Son iki yazıda YZ (yapay zekâ) alanında çalışan akademisyenlerin ve iş insanlarının YZ hakkındaki endişelerinden bahsetmiştim. FLI (Yaşamın Geleceği Enstitüsü – Future of Life Institute), dev YZ deneylerini duraklatma çağrısı yapmış ve CAIS (Center for AI Safety – Yapay Zekâ Güvenliği Merkezi) de YZ kaynaklı yok olma riskinin salgın hastalıklar ve nükleer savaş gibi diğer toplumsal ölçekli risklerle birlikte küresel bir öncelik olması gerektiğini savunan bir bildiri yayımlamıştı.
Kategori: Emek
27 Nisan 2007 tarihinde, Estonya hükümetinin Sovyetler’in Estonyalılar’ı Nazi işgalinden kurtarmasını simgeleyen Kızıl Ordu Anıtı’nı kaldırma kararı Estonya’daki Ruslar’ın tepkisini çeker. Ruslar sokağa dökülür; göstericilerle polisler arasında çatışmalar çıkar. Sokak gösterileriyle eş zamanlı olarak gelişmiş internet altyapısı ve internet üzerinden sunulan kamu hizmetlerinin yaygınlığı ile bilinen Estonya’ya karşı siber saldırılar gerçekleştirilir. DDoS (Distributed Denial of Service – Dağıtık Hizmet Engelleme) saldırılarıyla Estonyalılar’ın hükümet ve bankaların web sitelerinden hizmet alması engellenir.
8 Ağustos 2008’de de birçok Gürcü web sitesi saldırıya uğrar. Bazıları sadece DDoS saldırısına uğrarken bazılarının içeriği değiştirilir. Ancak Gürcistan, Estonya gibi gelişmiş İnternet altyapısına sahip ve gündelik yaşamın internete bağımlı olduğu bir ülke değildir. DDOS saldırıları Estonya’daki kadar etkili olmaz. Bir ülkenin internet altyapısının gelişmişliği, internet alt yapısına yapılan saldırıları daha etkili kılmaktadır.
Uzunca bir süre iktisatçılar bilişim teknolojilerinin beklenen verimlilik artışını getirmediğine işaret ettiler. İktisadi büyüme konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Robert Solow 1987 yılında, bilgisayarların verimlilik istatistikleri dışında her yerde olduğunu belirtiyordu. Fakat 1990’ların ikinci yarısında, özellikle de internetin etkisiyle beraber bu durum değişmeye başladı.
Z kuşağı olarak adlandırılan gençlerin bir kısmı önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak ve sonraki yıllarda da ülkenin geleceğini belirleyecekler. Bu nedenle siyasi partiler seçim stratejilerini bu kuşak etrafında biçimlendirmeye çalışıyorlar. Kendileri hakkında çok şey söyleniyor: bireyseller, kolay sıkılıyorlar, internet üzerinde sosyalleşiyorlar… Ancak Prof. Dr. Demet Lüküslü’nün belirttiği gibi kuşak tanımlamaları, diğer toplumsal kategoriler gibi homojen kategorilerden oluşmuyor ve çoğunlukla pazarlama ve insan kaynakları tarafından kullanılıyor (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-53250029).
İşçi ve işveren kimdir? Bir fabrika ortamında bu sorunun yanıtını vermek kolaydır. Tarafların sınıfsal konumları açık seçik ortadadır. Bir fabrikada işveren, işverenliğini inkar etmez. Bazen işçiler, “aynı gemideyiz” masallarına kapılsalar da ne işveren, işveren olduğunu ne de işçi, işçi olduğunu inkar eder. Ama aynı soruyu son yıllarda hızla yaygınlaşan dijital platformlar bağlamında ele aldığımızda işler karmaşıklaşır. Taraflar sınıfsal konumlarını inkar etmeye meyillidir. Goodwin’in (2015) işaret ettiği gibi dünyanın en büyük taksi şirketi Uber’in hiçbir aracı yoktur, dünyanın en popüler medyasına sahip olan Facebook içerik üretmemektedir, dünyanın en değerli perakendecisi Alibaba’nın envanteri yoktur ve dünyanın en büyük konaklama sağlayıcısı olan Airbnb’nin gayrimenkulü yoktur. Bu nedenle Uber taksi hizmeti sağlayan bir şirket olmadığını, bir teknoloji şirketi olduğunu iddia eder. Yalnız Uber değil, diğer dijital platformlar da bir işveren olduklarını reddederek kendilerini hizmet sağlayıcılar ve müşterileri/tüketicileri bir araya getiren bir teknoloji şirketi olarak göstermeye çalışırlar. Böylece işverenliğin yasal sorumluluklarından kaçabilirler!
Dünya tersine döndü. Daha önce Çin, ABD kökenli şirketlerin ülkesindeki faaliyetlerini sınırlıyor ve şirketleri kendi belirlediği kurallar çerçevesinde hareket etmeye zorluyordu. Bu da medyada Çin’in serbest piyasaya tahammülsüzlüğü olarak yer alıyordu. 2000’li yılların başında Microsoft, Çin pazarını hızla ele geçirmeye başladığında Çin tehlikeyi fark etmiş başta GNU/Linux olmak üzere özgür yazılımları bilişim politikalarının temel bir bileşeni olarak ele almaya başlamıştı. Sorun sadece ekonomik değildi. Microsoft yazılımlarında olan gizli arka kapılar, savaş zamanında ABD’nin Çin’in ağ yapısına ulaşmasına fırsat verebilirdi. Çinliler’e göre Microsoft’a bağımlılık, hızla dijitalleşen bir dünyada ülkenin anahtarlarını potansiyel bir düşmanın eline vermek anlamına geliyordu. Çin, sosyal medya uygulamalarına da benzer biçimde yaklaştı. Yabancı sosyal medya şirketlerinin faaliyetlerini kısıtlamaya çalıştı ve onların yerini alabilecek alternatif sosyal medya uygulamalarının geliştirilmesini sağladı. Özellikle kendi yurttaşlarının verilerinin ABD şirketlerinin kontrolünde olmaması için büyük çaba gösterdi. Şimdi ise ABD aynı politikaları, aynı gerekçelerle Çinli şirketlere karşı uygulamaya çalışıyor. Çinli şirketleri ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görüyor. Ama daha önemlisi ABD, teknolojideki hegemonyasının zayıfladığının farkında.
Kanal İstanbul tartışmaları devam ederken 24 Aralık 2019 tarihinde “Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı”na ilişkin bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesi, Resmi Gazetede yayımlandı. Genelgede özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinasyonunda hazırlanan “2020-2023 Ulusal Akıllı Şehirler Stratejisi ve Eylem Planı”na (https://www.akillisehirler.gov.tr/wp-content/uploads/EylemPlani.pdf) vurgu yapılıyor. Söz konusu raporda akıllı şehirler, “Paydaşlar arası işbirliği ile hayata geçirilen, yeni teknolojileri ve yenilikçi yaklaşımları kullanan, veri ve uzmanlığa dayalı olarak gerekçelendirilen ve gelecekteki problem ve ihtiyaçları öngörerek hayata değer katan çözümler üreten daha yaşanabilir ve sürdürülebilir şehirler” olarak tanımlanıyor.