"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: Fikri Mülkiyet

EuroStack Girişimi ve Dijital Egemenlik

Tüm dünyada hızlı ve altüst edici gelişmeler yaşanıyor. Teknolojik yenilikler hızlanıyor, küresel tedarik zincirleri parçalanıyor, ekonomik bağımlılıklar jeopolitik rekabetlerde etkili bir silah haline geliyor. Şubat ayında Paris’te gerçekleştirilen Yapay Zekâ (YZ) Eylem Zirvesi’nde de şahit olduğumuz gibi Avrupa, ABD ve Çin arasında sıkışmış durumda. Avrupa Birliği (AB) Trump yönetiminin “Önce Amerika” politikası ve saldırgan hamleleri karşısında bir çıkış yolu arıyor.

Avrupa jeopolitik ve jeoekonomik olarak yüksek derecede risk altında. COVID-19, Ukrayna savaşı, yarı iletken kıtlığı ve artan enerji fiyatları Avrupa’nın küresel tedarik zincirlerine olan bağımlılığını gösteriyor. Özellikle otomotiv üretimi ve sağlık hizmetleri gibi sektörler, yaşanan aksaklıklardan ciddi biçimde etkilendiler. Elbette ki AB’nin karşı karşıya olduğu sorunları tamamen teknolojiye bağlayamayız. Ancak günümüzde dijital teknolojiler, jeopolitik ve ekonomik rekabet gücünün oluşumunda giderek daha belirleyici oluyor. AB, şimdiye kadar çoğunlukla yabancı şirketlerin faaliyetlerini düzenleyen ve şirketleri, Avrupa’nın önem verdiği (başta mahremiyet olmak üzere) değerleri dikkate almayan zorlayan bir politika izledi. Fakat teknolojik bağımlılıkları ve ekonomik kırılganlıkları nedeniyle bunda yeterince başarılı olamadı.

Siber Özgürlükçülük


Can Dündar’ın 10 Ocak 2025 tarihinde yayınladığı videonun başlığı “Küresel oligarşi, aşırı sağı pompalıyor”du. Dündar, Elon Musk’ın, Almanya’nın aşırı sağcı lideriyle röportaj yapmasını ve onu “başbakanlığın güçlü adayı” olarak pazarlamasını bir skandal olarak nitelendiriyordu. Röportaj, Hitler’in aslında komünist olduğu, Kaliforniya’da hırsızlığın serbest olduğu gibi kanıtsız iddialar, komplo teorileri ve yalanlarla doluydu. Musk, bir hafta önce de Die Welt’e yazdığı bir makalede aşırı sağcı AfD’den (Almanya için Alternatif) “Almanya için son umut kıvılcımı” diye söz etmişti (https://www.youtube.com/watch?v=LOIuO4U4CXY).

Yazılımların Karmaşıklaşması ve Platformların Gücü

Bilişim teknolojileri uzunca bir süredir gündelik yaşamın kritik bir parçası. Bir yandan, gündelik yaşamın giderek daha geniş bir alanını etkiliyorlar. Eğitimden sağlığa, altyapı hizmetlerinden sosyal ilişkilere kadar bilişim teknolojilerinin yaşamımızdaki yeri giderek genişliyor. Diğer yandan, bilişim teknolojilerinin yaşamımızdaki etkileri de derinleşiyor ve onlara bağımlılığımız artıyor.

19 Temmuz 2024’te yaşamın bir çok alanını etkileyen kaosun söz konusu genişleme ve derinleşmenin bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Kaos, bilgisayar güvenliği hizmeti veren bir “endpoint protection” (uç nokta koruma) firması olan CrowdStrike’ın gönderdiği bir güncelleme ile başladı. CrowdStrike’ın güncellemesi sonucunda Microsoft Windows işletim sistemli bilgisayarlar çöktü ve bilgisayarların düzgün bir şekilde açılmasını engelleyen, Mavi Ölüm Ekranı olarak adlandırılan bir döngünün içine hapsoldular. Sağlık, eğitim, havacılık, bankacılık gibi çok farklı sektörlerde, milyonlarca bilgisayarı etkiledi; ameliyatlar ertelendi, uçaklar uçmadı, bankacılık işlemleri aksadı…

Görünürde olayın iki aktörü vardı: Microsoft ve Crowdstrike.

Dijital Kamu Altyapıları

2000’li yılların başında her şeyin başına e harfi getirmek modaydı. E harfiyle nesnelerin, hizmetlerin, toplumsal ilişkilerin ve süreçlerin dijitalleşmesine işaret ediliyordu. E harfi sihirliydi. Dijitalleşmenin dokunduğu yerleri değiştirip dönüştüreceği ve bunun da yararlı sonuçları olacağı beklentisi yaygındı.

Beklentilerin en fazla olduğu yerlerin başında ise e-devlet hizmetleri vardı. Vatandaşlara devlet tarafından verilen hizmetlerin elektronik ortamda sunulması olarak tanımlayabileceğimiz e-devletle, yurttaşlar devlet kurumları tarafından sunulan hizmetlere internet üzerinden erişebilecek ve farklı devlet kurumları elektronik olarak birbirine bağlanabilecekti.

Yerel Yönetimlerde Teknolojik Egemenlik

On yıl önce, eski bir NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) çalışanı olan Edward Snowden’ın sızdırdığı verilerden söz ediyorduk. Snowden’a göre NSA, yasaların izin verdiğinden çok daha fazlasını yapıyordu. Suçlu veya şüpheli olmasına bakmaksızın toplumun geneline ait verileri topluyor, filtreliyor ve analiz ediyordu. Snowden’ın ifşaatlarına göre ABD, bilişim şirketlerinden belirli kişilere ait verileri alabiliyordu. ABD’li yetkililer, bunun sadece kanunlar çerçevesinde ve mahkeme kararıyla gerçekleştiğini söylüyorlardı. Fakat NSA’nın bu şirketlerin sunucularına doğrudan erişebildiğini gösteren belgeler vardı.

Bu ifşaatlar karşısında bir çoğumuz huzur içinde sıradanlığımıza sığınmıştık. Sonuçta istihbarat örgütleri için sıradan insanlardık; telefonumuzu dinleseler veya e-postalarımız okusalar ne olurdu? Böylece son on yılda teknoloji şirketlerinin topladığı verinin miktarı ve kapsamı arttı. Gündelik hayatımızla ilgileri derinleşti. İlk başta verilerin toplanması sadece sosyal medya ve akıllı telefon kullanımına dayanıyordu. Hâlâ inisiyatifin bizde olduğuna inanıyorduk. İstersek sosyal medyadan çıkabilir veya mahremiyetimizi tehdit eden uygulamaları telefonumuzdan silebilirdik! Teknolojiyle kurduğumuz ilişkide aktif öznelerdik ya da en azından öyle düşünüyorduk. Ancak akıllı şehir girişimleri ve uygulamalarıyla beraber veri ilişkilerinin daha pasif bir bileşeni haline geliyoruz. Bu tip uygulamalar gözetim ve veri toplamayı daha geniş ve derin gerçekleştiriyorlar. San Diego’da olduğu gibi trafiği kontrol etmek üzere konuşlandırılan sokak lambaları bunun yerine vatandaşları gözetlemek için kullanılabiliyor. Şirketler, şehirleri algoritmalarla optimize etme vaadiyle şehirlerin veri akışlarını tamamen kontrol etmeye çalışıyorlar. Böylece hem şehrin altyapısı (elektrik, su, kanalizasyon, ulaşım vs) üzerindeki etkilerini artırıyorlar hem de üretilen verilerin gelecekteki kullanımını tekellerine alıyorlar. Akıllı şehirleri tartışırken kendimizi baştan sona “akıllı” teknolojilerle yapılandırılmış şehirlerle sınırlamamak gerekiyor. Bir yerden bir yere nasıl gidileceğini tarif eden veya toplu taşıma araçlarına binmek için kullandığımız uygulamaları da bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Açık Kaynak Yazılımdan Açık Yapay Zekâya

Richard Stallman’ın 40 yıl önce, 27 Eylül 1983’te, gönderdiği bir e-posta tarihin akışını değiştirdi. Stallman, e-posta’da GNU (Gnu’s Not Unix – GNU, Unix Değildir) adlı bir işletim sistemi geliştireceğini ve GNU’yu onu kullanabilen herkese bedava (free) olarak vereceğini yazıyordu. Daha sonra Stallman niyetini özensiz bir şekilde ifade ettiğini belirtecekti:

Elon Musk’ın WeChat Rüyası

Elon Musk, Twitter’la oynamaya devam ediyor. Önce Twitter’a yeni kurallar getirmeye çalıştı, sonra gelen tepkilere göre koyduğu kuralları yeniden düzenledi. Paralı üyeliği teşvik edici düzenlemeler yaptı. Reklam gelirinin bir kısmını paralı üyelerle paylaştı. Musk, sallapati adımlar atıyormuş gibi görünse de aslında belirli bir vizyon doğrultusunda ilerlemeye ve Twitter’dan bambaşka bir uygulama çıkarmaya çalışıyor. Geçen yılki açıklamasında bunun ipucunu vermiş, Twitter alımının her şeyin uygulaması X’i yaratmayı hızlandıracağını belirtmişti.

Yapay Zekânın Politikliği

OpenAI, ChatGPT’den birkaç ay sonra merakla beklenen GPT-4’ü çıkardı. OpenAI, beş yılda önemli bir yol katetti. GPT (Generative Pre-trained Transformer – Üretken Ön İşlemeli Dönüştürücü) ilk olarak 11 Haziran 2018’de yayımlanan “Üretken Ön Eğitimle Dil Anlayışını Geliştirme” başlıklı makalede tanıtılmıştı. O zamana kadar en iyi sinirsel NLP (Natural Language Processing – Doğal Dil İşleme) modelleri öncelikle büyük miktarlarda etiketlenmiş verilerden denetimli öğrenmeyi kullanıyordu. Bu yaklaşım maliyetli olduğu gibi özellikle açıklaması yeterli olmayan veri setlerinde sınırlı bir performans gösteriyordu. GPT’nin “yarı denetimli” yaklaşımı ise iki aşama içeriyordu. Denetimsiz üretken “ön işleme” aşamasında başlangıç parametrelerini ayarlamak için bir dil modelleme hedefi kullanılıyor. İkinci aşamada ise bir denetimli ayrıştırıcı, parametreleri hedeflenen göreve uyarlayarak ince ayar yapıyor. Kamunun kullanımına açılmayan GPT-1, 120 milyon parametreye sahipti. Modelin eğitiminde çeşitli türlerde 7000 yayınlanmamış kitaptan elde edilen 4,5 GB metin kullanılmıştı. 14 Şubat 2019’da çıkarılan GPT-2 ise 1,5 milyar parametreye sahipti ve eğitiminde Reddit’te oylanan 45 milyon web sayfasından, 40 GB metin ve 8 milyon belgeden yararlanılmıştı. 11 Haziran 2020’de çıkarılan GPT-3’te parametre sayısı 175 milyara ulaştı, eğitiminde kullanılan metin miktarı 570 GB oldu (https://en.wikipedia.org/wiki/Generative_pre-trained_transformer).

Yarı İletken Tedarik Zinciri

Otomotivden tarım ve sağlık sektörüne kadar bir çok sektör çip krizinden etkilendi. Otomobil üreticileri, üretimlerini kısmak zorunda kaldı. Tıbbi cihaz üreticileri, çiplere dayanan ultrason ekipmanları, kalp pilleri, ventilatörler gibi tıbbi cihazlara olan talebi karşılamakta zorlandı. Ani yükseliş ve düşüşler; çift haneli pazar büyümesi dönemlerini hemen durgunluk veya düşüşlerin takip etmesi yarı iletken pazarında sık karşılaşılan bir durumdu. Geçen yazıda, Mouré’dan (2022) aktardığım gibi bu ani yükseliş ve düşüşlerde şirketlerin iş stratejilerinin de rolü vardı. Ama şimdi tüm musibetler arka arkaya gelmişti: COVID-19, doğal felaketler ve ABD-Çin teknoloji savaşı.

Geçmişten Geleceğe

2000’li yılların başında İnternet’in yaşamımızı değiştireceği söyleniyor ve İnternet önceki yüzyılların teknolojileri ile karşılaştırılıyordu. Evet, son yirmi yılda insanların yaşamında köklü değişiklikler oldu. Ama bu zaman zarfında, teknolojinin yaşam standardımızı artırdığını gerçekten söyleyebilir miyiz? İnternet sayesinde dışarı çıkmadan faturalarımızı ödüyor, alışveriş yapıyor ve farklı mekanlardaki insanlarla sohbet edebiliyoruz. Bunun gibi daha birçok kolaylıktan söz edebiliriz. Ancak diğer yandan son yıllarda gelir uçurumu giderek artıyor. İnsanlar; eğitim, sağlık, barınma gibi en temel haklardan yoksun olarak yaşamaya zorlanıyor. Günümüz teknolojisi sayesinde hayata geçirilebilen dijital platform ekonomileri güvencesizliği artırıyor. Hükümetlerin gözetim olanakları artıyor. İnternet ve sosyal medyayı hep ifade özgürlüğü bağlamında tartışmayı seviyoruz. Fakat Rusya-Ukrayna savaşı ve Joe Biden’in oğlunun telefon verilerinin sızdırılmasından sonra getirilen yasaklarda gördüğümüz gibi sosyal medya sansür ve yalan haber sarmalının içine hapsolmuş durumda. Geleneksel medya ise zaten uzun süredir yok! En kötüsü de teknoloji çevreyi tüketmek pahasına umarsızca ilerliyor ve yıkıyor. Bu yıkımı anlamak için elektronik atıklara ve kripto paralara bakmak bile yeterli.