmasına karşı daha fazla korunmasını sağlamak amacıyla 22 Aralık 2018’de Ulusal Meclis tarafından bilgilerin manipülasyonuna karşı bir yasa onaylandı. Bu kanun, özellikle yabancı devletlerin etkisindeki sosyal medya platformlarının sunduğu yayma kanalları başta olmak üzere, sahte haberlerin dijital araçlar aracılığıyla yaygın ve hızlı bir şekilde yayılmasını engellemeyi hedefliyor. Yasa, 2016 ABD seçimleri ve Brexit Referandumu gibi özellikle seçimler öncesindeki ve sırasındaki seçim kampanyalarına odaklanıyor. Yasa, sosyal medya platformlarını sponsorlu içeriklerin yazarlarını ve ödenen tutarları bildirmeye zorlayarak platformların işleyişini şeffaflaştırmaya çalışıyor. Ayrıca, günlük belirli bir ziyaretçi sayısını aşan platformların Fransa’da yasal bir temsilcisinin olması ve algoritmalarını yayınlaması gerekiyor. Yalan haberlerin yayılmasının hızlı bir şekilde durdurulmasını sağlayan yasal bir tedbir de var.

İfade Özgürlüğü

Yalancı çoban masalını bilirsiniz. Çoban, köylülere bir şaka yapmak ister. Kurt geldiğini söyleyerek yardım ister. Köylüler, yardıma koşarlar. Ama ortada kurt yerine, şaka yaptığını söyleyip gülen bir çoban vardır. Çoban, ikinci kere aynı şakayı yaparak yardım istediğinde köylüler “belki bu sefer doğrudur” diye düşünerek tekrar yardıma koşarlar. Yine aynı durumlar karşılaşırlar; çok kızarlar. Bir gün kurt gerçekten gelir. Çoban yardım ister. Fakat bu sefer kimse ona inanmaz.

Masalın sonunda zarar gören yalancı çobandır. Sosyal medyada ise yalan söyleyenden çok diğer insanlar zarar görür. Sahte haberler sınırsız biçimde dolaştığında doğru ve yanlış birbirine girer. İnsanlar bazen yanıltılırlar bazen de gerçek bilgilerin yanlış olduğunu düşünerek doğruları görmezden gelirler. Yalan haberlerin dolaşımını engellemek için iletişim sürecine müdahale etmek gerekir. Bu müdahalenin niteliği ve orantılılığı ifade özgürlüğünün düzeyini belirler.

Hükümetlerin yalan haberler ve dezenformasyonla mücadelesi başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel haklara zarar verebiliyor. Özellikle pandemi döneminde bu eğilim daha da belirginleşti. İletişim sürecine, ifade özgürlüğünü sınırlamadan müdahale etmek mümkün mü?

Vese (2022), sosyal medya platformlarında enformasyon yönetimine yönelik en az üç farklı düzenleyici yaklaşım önerilebileceğini savunuyor. Birincisi, kullanıcıların sahte haberleri değerlendirme ve tespit etme yeteneğinden yararlanarak kullanıcıları güçlendirmeye dayanır. İkinci ve üçüncü yaklaşımlar, sosyal medya platformlarının öz düzenleme veya devlet müdahalesi ile uygulanabilen hesap verebilirliği ile ilgilidir. Vese (2022) sahte haberlerin düzenlenmesinde ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleleri en aza indirmek için öz düzenleme ve daha da önemlisi kullanıcıları güçlendirmeyi öneriyor.

Birinci yaklaşım, esasen bireysel web siteleri tarafından kontrol edilen olgulara dayanır. Vese (2022) PolitiFact, FactCheck.org ve Snopes gibi kuruluşların (bizdeki teyit.org gibi) özellikle sosyal medyada dolaşan söylentiler, siyasi iddialar, sağlık hikayelerinin doğruluğunu kontrol etmedeki önemine dikkati çekiyor. Doğruluk kontrolü, haberlerin incelemeye tabi olduğu gazeteler gibi güvenilir bilgi kaynakları tarafından da gerçekleştirilebiliyor. Kullanıcıları yetkilendirmeye dayalı bir başka yaklaşım, bireylerin bilgi kaynaklarının kalitesini değerlendirme becerilerini onları eğiterek artırmayı amaçlıyor. Vese (2022), bu yaklaşımın toplumsal gerçeklikle çatıştığını kabul ediyor. Davranış bilimlerinin gösterdiği gibi insanlar irrasyonel biçimlerde davranabiliyor. İnsanlar önceden var olan tutumlarını doğrulayan bilgileri tercih ediyor (seçici maruz kalma), önceden var olan inançlarıyla tutarlı bilgileri uyumsuz bilgilerden daha ikna edici olarak görüyor (onaylama yanlılığı) ve kendilerini tatmin eden bilgileri kabul etmeye daha eğilimli oluyorlar (arzu edilirlik yanlılığı). Ayrıca sosyal medya kullanıcıları, ilgilerini çeken bilgileri önceden seçerek kendi dünya görüşlerini ve fikirlerini pekiştirme eğilimindeler. Vese (2022), tüm bu sorunlara rağmen kullanıcıların güçlendirilmesi yaklaşımının (uygun şekilde takip edilir ve kaliteli bilgiyi önemli ölçüde artırarak ve aktif olarak dezenformasyonu düzelterek uygulanırsa) sosyal medya platformlarındaki sahte haberleri önlemek için etkili ve demokratik bir strateji olduğunu savunuyor.

Vese (2022), ikinci yaklaşımın, öz düzenlemenin, devlet müdahalesinden daha fazla esneklik ve koruma sağlarken genellikle çevrimiçi hesap verebilirliği artırdığını savunuyor. Öz düzenleme, sosyal platformlarını hükümetin müdahalesinden korumaya yardımcı olabilir. Ayrıca işlerin en iyi nasıl yürütülebileceğine daha hakim olan sosyal medya platformları hükümetlerin ileriyi göremeyen önlemlerinden daha etkili kurallar oluşturabilirler. Vese (2022), öz düzenlemenin hükümet müdahalelerine göre iki önemli avantajı olduğunu belirtiyor. Birincisi, medya teknolojisinde hızlı ve sürekli bir değişim dönemi yaşandığı için öz düzenleme, hükümetin düzenleme seçeneğinden daha fazla esneklik sunuyor. İkincisi, öz düzenleme, devletler ve genel olarak toplum için daha az maliyetli.

Ancak öz denetimin yalnızca sosyal medya şirketlerinin çıkarlarına hizmet etmemesi için şeffaflık ve verimlilikle ilgili hükümler güçlendirilmesi gerekiyor. Hükümetler, bir güvenilirlik derecelendirme mekanizması aracılığıyla kullanıcıları güçlendiren politikaları teşvik edebilir. Sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesi, doğruluğunun kontrol edilmesi ve sonuçların kamuoyuna raporlanması için hükümetler, bağımsız üçüncü taraf kuruluşlar aracılığıyla yapılacak güvenilirlik derecelendirmelerinin yönetimini üstlenebilir. Kullanıcılar, güvenilirlik derecelendirmelerine dayalı olarak belirli bir platformu kullanıp kullanmamaya bilinçli olarak karar verebilirlerse, platformun sahibi kullanıcıları kaybetmemek amacıyla sahte haberlerle başa çıkmak için muhtemelen daha etkili önlemler almak zorunda kalacaktır.

Ortak Denetim

Kullanıcıların güçlendirilmesi, sosyal medya platformlarının öz denetimi ve hükümet denetimini birbirinin alternatifi yaklaşımlar olarak değil de farklı biçimlerde bir araya getirilebilecek yaklaşımlar olarak da ele alabiliriz. Sahte haberlerin düzenlenmesi sorumluluğu yalnızca ulusal hükümetlere veya şirketlere de verilmemeli. Tek bir kurumun sorumluluğu yerine Marsden, Meyer ve Brown (2020), ortak düzenleme fikrini ortaya atıyorlar. Ortak düzenleme, şirketlerin bireysel veya toplu olarak kendi kullanıcılarını düzenlemek için mekanizmalar geliştirmesi anlamına gelir; bu mekanizmalar, aynı zamanda etkinliklerini de izleyen, demokratik olarak meşru devlet düzenleyicileri veya yasama organları tarafından onaylanmalıdır. Bu bağlamda Marsden vd. (2020) altı seçeneği ele alır.

Seçenek 0, statükonun korunmasıdır. Bu seçenekte hem ölçülü biçimde ‘doğal’ teknik deneylere hem de Almanya’nın NetzDG Yasası gibi halihazırda var olan yasal tepkilere yer verilir. Fakat endüstri düzeyinde bir öz düzenleme planı veya demokratik olarak meşru kurumsal gözetim yerine tekil çabalar vardır. Bireysel kullanıcılar, kendilerinin ve başkalarının ifade özgürlüğü için şirketlerin hizmet koşullarının uygulanmasına güvenmeye; şirketler de kendi çıkarlarına uygun davranmaya devam ederler. Örneğin 2018 yılındaki referandumda yalan haberlerin referandumu etkilememesi için Google politik reklamları tamamen reddetme kararı alırken Facebook sadece yabancı aktörlerin reklamlarını yasaklamıştır.

Dezenformasyonla mücadelede herhangi bir devlet düzenlemesinin olmaması ABD için tercih edilir bir durumken Avrupalılar için bir sorundur. Marsden vd.’ye (2020) göre bunun sebebi farklı özgürlük anlayışlarına sahip olmalarıdır. ABD, Kongre’nin basın özgürlüğüne müdahale etmesini engelleyen negatif özgürlük çerçevesinde hareket eder. Negatif özgürlük anlayışına göre özgürlük, “kendi çıkarlarını bilen rasyonel özneye, bu niteliğini kullanabilmesi için gerekli olan özerklik alanının bırakılması ve korunmasıdır.” (https://www.felsefe.gen.tr/negatif-ozgurluk-nedir-ne-demektir/) Bu nedenle, devlet otoritesinin sınırlandırılmasını savunur. Avrupa’da ise pozitif özgürlük anlayışı belirleyicidir ve bu da devletlerin yurttaşlarının haklarını korumak için hareket etmesine izin verir. Pozitif özgürlüğe göre kişi fiilen kısıtlanmamış olsa bile özgür olamayabilir; özgürlük, kişinin kendi hayatını kontrol edebilme özgürlüğüdür. Dolayısıyla seçenek 0, Avrupa için yeterli bir seçenek değildir ve Avrupa’da devlet kurumları yurttaşların hak ve özgürlükleri için daha aktiftir.

Seçenek 1, öz düzenlemeye dayanır; ama bu öz düzenleme dışarıdan denetlenmez. Yapay öğrenmeye dayalı ve diğer içerik denetimi biçimlerini teşvik etmek için devlet ve özel sektör araştırma fonları artırılabilir. Fakat, resmileştirilmiş şeffaflık süreçlerinin olmaması bu seçeneği etkisiz hale getirir.

İçerik Denetimi için Santa Clara İlkeleri (https://santaclaraprinciples.org/), Seçenek 1‘e doğrultusunda bir adımdır. Avrupa Birliğinin World Wide Web Consortium’unu finansmanı, internetin kendi kendini düzenleyen standartlarına yardımcı olmak için teknik sponsorluğa bir örnektir. Ama YZ alanında olduğu gibi algoritmalar için geliştirilen etik normlar standartların öncülü haline gelebilmektedir.

Seçenek 2, öz düzenlemeye dayanmakla beraber üyelerin kriterlere ne ölçüde uyduğu düzenli olarak takip edilir. Örneğin uygulama esasları, ortak olarak üzerinde anlaşmaya varılmış bir öz düzenleyici tarafından resmi bir denetime tabi tutulur.

Seçenek 3’te öz düzenleme, resmi kurallara göre gerçekleşir. Çoğunlukla içerik filtreleme veya algoritmik düzenleme için kullanılır. Öz düzenleme organı, üyelerinin standarda uymalarını veya denkliklerini kanıtlamalarını şart koşar. Kaldırılan içeriklerin geri koyulması için kullanılan ölçütlere, temyiz sürecinin verimliliğine ve etkiliğine odaklanır.

Ancak öz düzenlemenin sürdürülebilirliği her zaman bir sorundur. İnternet düzenlemesi, ifade özgürlüğü ve zararın önlenmesi dahil olmak üzere özellikle anayasal ve insan hakları sorunları nedeniyle genellikle doğrudan devletin düzenleyici organları tarafından uygulanır.

Seçenek 4, ortak düzenlemeye dayanır. Filtreleme veya diğer ölçülülük (moderation) biçimleri için hükümet onaylı teknik standartlar vardır. Burada vatandaşların doğrudan sansürlenmesi söz konusu olduğundan bağımsız bir yargıya başvurma hakkı yerleşik hale getirilmelidir. Düzenleyici, devlet düzenleyici kurumlarıyla ilişkilendirilebilir ve onlar tarafından sertifikalandırılabilir/onaylanabilir.

Ortak düzenleme, düzenleyicilerden bağımsızlık, itiraz süreçleri, denetim ve yönetişim ilkeleri gibi iyi düzenlemenin genel ilkeleriyle birlikte, düzenleyici sistemler için parlamento onayının yasal dayanağını ve meşruiyetini sunar. Yasa, genel ilkeleri ortaya koyarken düzenleyici, plan tasarımının ayrıntılarını belirler. Örneğin düzenleme, bir bot hesabının veya uygunsuz bir içeriğin yanlış pozitif tespitini düzeltmek için insan müdahalesi olmadan hiçbir hesabın askıya alınamayacağı ilkesini ve hesap sahibinin bu tür bir silme işlemine itiraz etme hakkını içerebilir.

Seçenek 5, yasal düzenlemedir. İçerik sağlayıcıların ve onların sistemlerinin içerik denetimi için bir düzenleyici lisanslanarak doğrudan dezenformasyonla mücadele etmekle görevlendirilebilir.

***

Dezenformasyonla mücadele etmek için ifade özgürlüğünü kısıtlamak “şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü anımsatıyor: Enformasyon olmasa dezenformasyonu ne güzel idare ederdik! Yalan ve dezenformasyonun ciddi bir sorun olduğunu kabul ediyorum. Ama önümüzde, bireysel ifade özgürlüğünü kısıtlamayan veya tamamen ortadan kaldırmayan farklı seçenekler de var. İfade özgürlüğü her zaman önemliydi ama enformasyonel toplumda hiç beklemediğimiz bir anda yaşamsal hale gelebiliyor.

Kaynaklar

Carlson, M. (2020). Fake news as an informational moral panic: the symbolic deviancy of social media during the 2016 US presidential election. Information, Communication & Society, 23(3), 374-388.

Kreps, S., McCain, R. M., & Brundage, M. (2022). All the news that’s fit to fabricate: AI-generated text as a tool of media misinformation. Journal of experimental political science, 9(1), 104-117.

Marsden, C., Meyer, T., & Brown, I. (2020). Platform values and democratic elections: How can the law regulate digital disinformation?. Computer law & security review, 36, 105373.

Vese, D. (2022). Governing fake news: the regulation of social media and the right to freedom of expression in the era of emergency. European Journal of Risk regulation, 13(3), 477-513.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir