"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yerel Yönetimlerde Teknolojik Egemenlik

On yıl önce, eski bir NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) çalışanı olan Edward Snowden’ın sızdırdığı verilerden söz ediyorduk. Snowden’a göre NSA, yasaların izin verdiğinden çok daha fazlasını yapıyordu. Suçlu veya şüpheli olmasına bakmaksızın toplumun geneline ait verileri topluyor, filtreliyor ve analiz ediyordu. Snowden’ın ifşaatlarına göre ABD, bilişim şirketlerinden belirli kişilere ait verileri alabiliyordu. ABD’li yetkililer, bunun sadece kanunlar çerçevesinde ve mahkeme kararıyla gerçekleştiğini söylüyorlardı. Fakat NSA’nın bu şirketlerin sunucularına doğrudan erişebildiğini gösteren belgeler vardı.

Bu ifşaatlar karşısında bir çoğumuz huzur içinde sıradanlığımıza sığınmıştık. Sonuçta istihbarat örgütleri için sıradan insanlardık; telefonumuzu dinleseler veya e-postalarımız okusalar ne olurdu? Böylece son on yılda teknoloji şirketlerinin topladığı verinin miktarı ve kapsamı arttı. Gündelik hayatımızla ilgileri derinleşti. İlk başta verilerin toplanması sadece sosyal medya ve akıllı telefon kullanımına dayanıyordu. Hâlâ inisiyatifin bizde olduğuna inanıyorduk. İstersek sosyal medyadan çıkabilir veya mahremiyetimizi tehdit eden uygulamaları telefonumuzdan silebilirdik! Teknolojiyle kurduğumuz ilişkide aktif öznelerdik ya da en azından öyle düşünüyorduk. Ancak akıllı şehir girişimleri ve uygulamalarıyla beraber veri ilişkilerinin daha pasif bir bileşeni haline geliyoruz. Bu tip uygulamalar gözetim ve veri toplamayı daha geniş ve derin gerçekleştiriyorlar. San Diego’da olduğu gibi trafiği kontrol etmek üzere konuşlandırılan sokak lambaları bunun yerine vatandaşları gözetlemek için kullanılabiliyor. Şirketler, şehirleri algoritmalarla optimize etme vaadiyle şehirlerin veri akışlarını tamamen kontrol etmeye çalışıyorlar. Böylece hem şehrin altyapısı (elektrik, su, kanalizasyon, ulaşım vs) üzerindeki etkilerini artırıyorlar hem de üretilen verilerin gelecekteki kullanımını tekellerine alıyorlar. Akıllı şehirleri tartışırken kendimizi baştan sona “akıllı” teknolojilerle yapılandırılmış şehirlerle sınırlamamak gerekiyor. Bir yerden bir yere nasıl gidileceğini tarif eden veya toplu taşıma araçlarına binmek için kullandığımız uygulamaları da bu kapsamda değerlendirebiliriz.

Şehirler, küresel dijital pazarların işleyişinde kilit yerler haline geliyorlar. Büyük teknoloji şirketleri ya doğrudan ya da yerellerde kurdukları ortaklıklarla şehirlerin dijital altyapılarında belirleyici bir güce ulaşıyorlar. Bu nedenle, yerel yönetimlerde (özellikle Avrupa’da) mahremiyet, dijital haklar ve veri egemenliği konuları hakkında artan bir ilgi var. Ulusal hükümetler ve uluslararası kuruluşlar teknoloji şirketlerini faaliyetlerinin nasıl düzenlenebileceğini tartışırken bazı yerel yönetimler, yurttaşların çıkarlarını korumak için harekete geçiyorlar. Teknoloji şirketlerinin, kentlerin altyapısının veri ve yapay zekâ yardımıyla daha verimli hale getirme vaatlerini yeterli görmüyorlar. Yapay zekâ altyapılaşırken yurttaşların bu yeni altyapı üzerindeki egemenliğini artırmanın yollarını arıyorlar.

Yerel seçimler yaklaşırken şehirleri ve şehirlerin dijital altyapısını, teknolojik egemenlik bağlamında yeniden düşünmek gerekiyor. Barcelona deneyimi, başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunanlar için önemli dersler içeriyor ve teknolojik egemenliğin uygulanabilirliğini gösteriyor.

Barselona: Öncü Bir Şehir

Barselona, 2011’den beri akıllı şehir girişimlerine öncülük ediyor. Barselona’nın akıllı şehir deneyimlerini üç döneme ayırabiliriz. Şehir, 2011-2015 yılları arasında akıllı şehir inovasyonu için önde gelen laboratuvarlardan biri olarak öne çıktı. Kentsel altyapıları ve karar alma süreçlerini yönetmek için bir KentİS (Kent İşletim Sistemi) oluşturmaya çalıştılar. Bu dönemin en belirgin özelliği, akıllı şehir girişimlerinin küresel teknoloji şirketleriyle geliştirilen ortaklıklar çerçevesinde yürütülmesiydi.

2011-2015 yılları arasında Xavier Trias liderliğindeki merkez sağ Katalan Milliyetçi Partisi tarafından yönetilen Barselona, akıllı şehir iş fırsatlarının küresel şehir liderlerine gösterilmesinde kilit bir yer haline geldi. Akıllı şehir kimliğini tanıtmak isteyen Barselona, bir KentİS oluşturarak Cisco, Schneider Electric, Accenture vb teknoloji sağlayıcılarıyla ortaklıklar kurdu. Bir şehrin, tıpkı bir işletim sistemi gibi çalıştırılabileceği fikri genel kabul görüyordu. Şehrin karmaşıklığı ve içerdiği süreçler bilgisayarların yapısına benzetiliyordu. KentİS’ler kentsel uygulamalar için enformasyon ve hesaplamaya dayalı ekosistemler geliştirmeye çalışırlar. Böylece şehrin işlevsel ve enformasyonel boyutlarını entegre etme; daha önce ayrı veya birbirine gevşekçe bağlı olan altyapı ağları, kamu hizmetleri alanları, gündelik yaşam arasında eş güdüm sağlama kapasitesi oluştururlar. Şehir idealize edilmiş, verimli ve son derece entegre bir kurumsal varlık olarak modellenir.

Bu dönemde, şehirlerin bilgisayarlaştırılması şirketleştirilmesiyle iç içe gelişiyordu. KentİS’ler, karmaşık kentsel zorlukların veriye dayalı içgörüler yoluyla merkezi olarak yönetilebileceği vizyonuyla hareket ediyordu. Ancak şehir plancıları ve teknoloji uygulayıcılarından bu vizyona karşı ciddi itirazlar vardı.

Barselona’nın ikinci dönemi, 2015 yerel seçimlerinde mevcut siyasi partilerle hiçbir bağı olmayan, toplumsal hareketlerden doğan yeni bir siyasi platform olan Barcelona en Comú’nun iktidara gelmesiyle başladı. Ada Colau’nun belediye başkanı seçilmesiyle birlikte Barselona’nın akıllı şehir vizyonunda köklü değişiklikler oldu. Karar alma süreçlerinde teknoloji şirketlerini değil vatandaşları merkeze alan daha aşağıdan yukarıya bir yaklaşım benimsendi. Katılımcı planlama yaklaşımı öne çıktı. Yeni yönetim döneminde uygulamaya konulan programlar, şehirlerde teknoloji ve verinin rolüne ilişkin alternatif bir vizyon oluşturdu. Bugün, “başka bir akıllı şehir, başka bir veri sahipliği, başka bir yapay zekâ vs” dediğimizde bu dönemki politikalar sayesinde aklımızda somut şeyler canlanabiliyor.

Üçüncü dönem ise 2019-2023 yıllarını kapsıyor. Bu dönemde Colau’nun belediye başkanlığı devam etti. Fakat Barcelona en Comú’nun oy kaybetmesi ve yönetimi Sosyalist Parti’yle paylaşması nedeniyle Colau daha zayıf bir konumda görevini yürüttü. İkinci dönemdeki atak, kimi zaman düzen dışına çıkan politikalar yerini daha düzen içi politikalara bıraktı.

2023 seçimlerinden sonra Barcelona en Comú yönetimi kaybetti. Ama Barcelona en Comú’nun 2015-2019 yıllarında geliştirdiği akıllı şehir vizyonu bilgisayarlaştırılan ve şirketleştirilen şehirler dışında başka ve gerçekleştirilebilir bir akıllı şehrin mümkün olduğunu gösteriyor. Daha önemlisi Barselona deneyimi, aşağıdan yukarı yönetişim olanakları ve teknolojik egemenliğin nasıl inşa edilebileceği hakkında önemli dersler içeriyor.

Barcelona en Comú

2015 seçimleri sonrasında Barcelona en Comú’nun lideri Ada Colau, İspanyol Sosyalist Partisi’nin Katalan şubesinin de desteğiyle Barselona’nın ilk kadın belediye başkanı oldu. Barcelona en Comú, geleneksel siyasetin sınırlarını aşan bir vizyona sahipti. Hazırladıkları “Şehir Nasıl Geri Kazanılır: Belediye Dijital Platformu Oluşturma Rehberi” başlıklı belgede şunlar yazıyordu (https://nettime.org/Lists-Archives/nettime-l-1612/msg00009.html):

Belediye yönetimlerinin halka yakınlığı, değişimi sokaklardan kurumlara taşımak için onları en iyi fırsat haline getiriyor. Kentler her zaman buluşmaların, fikir alışverişlerinin, yeniliklerin ve gerektiğinde devrimlerin mekanı olmuştur. Şehirler demokrasinin doğduğu yerdir ve onu kurtarmaya başlayabileceğimiz yerler olacaklar.

Colau, cesur ve yaratıcı çözümler gerektiren olağanüstü zamanlarda yaşadığımızı belirtiyor; eğer farklı bir şehir hayal edebilirsek, onu dönüştürme gücüne de sahip olacağımızı savunuyordu.

Yeni yönetim; konut reformu, temel hizmetlerin sağlanması ve belediye varlıklarının kontrolünün yeniden kazanılması gibi bir dizi alanda cesur politikalar geliştirmeye çalıştı. Belediyenin başlıca hedeflerinden biri 2008 ekonomik krizinden büyük ölçüde etkilenen en savunmasız kesimlere doğrudan yardım etmekti. Colau, tahliyelere karşı aktivizmiyle bir halk lideri olarak ortaya çıkmıştı. İspanya’nın en önemli toplumsal hareketlerinden PAH’ın (Plataforma d’Afectats per la Hipoteca – İpotek Mağdurları Platformu) sözcüsüydü. Dolayısıyla konut stokunun Airbnb ve benzeri dijital platformlar tarafından ele geçirilmesi nedeniyle artan baskının ve kent sakinlerinin yaşadığı zorlukların farkındaydı. Colau’nun görev süresinin ilk aylarında belediye yönetimi, tahliyeleri durdurmaya ve sosyal konutları artırmaya, gıda güvenliğini garanti altına almaya odaklandı. Uygun fiyatlı enerji ve su sağlamaya çalıştı.

Barcelona en Comú’nun şehir yönetiminde teknolojinin kullanımına ilişkin vizyonu ise iki ana temele dayanıyordu. Birincisi, teknolojinin katılımcı demokrasiyi yenilemek için kullanılması gerektiğine inanıyorlardı. İkincisi, şehirlerdeki mevcut akıllı şehir paradigmasının yukarıdan aşağıya örgütlenmesine ve teknolojik çözümlerle sınırlı omasına karşı çıkıyorlardı. Yeni yönetimin teknoloji politikası, AB’nin D-CENT (Decentralised Citizens ENgagement Technologies – Merkezi Olmayan Yurttaş Katılım Teknolojileri) projesi kapsamında geliştirilen fikirlerden etkilenmişti (https://dcentproject.eu/).

2016’nın başında Belediye Eylem Planı’nın ortak yapımını desteklemek amacıyla Decidim platformu hayata geçirildi (https://www.decidim.barcelona/). Birçok kurum, araştırmacı ve farklı türden aktivistler; veri ve teknolojiyle ilgili zorlukları eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmeye başladı. Barselona’nın siyasi ve sosyal kültüründe önemli bir yere sahip olan sivil toplum kuruluşlarının katılımı sürece olumlu katkılarda bulundu.

Yukarıda da belirttiğim gibi Barcelona en Comú şirketlerin inisiyatifinde geliştirilen akıllı şehirlere karşı çıkıyordu. Bunun yerine dijital haklar, teknolojik egemenlik ve veri egemenliği kavramları etrafında örgütlenecek bir dijital dönüşümü savunuyorlardı. Bu kapsamda, Ekim 2016’da yayımlanan Barselona Dijital Planı, dijital dönüşüm için yıllık 75 milyon Avro bütçeye sahipti ve üç temele dayanıyordu:

  • Kent konseyinin ve kentin dijital dönüşümü;
  • Girişimci ve sosyal inovasyon ekosisteminin dijital inovasyonu ve gelişimi;
  • Vatandaşların dijital olarak güçlendirilmesi;

Dijital planda ana hatları çizilen vizyon daha sonra yeni KentİS (bu sefer aşağıdan yukarı örgütlenecekti), Sentilo, DECODE ve Steam Barcelona gibi bir dizi yasal araca, örgütsel girişime ve projeye dönüştürüldü. Bu yeni vizyon, Kentler için Teknolojik Egemenlik ve Dijital Haklar Lehine Manifesto‘da açıklandı (https://www.barcelona.cat/digitalstandards/manifesto/0.2/). Manifestoda, Barselona’nın yeni dijital vizyonunu gerçekleştirebilmesi için gerekli değerler, hedefler ve eylemler belirlenmiş ve şehirlerin vatandaşları merkeze alan dijital politikalar geliştirebilmesi için açık kaynaklı bir politika araç seti olan Etik Dijital Standartlar tanıtılmıştı. Belediye, diğer şehirlerin de bu politika araç setinden yararlanabilmesi için araç setini GitHub’da paylaştı ve Dijital Haklar için Kentler Koalisyonu aracılığıyla dağıttı (https://www.barcelona.cat/digitalstandards/en/init/0.1/index.html).

Politika araç setinin diğer temel politika belgeleri de zaman içinde yayımlandı. Eylül 2017’de yayımlanan Dijital Hizmet Standartları, şehrin dijital hizmetlerle ilgili işleyiş şeklini yönlendirecek ilkeler içeriyordu. Bu ilkelerden bazıları şunlardı (https://www.barcelona.cat/digitalstandards/en/tech-sovereignty/0.1/general-principles):

  • dijital kullanıcılara odaklanma;
  • dijital desteğe ihtiyaç duyanlara odaklanma;
  • çevik ve çok disiplinli ekiplerin tanıtılması;
  • açık kod ve standartların kullanımı;
  • gizlilik, güvenlik, etik ve erişilebilirliğin korunması.

Özgür Yazılım ve Kamu Yönetimi Hizmetlerinin Çevik Geliştirilmesine ilişkin Hükümet Tedbiri ise şehrin ve vatandaşların karşılaştığı zorlukları, teknolojinin daha demokratik bir şekilde kullanılması yoluyla çözmeyi amaçlayan teknolojik egemenliğe odaklanmıştı. Teknolojik egemenlik hedefi; özgür yazılım, birlikte çalışabilirlik ve özgür standartların kullanımı etrafında yapılandırılmıştı.

Verinin Yönetişimi

Yazının başında da belirttiğim gibi veriyi artık sadece mahremiyet ekseninde tartışamayız. Veri, yapay öğrenme modellerinin temelini oluşturuyor. Dolayısıyla verinin yönetişiminin düzenlenmesi Barselona için kritik önemdeydi. Veri kullanımına ilişkin mevcut yaklaşımlar, teknoloji şirketlerine çeşitli ayrıcalıklar sağlıyor. Bu nedenle, şehrin sakinlerinin yeni teknoloji platformları ve hizmetleri aracılığıyla üretilen kentsel verilerden yararlanma kapasiteleri sınırlı kalıyor. Verinin rekabet avantajı sağlayan bir varlık olarak değil, ortak refahın sağlanması için kamuya açık ve karşılıklılık esasına göre değiş tokuş edilebilen sosyal bir altyapı olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

Bu bağlamda, Barselona’nın veri politikasının kilit kavramlardan veri müşterekleri, kolektif ve ortak faydalar için verinin değerini vurguluyor. Veri müşterekleri, veri egemenliğinin sağlanması için temel önemde. Vatandaşlar ve hizmet sağlayıcılarla yapılan yeni sözleşme düzenlemeleriyle desteklenen, verilerin paylaşımı ve kullanımını yöneten bir dizi yeni protokole dayanıyor. DECODE (https://decodeproject.eu/) tarafından geliştirilen şifreli, tasarımı gereği gizlilik içeren yazılım sayesinde kent sakinlerine ‘neyi özel tutacaklarına ve neyi paylaşmak istediklerine, kimlerle ve hangi koşullarda paylaşacaklarına karar verme’ fırsatı tanınıyor.

Yerel yönetim; hükümetin ve vatandaşların teknolojik yeniliklerin yönü ve kullanımı açısından kendi önceliklerini belirlemelerine olanak tanıyan, net sosyal faydalar ve kamusal getiriler sağlayan teknolojik egemenliğe doğru bir geçişe öncülük etmeyi amaçlıyordu. Bu da çoğu zaman büyük çok uluslu hizmet sağlayıcıların elindeki veri ve teknoloji altyapılarına ilişkin kritik bilgilerin geri kazanılması ve vatandaşların ihtiyaç duyduğu dijital hizmet ve çözümleri geliştirmek için yerel KOBİ’lerin ve yenilikçilerin sürece dahil edilmesi anlamına geliyordu.

Vatandaşların verilerinin kullanımı konusunda pratik olarak daha fazla özerkliğe ulaşması sadece bir prensip meselesi değildi. Uygulamada da verilerin çeşitli paydaşlar tarafından nasıl yönetilebileceğini yeniden tasarlamak için bir dizi yeni standart, teknoloji ve satın alma uygulamasının oluşturulması gerekiyordu.

Veri Egemenliği Politikası

Barselona’nın veri egemenliği politikasının üç temel bileşeni vardı:

  • Silo tarzı yapılarda saklanan açık verileri tümleşik veri müşterekleri haline getirmek
  • Satın almalarda, veri egemenliğine uygun alımların teşvik edilmesi
  • DECODE’un veri egemenliği için yeni bir teknolojik altyapı olarak yapılandırılması

Silo Halindeki Açık Verilerden Tümleşik Veri Müştereklerine

Açık veri politikaları doğrultusunda mevcut hükümet verileri, makine tarafından okunabilir formatlarda yayımlanıyordu. Ancak veri yönetişiminde daha stratejik bir yaklaşıma gerek vardı. Bu doğrultuda, 1288 milyon avroluk bir bütçe tahsisi ile üç alanda çalışmalar başladı:

  1. Veri mimarisini yeniden tanımlayan KentİS veri gölünün konuşlandırılması;
  2. Bir MDO’nun (Municipal Data Office – Belediye Veri Ofisi) oluşturulması
  3. Mevcut açık veri portalının yenilenmesi

İlk önce şehrin verilerinin bir araya getirilmesi gerekiyordu. Yeni KentİS, Barselona için standartlaştırılmış bir veri ontolojisine sahip bir veri gölü oluşturmayı hedefliyordu. Veri gölü, veri kaynaklarının gruplandırılmasını mümkün kılan, uygulama programlama arayüzlerine (API) dayalı mimari, süreçler ve operasyonel standartlar olarak tanımlanıyor. KentİS, şehirdeki veri yönetişimini iyileştirmek için önemli bir teknolojik araç olarak düşünülüyordu.

MDO ise İspanya’da ilk kez hayata geçirilecek bir yapıydı. Misyonu, işlevleri ve sorumlulukları 18 Nisan 2018 tarihinde yayınlanan bir belediye genelgesiyle belirlenmişti. MDO, KentİS veri gölünün kurulmasına ve buna paralel olarak veri müşterekleri stratejisinin ve etik dijital standartların uygulanmasına odaklanmıştı. Kamu ihalelerinin veri egemenliğiyle uyumlu olmasına dikkat ediliyordu.

MDO, belediyenin diğer departmanları için dahili bir hizmet sağlayıcı olarak faaliyet gösteriyordu. Bu departmanların sorunlarını daha iyi anlayabilmeleri veya eylemlerini değerlendirebilmeleri için verilerden nasıl yararlanabilecekleri hakkında veri bilimi hizmetleri sunuyordu. Burada işe yaramadıkları fark edilen girişimleri hızla terk etmeyi içeren, nispeten yalın stratejilere dayanan çevik metodolojilerden yararlanılıyordu.

Daha tümleşik veri müştereklerine doğru ilerlerken üçüncü bir stratejik eylem de açık veri portalının yenilenmesi oldu. İlk olarak, şehir gösterge tablolarının yönetimi için yaygın olarak kullanılan açık kaynaklı CKan’ın (https://ckan.org/) kullanılması hedeflendi. İkinci önemli adımsa portalın veri yayınlamanın ötesine geçerek şehrin işleyişine daha fazla entegre olmasını sağlamaktı. API (Application Programming Interface – Uygulama Programlama Arayüzü) kullanımı kolaylaştırmak için değiştirildi. Portalın nasıl kullandığını, hangi verilerden yararlanıldığını ve elde edilen değeri anlamak için kullanıcılarla forumlar düzenledi. Üçüncü olarak da portal, kurum içi dönüşüm için bir fırsat olarak değerlendirildi. Örneğin, kentin IRIS adında, vatandaşların soru sorabildiği ve kentin 21 gün içinde cevap vermek zorunda olduğu bir sistemi vardı. Ekip, IRIS’i açık veriyle entegre ederek bir kullanıcının bir veri kümesi istemesi halinde, yanıt veren kişinin veriyi çok daha hızlı bir şekilde alabilmesini sağladı.

2. Satın almalarda, veri egemenliğine uygun alımların teşvik edilmesi

İhtiyaç duyulan verilerin kimlerden elde edileceği, nasıl sahiplenileceği ve nasıl kullanılacağına ilişkin kararlar şirketler ve şehir yönetimleri arasındaki gizlilik anlaşmalarına dayanıyordu. Bu nedenle, verileri bir kamu altyapısı olarak açma ve inşa etme hedefine ulaşmak için öncelikle satın alma kurallarını ve maddelerini değiştirmek gerekiyordu.

Bunu başarmak için sözleşmelerde veri egemenliğinin önünü açacak değişiklikler yapıldı. Şehrin sözleşme yoluyla üretilen verileri elde etme hakkı ve yetkisi yeniden düzenlendi. Bunlar arasında performans ölçümleri, hizmet vakaları vb. gibi kamu hizmetleri aracılığıyla veya bu hizmetler hakkında toplanan veriler vardı. Günümüzdeki açık veri anlayışı çoğunlukla belediyelerin ellerindeki veriyi özel sektörle paylaşmasıyla sınırlı kalıyor. Bir diğer deyişle belediyelerin özel sektörler ilişkisindeki açık veri anlayışı, “Benim verim, senin verin. Senin verin yine senin verin”le sınırlı. Yurttaşı ve şehrin veri egemenliğini merkeze koyan Barselona, sözleşmelerin kapsamlarını şehirle paylaşılacak özel sektör verilerini de içerecek şekilde genişletmeye çalıştı. Örneğin şehrin telekom hizmetleri sağlayıcısı Vodafone ile yenilenen sözleşmede, şirketin hizmetlerinin bir parçası olarak topladığı bazı özel verileri anonimleştirmesi ve şehirle paylaşması sağlandı. Araç paylaşım hizmeti normlarına şehirle veri paylaşım şartı eklendi. Veri egemenliği çerçevesinde, özel sektörün elinde olabilecek şehirle ilgili verilerin ihale sözleşmelerine dahil edilmesi için çalışmalar yapıldı. Belediye departmanları, verileri çok daha verimli bir şekilde toplayabilmek ve yönetebilmek için sözleşmelerini veri egemenliği hedefine uygun hale getirmeye başladılar.

İhale sözleşmelerinin kullanımına ek olarak, şirketlerin ve diğer kuruluşların şehirle veri paylaşması için ek mekanizmalar hayata geçirildi. Veri politikasında ana hatlarıyla belirtilen stratejik projelerden biri olan veri borsasında, şehirden dünyaya ve dünyadan şehre sürekli veri akışı sağlanması hedefleniyordu.

3- DECODE: Veri egemenliği için yeni bir teknolojik altyapı

Kent Konseyi içinde bu iç değişikliklerin yapılmasına ek olarak, veri müşterekleri paradigmasına doğru ilerlemek için vatandaşların katılımının ve veri üzerindeki kontrolünün artırılması gerekiyordu. Bunun için öz yinelemeli (recursive) veri müşterekleri paradigması benimsendi. Öz yinelemeli veri müştereklerinin açık veriden farkı topluluğun veri üzerindeki kontrolünün temel önemde olmasıdır. Kamu kurumlarının açık veri girişimlerinde genellikle verilere erişim kurallarını teknik ekipler belirler. Öz yinelemeli veri müşterekleri paradigmasında ise verileri kontrol eden topluluk üyeleridir.

DECODE projesiyle verilerden nasıl para kazanılabileceği ikinci plana atıldı. Proje, kişisel verilerden elde edilen değerin en başta bu değeri yaratan vatandaşlara nasıl geri döndürülebileceğinin yollarını aramaya yoğunlaştı. Ana hedef bir kazanç elde etmek değil, bir bütün olarak topluma nasıl fayda sağlanabileceğiydi. DECODE, vatandaşların verilerini paylaşma şekli üzerinde daha fazla kontrol sağlama hedefiyle artan paylaşımı uzlaştırmak için blok zincirinde kullanılan dağıtık defter teknolojisini gündemine aldı. Böylece kişisel verilerin daha aktif yönetimi ve paylaşımı sağlanabilecekti.

Şehrin dijital altyapısı, küresel teknoloji şirketlerinin çıkarlarına göre değil dayanışma, sosyal işbirliği ve kolektif haklar temelinde örgütlenmeliydi. Ocak 2017 ile Aralık 2019 arasında yürütülmek üzere AB Horizon 2020 programı kapsamında, toplam 5 milyon Euro ile finanse edilen DECODE projesi, bu vizyonun hayata geçirilmesinde kritik bir rol oynadı. Vatandaşların hem evlerinde hem de şehir genelinde üretilen veriler üzerinde daha iyi kontrol sahibi olmalarını sağlayacak kriptografik bir çözüm sundu. Bu verilere kimin, hangi amaçlarla ve hangi koşullarda erişebileceğine dair kurallar koydu.

Veri müşterekleri fikirlerini şehirdeki pratik uygulamalara dönüştürmeyi amaçlayan üç pilot uygulama gerçekleştirildi. Bu uygulamalar, veri müştereklerinin hayata geçirilmesine olanak tanırken aynı zamanda daha fazla veri egemenliği sağlayan yeni bir altyapının geliştirilmesini gerektiriyordu.

İlk pilot uygulama Metadecidim topluluğu ve Decidim platformu ile hayata geçirildi. Katalanca’da ‘karar verelim’ veya ‘biz karar veririz’ anlamına gelen Decidim, katılımcı demokrasi için dijital bir altyapı sağlıyordu. İşbirliğiyle, özgür yazılım olarak inşa edilmiş dijital bir platformdu. Metadecidim ise platformun tasarımında ve projenin inşasında işbirliği yapan topluluktu. Decidim, Barselona Belediye Planı’nı yurttaşlarla birlikte oluşturdu. Decidim’in bu başarısından sonra başka şehirler de benzer çalışmalara başladılar.

İkinci DECODE pilotu, nesnelerin interneti teknolojisinin kullanımına, özellikle de evlerindeki gürültü veya kirlilik seviyeleri gibi çevresel etkileri ölçmek için sensörler kullanan vatandaşlara odaklandı. Bu veriler çok ayrıntılıydı. Topluluk üyelerinin toplanan verilerin konut fiyatları veya sigorta primleri üzerindeki olumsuz etkileri konusunda endişeleri vardı. Örneğin özel şirketler bu verileri, belirli düzeyde kirlilik seviyelerine maruz kalan evleri profillemek için kullanabilirdi. Pilot uygulama, kullanıcıların aynı verileri farklı hedef gruplarla farklı ayrıntı düzeylerinde paylaşabilmelerini sağlamaya çalıştı. Böylece hem veri paylaşımın sağlayabileceği katkılardan yararlanmak hem de vatandaşlara bu paylaşımın koşullarını kontrol etme olanağı sağlamak mümkün oldu.

Üçüncü DECODE pilotu olan BCN Now, diğer iki pilotta topluluklar tarafından sağlanan verileri paylaşmak, yayınlamak ve görselleştirmek için oluşturuldu. Amaç, diğer iki pilot uygulamada üretilen verileri erişilebilir kılmak ve böylece verilerin değerini ortaya çıkarmaktı. Bu pilot uygulama, veri yönetişimi konusunda eğitici bir işleve sahipti. Verilerin ortak yönetişiminde nasıl çatışmaların ve ödünleşmelerin ortaya çıkabileceği görülebilecekti.

DECODE pilot uygulamalarında geliştirilen araçlar ve teknolojiler, veri paylaşımını artırmak için kullanılabilecek alternatif teknolojik altyapıların somut örneklerini sundu. Hem mahremiyeti korudu hem de vatandaşların kendi verilerini daha fazla kontrol edebilmesine izin verdi. DECODE projesi kapsamında yürütülen tüm çalışmalar aynı zamanda geliştiriciler, aktivistler, akademisyenler ve politika yapıcılardan oluşan bir topluluğun daha ilerici bir veri gündemi etrafında bir araya gelmesini sağladı. Daha da önemlisi, Barselona’da olanlar Barselona’da kalmadı. DECODE, yorumcular, politika yapıcılar ve akademisyenler tarafından uygulanabilir bir alternatif olarak yaygın bir şekilde referans gösterildi. DECODE, vatandaşların verileri üzerindeki kontrolünü artıran araçlara bir örnek olarak AB Veri Stratejisi’nde de yer alıyor.

Barselona’ın Başarısının Arkasındaki Etkenler

Barselona’nın başarısının arkasındaki temel etkenleri dört maddede özetleyebiliriz.

Liderlik

Siyasi ve teknik yönetim düzeylerindeki güçlü ve tamamlayıcı liderlik, çok çeşitli reformlar için siyasi ve yönetimsel destek yarattı. Demokratik ilkelere dayalı dijital toplum ve ekonomiye ilişkin siyasi vizyon, dijital haklar ve veri egemenliğine ilişkin teknik yönetimsel vizyonla uyum içindeydi.

Sivil Toplum Ağları

Hem siyasi hem de teknik liderlik; dijital haklar, teknolojik egemenlik ve veri egemenliği konularında genel olarak benzer fikirler etrafında bir araya gelen daha geniş bir sosyal aktörler ağına dayanıyordu. AB ve diğer kamu fonları bu ağın desteklenmesinde etkili oldu. Böylece girişimler daha geniş bir aktör grubunun desteğinden ve ortak yaratıcılığından yararlanabildi.

Kurumsal ve Düzenleyici Yenilikler

Kurumsal ve düzenleyici yenilikler, teknolojik ve veri egemenliğini siyasi ve teorik bir kavramdan şehir yönetimi yasalarına, standartlarına ve uygulamalarına dönüştürdü. Veri egemenliği kavramı veri müşterekleri modeliyle, Barselona’nın sivil katılım geçmişiyle uyumlu bir şekilde katılımcılığı güçlendirecek adımlar attı. Decidim gibi kurumlar ve DECODE gibi projeler hem veri hakları hem de demokratik katılım fikirlerini yansıtıyordu. Daha da önemlisi Barselona, yenilikçi fikirlerin fiili idari rehberliğe, normlara ve tedarik uygulamalarına dönüştürülmesinin önemini gösterdi.

Yeteneklerin Geliştirilmesi

İddialı siyasi hedefleri ve karmaşık veri çözümlerini uygulayabilmek için şehir kurumlarında teknolojik ve idari yeteneklerin geliştirilmesi kritik bir önemdeydi. 2010’ların başındaki akıllı şehir projeleri çoğunlukla dış danışmanlar üzerinden gerçekleştiriliyordu. Yeni veri politikası ise şehir kurumları içinde veri becerileri ve yeteneklerini geliştirmeye odaklandı. Bu da kamu kurumlarının ve personelin yaparak öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini sağladı.

***

2019 yerel seçimlerinde Barcelona en Comú 20.000 oy kaybetti ve ikinci parti oldu. Barcelona en Comú ve Katalonya Sosyalist Partisi (PSC) arasında koalisyon anlaşması yapıldı. Ada Colau belediye başkanlığına devam etti ancak siyasi konumu artık daha zayıftı. PSC’nin dijital alanda söz sahibi olmasıyla beraber dijital egemenlik anlatısı yerini dijital hümanizme bırakmaya başladı. Potansiyel olarak radikal politikaya açık bir anlatıdan oldukça yumuşak, etiğe bağlı bir anlatıya kayıldı. Müştereklere dayalı politikaların yerini kamu-özel sektörü işbirliği aldı. Sistemik sosyoekonomik eleştiri ve tahayyül, yerini sınırlı toplumsal değişim çağrılarına bıraktı. Önceki yönetim, teknopolitik demokratikleşmeden teknolojinin insancıllaştırılmasına ve alternatif bir dijital topluma uzanan bir ufka sahipti. Artık bunun yerinde insani yüzlü (!), yenilenmiş bir teknolojik kapitalizm vardı.

2023 seçimlerinde ise Barcelona en Comú üçüncü parti oldu. Colau artık belediye başkanı değil ve dijital egemenlik mücadelesi daha geri planda. Ama Barselona, dijital haklar ve veri egemenliği konusunda yeni bir yönetişim modelinin nasıl gerçekleştirilebileceğinin somut bir örneğini göstermesi açısından önemli. Barcelona sadece bu yeni modeli tasarlayıp uygulamaya başlamakla kalmadı. Aynı zamanda onu sergiledi, diğer şehirlere yayılması ve yerel düzeyin ötesine geçmesi için mücadele etti.

Toplumlar giderek daha fazla verileştiriliyor ve verileştirme, yeni güç dinamikleri ortaya çıkarıyor. Barselona örneği bu süreçte dijital haklar ve teknolojik egemenlik çerçevesinde, şehirlerin potansiyelini göstermesi açısından önemli. 2015-2019 yılları arasında Barselona, yerel yönetimlerin kullanabileceği bir dizi politika, kurumsal, yasal ve teknolojik araç aracılığıyla, kentteki verilerin demokratik ve etik yönetişimine ilişkin farklı bir vizyon ortaya koydu ve bunu uygulamak için çeşitli adımlar attı. Teknolojik egemenliğin, gerçekleştirilebilir bir hedef olduğunu ve gerçekten katılımcı bir demokrasiyle verinin, sadece şirketlerin kazancını artırmak için değil toplum için de kullanılabileceğini gösterdiler.

Kaynak

Monge, F., Barns, S., Kattel, R., & Bria, F. (2022). A new data deal: the case of Barcelona. UCL Institute for Innovation and Public Purpose.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir