Donald Trump döneminde Çinli şirketlerin faaliyetlerini kısıtlamak amacıyla çeşitli adımlar atılmış hatta Huawei’in Mali İşler Başkanı Meng Wanzhou, ABD’de başlatılan soruşturma kapsamında 1 Aralık 2018’de Kanada’da gözaltına alınmıştı. Meng Wanzhou aynı zamanda Huawei’in kurucusu Ren Zhengfei’nin de kızıydı. Ancak gözaltının öncesine ve sonrasına baktığımızda ABD’nin bu hamlesinin Trump’ın fevri hareketlerinden biri olmadığı görülüyor. ABD yönetimi, uzunca bir süredir başta Huawei olmak üzere Çinli şirketleri bir tehdit olarak algılıyor ve şirketlerin faaliyetlerini yalnızca ABD’de değil, tüm dünyada kısıtlamaya çalışıyor. Joe Biden’in seçimi kazanmasından sonra yapılan ilk açıklamalar ABD’nin Çinli şirketlere karşı politikasının değişmeyeceğini gösteriyor. Beyaz Saray Basın Sekreteri Jen Psaki (https://pandaily.com/president-biden-reviews-u-s-china-relations-and-huawei-dispute/) ve Biden’in Ticaret Sekreterliği adaylarından Gina Raimondo (https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-02-04/biden-commerce-pick-sees-no-reason-to-pull-huawei-from-blacklist) tarafından yapılan açıklamalarda Çinli şirketlere karşı bir yumuşamanın olmayacağı belirtildi.
Huawei’in kurucusu Ren Zhengfei ise ABD yönetiminin bu tavrına karşın Şubat ayında yaptığı açıklamada ABD ile Huawei arasındaki ilişkilerde beyaz bir sayfa açma çağrısında bulundu. Huawei, Mayıs 2019’dan beri ABD Ticaret Bakanlığı Sanayi ve Güvenlik Bürosunun kara listesinde yer alıyor. ABD firmalarının listedeki şirketlere teknoloji ihraç etmeleri kısıtlanıyor. Bu yasak, Huawei’nin akıllı telefon işini olumsuz etkilemiş durumda. Zhengfei, ABD ile ilişkileri düzeltmeye çalışmasına rağmen ABD’nin kara listesinden çıkarılmalarının olanaksız olmasa da çok zor olduğunun farkında. Ancak Zhengfei, şartlar ne olursa olsun (medyada çıkan kimi haberlerin aksine) akıllı telefon işini bırakmayacaklarını fakat 5G teknolojisini ABD’ye transfer edebileceklerini belirtiyor. Gerekirse 5G teknolojisi hakkındaki tüm kaynak kodunu, donanım tasarımı sırlarını ve üretim bilgisini (know-how) ABD ile paylaşmaya hazır olduklarını söylüyor (https://www.globaltimes.cn/page/202102/1215453.shtml).
5G’deki lider konumunun yanında son yıllarda çeşitli alanlarda da faaliyet göstermeye başlayan Huawei; küresel düzeydeki faaliyetleri, Çin yönetimi ile ilişkisi, içerdiği sermaye emek ilişkileri (örneğin, Zhengfei şirketin toplam hisselerinin yalnızca yüzde 1,14’üne sahip ve kalan hisseler, Huawei’nin Çinli çalışanları arasında farklı katmanlarda dağıtılıyor.) ile ilginç bir şirket. Bu yazıda, Çin’in teknoloji politikalarının Huawei’nin gelişimine etkilerini ele alacağım.
Huawei, Çin’in en güçlü BİT şirketi de değil. ABD’nin G-MAFIA’sına (Google, Microsoft, Apple, Facebook, IBM ve Amazon) karşı Çin’i BAT’ı var (Baidu, Alibaba ve Tencent). Buna karşın Huawei, kendine özgü gelişim modeliyle Çin’in BT’deki gelişiminin paradoksal doğasını ve ülkenin şirket gücünün küreselleşmesini anlamamıza yardımcı oluyor. Yun Wen’in The Huawei Model adlı kitabında tartıştığı gibi Huawei’nin büyümesi, Çin’in dijital ekonomisinin büyümesi ile iç içe geçmiş durumda ve Huawei’nin hikayesi, Çinli yerli yüksek teknoloji işletmelerinin sosyalist bir ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş dönemindeki yükselişini temsil ediyor. Bunun yanında, Huawei’nin devlete ait bir şirket olmaması; Çin devleti, ulusötesi sermaye ve devlete ait diğer yerli şirketlerle daha karmaşık etkileşimlere girmesine neden oluyor. Bu nedenle, yazının başındaki Zhengfei’nin açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi Huawei ABD’nin karşısına Çinli bir şirket olarak değil de ulusaşırı bir şirket gibi çıkıyor. Huawei ile devlete bağlı bir şirket olan ZTE arasında hem Çin içinde hem de Çin dışında kıyasıya bir rekabet var.
Ancak Cisco, IBM, Google vb ne kadar ABD’liyse Huawei de o kadar Çinli. Huawei’in ulusötesileşmesi, Çin’in ulusötesi ağ altyapıları üzerindeki kontrolünü genişletmeye ve küresel ekonomi politiğindeki rolünü yeniden şekillendirmeye çalışan Çin hükümetinin dış politika çıkarlarıyla yakından bağlantılı. Bu nedenle, Huawei’in yükselişi ABD ve Çin’i; çeşitli uluslararası şirketleri karşı karşıya getiriyor.
Ayrıca Huawei ve diğer Çinli şirketlerin pratikleri, yerli teknolojinin ne ve nasıl olması gerektiği sorusunun da yanıtı. Huawei’nin stratejik büyümesi teknolojik yeniliğiyle yakından ilgili ve şirket olabildiğince yabancı teknolojilere bağımlılığını azaltmaya çalışıyor. ABD’li yetkililer Huawei’nin kara listede kalması konusunda ısrarcılar; Zhengfei hala ABD yönetimi ile bir diyalog kurmaya çalışıyor. Ama Huawei, (kendisinin ve diğer Çinli şirketlerin daha önce de yaptığı gibi!) ABD’nin kısıtlamaların etkilememek için Ar-Ge faaliyetlerine devam ediyor; örneğin Android’in yerine kullanılabilecek yeni bir işletim sistemi üzerine çalışıyor (https://www.bbc.com/news/technology-54104934 ).
Çin’in son 30 yıldaki atılımı nasıl açıklanabilir? Bazı araştırmacılar açıklamalarını Çin’in Mao sonrası reformlarına dayandırıyor. Çin’in, Çin’e özgü bir neoliberalizme veya bir kapitalist restorasyona doğru kendine özgü bir biçimde ilerlediğini vurguluyorlar. Bazıları ise Mao döneminin toplumsal mirasını ve söz konusu dönemin Çin’in endüstriyel temelini attığını kabul ediyor ama Çin’in benzersiz olmadığını savunuyor. Bu araştırmacılara göre Çin de diğer kapitalist güçlerden biri. Buna karşın, Çin’in kapitalist yönelimini kabul etmekle beraber Çin’in neoliberalizm yönelimli kapitalizmden farklı, güçlü devletin öncelikleri ve stratejik sanayileşmeyi belirlediği bir kapitalizm yolunda ilerlediğini savunan araştırmacılar da var. Siyaset bilimci Lin Chun ise Çin’in gelişimini açıklamak için ileri sürülen bir çok tezde Çin’in sosyalist mirasının eleştirel olarak değerlendirilmediğini savunuyor. Lin Chun, Çin modelinin farklılığını “sosyal-kalkınmacı-ulusal” bir çerçevede tanımlıyor. Lin Chun’a göre sosyalizm, Çin devletinin eşitlik ve sosyal adalete bağlılığını; kalkınmacılık, geri kalmışlığın üstesinden gelme ve Batı’ya “yetişme” çabasını; ulusalcılık, ulusal inşa ve kalkınma için ulusal tutkuyu ifade ediyor. Birbiriyle bağlantılı bu üç boyut, Çin’in sosyalist modernliğinin ve kalkınmasının temellerini oluşturuyor. Yuezhi Zhao ise Mao sonrası dönemi açıklamak için “sosyalist yol” ve “kapitalist yol” gibi bir ayrımın Çin’in kalkınma stratejisini açıklamada yetersiz olacağını düşünüyor (Wen, 2020).
Tüm bu tartışmaların ötesinde Çin’in neoliberal ezberin dışına çıkarak kalkındığını söyleyebiliriz. Çin, devletin kendini pasif düzenleyici bir rolle sınırlayarak ekonominin işleyişini tamamen piyasa dinamiklerine bırakmasını savunan neoliberal vaazların dışına çıkarak farklı bir kalkınma modeli geliştirdi.
Çin’e özgü modelin üç temel bileşeni bulunuyor: Devlet, yabancı yatırımlar ve ulusal şirketler. Bu üçlünün başka yerlerde bir araya geldiği çeşitli örnekler olmasına karşın Emiroğlu’nun (2016) belirttiği gibi Çin örneğinin en büyük farkı devletin bu süreci aktif bir rol üstlenerek yürütmesi:
“Üçlü sistem” modeli olarak bilinen bu yapıda, yabancı yatırımlar ilgili sektöre bilgi akışını sağlayan ve ulusal endüstrinin teknoloji düzeyini yükseltmek için kullanılan araçlardır. Kamu iktisadi kuruluşları, ulusal firmalar ve ulusal sermaye ise sektörün ana yapısını oluşturan ve sektörün gelişimini sağlayan unsurlardır. Üçüncü mekanizma olan devlet ise tüm bu süreci aktif yürüten, yabancı yatırımları hem teşvik eden hem de kontrol altında tutan, kamu iktisadi kuruluşları ile piyasayı yöneten, devlet bankaları aracılığıyla sektörü finanse eden ve diğer tüm mekanizmaları aktif olarak yöneten ana mekanizmadır. Devlet, sektörün tüm bu dinamiklerini kontrol altında tutmakta ve ağ içindeki ilişkileri aktif olarak yönetmektedir.
Yazının devamında da göreceğimiz gibi bu üçlü arasındaki etkileşim oldukça karmaşıktır. Çin, baştan sonra her şeyi planlayarak ilerlemedi. Yaparak öğrenme sürecinde, geri adımlar ve hatalar vardı. Ama hiçbir zaman teknolojik bağımsızlık hedefini terk etmediler.
Elbette her ülkenin kendine özgü sosyodinamikleri vardır. Çin, Türkiye için birebir model olamaz. Ancak aynı durum, hatta daha fazlası, neoliberal paradigma içinde kalarak kalkınmaya çalışma için de geçerlidir. Buna karşın, Çin’in teknolojiyi yerlileştirme sürecinden çıkarılabilecek çok ders var.
Mao Döneminde Sanayileşme
Mao dönemindeki kendine yeterli sanayi kalkınma politikaları 1980’lerden sonra yerini ihracata yönelik ve DYY’ye (Foreign direct investment – Doğrudan Yabancı Yatırım) dayalı sanayileşmeye bıraktı. Bu sürece, neoliberal gözlüklerle baktığımızda Huawei’nin ve diğer Çinli şirketlerin başarısını Çin’in Mao sonrası reform ve açıklık politikalarına bağlamak mümkün. Fakat Wen’in (2020) vurguladığı gibi Mao sonrası politika değişikliği, Çin’in BİT sektörünün gelişiminin gidişatını ve Çin’in dünya sistemine entegrasyonunun doğasını tamamen değiştirmiş olsa da Mao döneminin iç birikimi, ülkenin reform dönemine daha elverişli koşullarda girmesini sağladı.
1949’daki Komünist Devrim öncesinde telekomünikasyon altyapısı son derece zayıf ve eşitsiz biçimde dağıtılmıştı. Tüm ülkeyi kapsayan ulusal bir ağ yoktu. Gelişmiş telekomünikasyon sistemleri sahil kentlerinde yoğunken kırsal kesimlerde telefon hatlarının yaygınlığı çok düşüktü. Yerli elektronik ve telekomünikasyon firmalarının bağımsız üretim kapasiteleri yoktu. 1953’ten sonra sosyalist modernleşme ve sanayileşmenin hız kazanmasıyla elektronik sektörü, öncelikli sektörlerden biri olarak tanımlandı. 1956’dan itibaren, “1956’dan 1967’ye kadar Bilim ve Teknolojinin Geliştirilmesi için Uzun Vadeli Plan” çerçevesinde elektronik alanında çeşitli projeler yürütüldü. Ulusal savunma ön plandaydı ve projeler, telekomünikasyon ve yayın sistemleri, radyo elektroniği, yarı iletken teknolojisi ve bilgisayar ve radyo teknolojisi gibi alanları içermekteydi. Bu dönemde, SSCB ve Doğu Almanya’nın teknik ve finansal desteği vardı. İlk Beş Yıllık Plan’ın (1953-1957) sonunda Çin, kablosuz iletişim cihazları, otomatikleştirilmiş telefon anahtarları, yayın vericileri gibi bileşenleri üretebilir hale geldi. Bu dönemde elektronik endüstrisi yıllık ortalama yüzde 49,5 oranında büyüdü ve özellikle telekomünikasyon alanında önemli adımlar atıldı. 1960’a gelindiğinde kırsal alanda telefon abonelerinin sayısı 920.000’e (1951’deki abone sayısının neredeyse 20 katı!) yaklaştı. Daha önemlisi, kırsal alandaki telefon hatlarının genişlemesi kırsal alandaki sanayileşmenin de temellerini attı.
Ancak 1960’larda Çin ve SSCB arasındaki sorunlar nedeniyle SSCB elektronik alandaki tüm teknik desteğini geri çekti. Ayrıca uluslararası ortamdaki riskleri dikkate alan Mao, temel sanayiye daha fazla önem verdi ve kıyı şehirlerinden çok iç kesimlerdeki endüstriyel inşaya odaklandı. Bu dönemde, Çin’in bağımsız ve yerli teknoloji geliştirmesi üzerinde durulmaya başlandı. Bu doğrultuda, elektronik ve telekomünikasyon işletmeleri; nükleer, füze savunması ve havacılık teknolojileri gibi ordunun gelişimini ön planda tutacak biçimde yeniden düzenlendi. 1960’ların ikinci yarısından itibaren uygulanan Üçüncü Cephe Planı ile Çin’in sanayisi yeniden yapılandırılmaya çalışıldı. Üçüncü ve Dördüncü Beş Yıllık Planlar’da elektronik sektörü yine öncelikli sektörlerden biriydi ve askeri güdümlü sanayileşmede önemli bir rol oynadı. Bunun sonucunda, 1960’ta 460 olan fabrika sayısı 2500’e yükseldi. Sichuan, Guizhou ve Shanxi’de, daha sonra “Küçük Üçüncü Cephe Planı”nın omurgasını oluşturacak olan büyük ölçekli elektronik sanayi üsleri kuruldu. Buradaki işletmeler, reform döneminde Çin’in BİT sanayisinin yeniden yapılandırılmasında ve ülkenin üretim kapasitesinin yeniden inşa edilmesinde önemli bir oynadılar.
Kısacası Wen’in (2020) üzerinde durduğu gibi bugünkü modern Çin, ne gökten zembille indi ne de sadece reform döneminin bir ürünü. Mao dönemindeki sanayileşme sonucunda uydu, telekomünikasyon ekipmanı ve bilgisayar teknolojileri gibi birkaç stratejik sektörde önemli atılımlar yapıldı. 1964’de dijital bilgisayar geliştirildi. Aynı yıl simetrik kablo taşıyıcı telefon sistemleri ve mikrodalga kabloları piyasaya sürüldü. 1966’da ilk Çin yapımı entegre devreler piyasaya sürüldü ve o günden beri de bu devrelerin geniş ölçekli üretimi gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda, Wen’in (2020) belirtttiği gibi, Çin’in Mao dönemindeki kalkınma modeli sadece dış güçlere bir yanıt değil aynı zamanda farklı bir modernite arayışıydı. Ülkenin bağımsız kalkınma modeli, öncelikle Batı’ya ait teknolojilerin veya kapitalist tüketim ilişkilerinin gözü kapalı biçimde ithalinin reddine dayanıyordu. Elektronik ve telekomünikasyon endüstrileri, askeri ve savunma amaçlı işlevlerinin dışında temel sosyal ihtiyaçları karşılama ve sosyalist eşitlik gibi amaçlara da sahipti. Bu dönemde yönetim, sermaye azlığını emek kaynaklarına yaptığı yatırımlarla telafi etmeye, eğitimli, sağlıklı ve disiplinli bir işgücü oluşturmaya çalıştı. Gerekli görülen durumlarda işgücü kitlesel halde başka yerlere aktarıldı. Örneğin, Üçüncü Cephe Planı’yla yaklaşık dört milyon işçi, teknisyen ve mühendis, kıyı şehirlerinden içerdeki sanayi üslerine taşındı. Burada Wen’in (2020) işaret ettiği gibi öz güvenin gerçekleşmesi büyük ölçüde halkının öznelliğinin özgürleşmesi üzerine inşa ediliyordu.
Çin’in bir diğer ayırt edici özelliği teorik araştırmalara ve laboratuvar deneylerine dayalı doğrusal süreçten farklı olarak sonuç odaklı “yaparak öğrenme”ye başvurmalarıydı. Örneğin Çin’in ilk elektronik devresinin inovasyonunda, mühendis ve teknisyenlerin işçilerin çalıştığı üretim bölümüne gönderilmesi ve burada çeşitli deneylere girişmeleri etkili olmuştu. Bu yaklaşımla, kolektif akıl ve işçilerin öznelliği üretim sürecine katılabiliyordu. “Yaparak öğrenme” yaklaşımı Mao sonrası dönemde de önemli bir rol oynadı.
1970’lerde uluslararası ilişkilerdeki dönüşümler sonucunda Çin’in stratejik tercihlerinde köklü değişikler oldu ve yönetim, dünya pazarlarıyla bağlantılar aramaya başladı. İç ekonomi, otarşik ve askeri yönelimli yapısından sıyrılarak sivil bir ekonomiye dönüşmeye başladı. 1970’lerin başında “4-3 Planı” doğrultusunda Batı ülkelerinden teknoloji transferi ve makine ithali amacıyla 4,3 milyar dolarlık bir yatırım yapıldı. Bu plan, 1950’lerde SSCB yardımıyla geliştirilen 156 ulusal projeden sonraki ikinci açılım planıydı. 1972’de Kanadalı telekom şirketi Nortel Networks, Çin’de iletim ekipmanı satmaya başlayan ilk Batılı telekomünikasyon şirketi oldu. İç piyasalara yönelik renkli televizyon tüketim mallarının üretimi için Batı ülkeleriyle teknoloji transferine ve temel bileşenlerin ithaline dayanan ilişkiler kuruldu. Çin, dış dünyayla ağ bağlantısını güçlendirdi. 1971’de Çin’in telefon ve telgraf ağlarını, ABD ve Birleşik Krallık’a bağlayan ağlar yenilendi. 1972’de Pekin, Şangay, San Francisco ve Toronto arasındaki ilk veri iletim hattı kuruldu. Mao’nun son dönemlerinde gerçekleşen bu dışa açılmayla Çin küresel pazarlarla bağlantı kuruyordu ama daha önemlisi Çin, Batı için bakir bir pazardı.
Mao Döneminden Sonraki Reformlar
Mao döneminden sonra ise kalkınmacı ideolojinin yerini ekonomik büyümeyi hedefleyen “sosyalist piyasa reformu” aldı. Bu geçiş döneminde ekonomik yapı, askeri yönelimli ağır sanayiden emek yoğun hafif sanayiye ve tüketim mallarının üretimine kaymaya başladı. Bu süreçte, elektronik ve telekomünikasyon sanayilerinin ekonomideki ağırlığı da arttı. Merkezi karar verme düzeyinde kurulan “Elektronik Sektörünün Canlandırılması İçin Lider Grup” tarafından 1984’te hazırlanan raporda telekomünikasyon ekipmanı ve BT teknolojilerinin geliştirilmesinin önemine dikkat çekiliyordu. 7. Beş Yıllık Plan’la (1986-1990) beraber, bankacılık, taşımacılık, kamu güvenliği ve askeri hizmetleri de kapsayan ve geleneksel sanayilerin modern teknolojilerle yeniden yapılandırılmasını hedefleyen 12 BİT projesi başlatıldı.
Merkezi hükümet, askeri harcamaları kısarak kaynakları sivil sektöre kaydırmaya başladı. Bu dönemde, BİT üretimi de askeri ve kamu hizmetlerine yönelik hedeflerden tüketici piyasalarının metalaştırılmasına kaymaya başladı. Mao döneminde kapitalist tüketim ilişkileri reddedilirken Çin bu dönemde küresel tüketim mallarının temel bir tedarikçisine dönüşüyor ve tüketim kültürü güç kazanıyordu.
Askeri harcamaların kısılması ve talebin düşmesi, askeriye için çalışan Üçüncü Cephe girişimcilerini de zor durumda bıraktı ve çok sayıda işletme kapandı. 1985’de bu girişimcilerin kıyı şehirlerine kaydırılmasını ve ihracata yönelik üretim faaliyetlerinde bulunmasını hedefleyen bir plan uygulanmaya başlandı ve işletmeler yeniden yapılandırıldı. 1987’ye gelindiğinde binden fazla işletme yeniden yapılandırılmıştı. Bu şirketler tüketim malları üretimiyle Çin’in geçiş döneminde önemli bir rol oynadılar. Ama Wen’in (2020) vurguladığı gibi bu yeniden yapılandırmanın en önemli sonuçlarından biri, şirketlerin Mao dönemindeki sanayileşme sürecinde biriktirdikleri Ar-Ge kapasitesi gibi üretim bilgilerinin (know-how) de Huawei gibi yeni yerli girişimlere aktarılması oldu. Çin’in yerli teknolojisi bu zemin üzerinde yükseldi.
1980’lerin başında, BİT sektöründe, KİT’ler (Kamu İktisadi Teşebbüsü) kurulmaya başlandı. Bu işletmeler, ürün planlama, pazarlama, AR-GE ve kârın elde tutulmasında bağımsız olarak hareket edebiliyorlardı. Bunun yanında, özellikle BİT üretim sanayisinde faaliyet gösteren özel işletmelerin sayısı da artıyordu. KİT’ler daha çok yüksek teknoloji üretiminde hakim konumdayken kolektif mülkiyetli özel işletmeler emek ve süreç yoğun BİT üretiminde önemli bir rol üstlenmeye başladılar. Daha sonra dünya çapında önemli bir oyuncu olacak olan Huawei, ZTE, TCL, Lenovo, Haier vb kolektif mülkiyetli özel şirketler bu dönemde ortaya çıktılar ve hızla büyüdüler. Ayrıca bu dönemde, kent çevresindeki yüz binlerce ilçe ve köy işletmesinin, kentsel KİT’lerle işbirliği yaparak alt yüklenici rolünü üstlenmeleriyle özellikle 1990’larda küresel bir öneme sahip olacak Çin’in BİT üretim ekonomisinin de temelleri atıldı.
Reform dönemindeki bir diğer önemli dönüşüm de kendine güvenen ekonomi modelinden aşama aşama taviz verilmesiydi. 1983’te, ortak girişimlerdeki DYY (doğrudan yabancı yatırım) kısıtlamaları gevşetildi ve tamamen yabancı sermayeli işletmelere izin verildi. 1986’da ise bir adım daha atılarak yabancı sermayeli şirketlere vergi indirimi getirildi, yönetsel kısıtlamalar kaldırıldı, yabancı şirketlere faaliyetlerinde daha fazla özgürlük tanındı ve döviz edinimindeki kısıtlamalar kaldırıldı. Bu politikalar 1990’larda Çin’i dünyanın bir numaralı DYY merkezi yaptı. Elektronik sektörü, DYY için en kârlı yatırım alanlarından biri oldu.
1970’lerden beri Doğu Asya ülkeleri, jeopolitik önemleri ve düşük işgücü maliyetleri nedeniyle ulusötesi BİT şirketleri için ideal dış kaynak sağlama (outsourcing) merkezleriydi. Fakat yükselen işgücü maliyetleri BİT şirketlerinin üretimlerini Çin’e kaydırmalarına neden oldu. Çin, küresel BİT üretim ağının bir montaj merkezi olarak çalışmaya başladı. Çin hükümetinin teşvik edici politikalarıyla 1986’da 0,68 milyar dolar olan elektronik ürün ihracatı 1993’te 8,11 milyar dolar oldu. DYY, toplam ihracatın %54,6’sından sorumluydu. 1991 sonunda, yabancı yatırımlı BİT işletmelerinin sayısı 2600’i geçti. Ancak Çin’in sıradışı büyümesi ulusaşırı şirketlerin BİT sektöründeki belirgin hakimiyeti ile sonuçlanmıştı ve Huawei gibi yerli firmaların önünde ciddi zorluklar vardı.
Huawei’nin Kuruluşu
Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei, 1960’lı yıllarda Halk Kurtuluş Ordusu’na katılmış ve BT araştırmaları biriminde mühendis olarak çalışmıştı. Zhengfei, 1982’de ordudan ayrıldıktan sonra bir süre Nanyou Corporation’a bağlı bir elektronik şirketinde yöneticilik yaptı. Daha sonra geçiş döneminde ortaya çıkan bir çok girişimci gibi Nanyou’daki işini bırakarak 1987 yılının sonunda Huawei’yi kurdu. Huawei, 24000 yuan kayıtlı sermayeye ve altı çalışana sahip küçük bir şirketti. Zhengfe’nin posta ve telekomünikasyon sektöründeki yerel yöneticilerle bağlantıları, Huawei’nin ilk aşamada alt katmandaki cihaz ihalelerini almasına yardımcı oldu. Ama Huawei, Batı medyasındaki imajının aksine, Çin devletine bağlı bir şirket değildi.
Huawei’nin kurulduğu yer, Şenzen, Çin’in ilk ÖEB’siydi (Özel Ekonomik Bölge). ÖEB’ler ucuz işgücü ve vergi avantajlarıyla DYY için elverişli yerlerdi. O zamanlar Hong Kong’a yakın küçük bir kasaba olan Şenzen hızla Çin’in dışa dönük sanayileşme politikalarının merkezi haline gelmişti. Şenzen 1979’dan beri, “ön dükkan, arka fabrika” modeli olarak adlandırılan bir modelle (yatırımcı Hong Kong, ön dükkan; üretici ve montajcı Şenzen arka fabrika olarak adlandırılıyordu) Çin’in ihracat yönelimli BİT üretiminin önemli merkezlerinde biri olmuştu. 1979’dan sadece bir elektronik işletmesi varken 1985’da elektronik işletmelerinin sayısı 170 olmuş ve elektronik endüstrisinin çıktısı %113,5 artmıştı. Ancak bu işletmeler çoğunlukla montaj, işleme ve paketleme ve tazminat ticareti alanlarında faaliyet gösteriyorlardı.
1986’dan sonra merkezi hükümet, BİT stratejileri doğrultusunda, yüksek teknoloji sektörüne desteğini artırmış ve bilim ve teknoloji uzmanlarının özel sahipli işletmeler kurmasının önünü açan düzenlemeler yapmıştı. Bu düzenlemelere göre, bilim ve teknoloji personelinin yüksek teknoloji şirketlerine fikri mülkiyet, telif hakları veya diğer mülkiyet hakları şeklinde yatırım yapmalarına izin veriyordu. Hükümet, bu yeni kurulan şirketlere, işletme gelir vergilerinden muafiyet gibi ayrıcalıklar da sunuyordu.
Huawei, her ne kadar bir teknoloji şirketi olarak kurulmuş olsa da diğer BİT şirketleri gibi ileri teknoloji araştırma geliştirme faaliyetlerinin içinde değildi. İlk yıllarında çeşitli tüketim ürünlerinin perakende satışını yapmaktaydı. Fakat Zhengfei, giderek büyümekte olan telekomünikasyon endüstrisini dikkate alarak stratejik bir kararla Huawei’yi telekomünikasyon ekipmanı satışı işine yöneltti. Huawei, Hong Kong’lu Hung Nien Electronics şirketinin küçük boyutlu analog özel telefon santrallerinin satışını üstlenerek telekomünikasyon sektörüne ilk adımını attı.
Huawei, ithal ettiği ekipmanları satarak önemli bir kazanç elde ediyordu. Fakat düşük kaliteli ithal telekomünikasyon ekipmanı pazarında yalnız değildi ve diğer yerli şirketlerle rekabet etmek zorundaydı. Yüksek kaliteli telekomünikasyon ekipmanı pazarı ise yabancı sermayeye tanınan kolaylıklar nedeniyle çokulusulu şirketlerin elindeydi elindeydi (Japop NEC ve Fujitsu, Amerikan Lucent, Kanadalı Nortel, İsveçli Ericsson, Alman Siemens, Belçikalı BTM, Fransız Alcatel vs). Bu şirketler, ürün ve hizmetleri için yüksek paralar talep etmelerinin yanında Çin’in telekom teknolojisi standartlarını da belirliyorlardı. Üstelik çok sayıda yabancı şirket ve her birinin kendi standardı vardı. Bu nedenle Zhengfei, teknoloji ithali ve uyarlamanın ülkenin endüstriyel bağımsızlığını ve inovasyon kapasitesini geliştirmek için yeterli olamayacağını düşünüyordu. Zhengfei, Çin teknoloji şirketinin yükselişinin, Çin ulusunun yeniden canlanmasına ve yabancı devlerin egemenliğini kırmasına bağlı olduğuna inanıyordu.
Çinli yöneticiler de bu durumun farkındaydılar. 1980’lerin ortalarından beri yabancı teknolojinin yerelleştirilmesi için büyük çaba harcıyorlardı. Teknoloji transferini ve yerli üretim kapasitesini kolaylaştırmak için Çin hükümeti, yabancı şirketleri yerel şirketlerle ortaklıklar kurmaya teşvik ediyordu. İlk ortaklıların maliyeti oldukça yüksekti. 1990’larda küresel telekomünikasyon ekipmanı satıcılarıyla daha uygun ortaklıklar kuruldu. Yabancı sermaye ve KİT’ler arasındaki işbirliğinde temel amaç yerli oyuncuların üretim kabiliyetini artırmak ve devletin sektördeki kontrolünü devam ettirebilmekti. Bu büyük ortak girişimler, hızla pazar paylarını artırarak 1990’ların başında hakim duruma geldiler.
Wen’in (2020) belirttiği gibi ortak girişimlerle teknolojin yerelleştirilmesi süreci yavaş ilerliyordu ve daha önemlisi temel bileşenler hala bir avuç şirketin elindeydi. 1989’dan sonra ABD ve müttefiklerinin kontrolündeki İhracat Kontrolleri Koordinasyon Komitesi (COCOM – Coordinating Committee on Export Controls), Batı ülkelerinin yüksek teknoloji ürünlerinin Çin’e ihracını kısıtladı. Ancak ABD’nin bu hamlesi uzun vadede Çin’in önünü açan bir hamle oldu; yerli şirketler kalkınmada daha aktif bir rol üstlenmeye başladılar. 1991’de PLA Enformasyon Mühendisliği Üniversitesi ve bir KİT olan Posta ve Telekomünikasyon Sanayi A.Ş.’nin ortak çalışması sonucunda ilk gelişmiş yerli sayısal anahtar (HJD 04) geliştirildi.
Bu dönemde Huawei de PBX satışları yerine kendi icat ettiği telekomünikasyon ofis telefon santrallerine yoğunlaşmaya başladı. Artık hedefinde küçük kurumsal müşteriler yerine telekomünikasyon operatörleri vardı. Ancak telekomünikasyon devleri ve KİT’ler karşısında oldukça zayıftı. Onlarla rekabet edebilmek için ne yeterli sermayesi ne de teknolojisi vardı.
Bunun üzerine Zhengfei, Mao’dan esinlenerek, şehirleri kırlardan kuşatma stratejisine başvurdu. Telekomünikasyon devlerinin ihmal ettiği uzak bölgelere yöneldi. Ayrıca ademimerkeziyetçi yatırım rejimi sayesinde yerel telekomünikasyon operatörlerinin ve yetkililerin kendi ekipman tercihlerini yapabiliyor olması Huawei’nin işini kolaylaştırdı. Bu süreçte, sahadan aldığı geri bildirimlerle Ar-Ge faaliyetlerini artırarak ürünlerini iyileştirdi. Huawei’nin ürünleri 1990’larda Çin telekomünikasyon sistemlerinin gelişimine de katkıda bulundu. Her şeyden önce yabancı muadillerine göre kaliteli ve oldukça ucuzdu. Bu durum, hem Çin ağ altyapısının genişlemesini hem de az gelişmiş bölgelerin telekomünikasyon hizmetlerine erişebilmesini sağladı. Ayrıca Huawei’nin dijital anahtarları, standartlaştırılmış yabancı cihazlara göre daha esnek ve farklı gereksinimlere yanıt verebilir nitelikteydi.
Huawei’nin kırsal alanlarda elde ettiği başarılar şirketin ününü ve gelirlerini artırdı. Hükümetten daha büyük ihaleler almaya başladı. Aynı zamanda şirket, Çin’deki en büyük dijital otomatik anahtar üreticisi olarak Shanghai Bell’i geride bırakarak, genel anahtarlı telefon şebekesi yerel pazar payının neredeyse dörtte birini elde etmeyi başardı.
Wen’in (2020) vurguladığı gibi 1989 yılındaki ambargo, Çin’in yerli şirketlere bakışını değiştirmiş ve şirketlerin rekabet gücünü artırmanın stratejik önemini göstermişti. Bu süreçte Huawei, ulusal bir figür haline geldi. Huawei, artık ülkeye sanayi kalkınma yoluyla hizmet eden, bilim ve teknoloji yardımıyla devleti canlandıran ulusal bir değerdi. Ulusalcılık, Huawei için bir halkla ilişkiler söyleminden fazlasıydı. Zhengfei, ulusal bağımsız bir sanayi olmadan bir ulusun bağımsızlığının söz konusu olamayacağına inanıyordu. 1994 yılında Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin ile yaptığı görüşmede de anahtarlama ekipmanı teknolojisinin ulusal güvenlik açısından önemine değinmiş ve kendi anahtarlama ekipmanı olmayan bir ulusu ordusuz, askeri gücü olmayan bir ulusa benzetmiştir. Zhengfei bu düşünceleri, Çin’in sonraki politikalarında etkili oldu ve Çin, yerel üreticileri tercih etmeye başladı.
WTO Süreci ve Neoliberal Politikalar
1990’larda Çin’in BİT üretim endüstrisi, yıllık ortalama yüzde 30’un üzerinde büyüme oranları ile büyüdü. Elektronik endüstrisinin ülke ekonomisindeki payı her geçen gün artıyordu. Devletin artan yatırımı sonucunda telekomünikasyon ağları da hızla genişliyordu. Devletin seçici ithal ikame politikasının yerli telekomünikasyon ekipmanı üreticilerine kayda değer bir faydası olmuştu. Ama 2000’in başında Çin’in WTO’ya (Dünya Ticaret Örgütü) katılma süreciyle beraber devlet politikalarında önemli değişiklikler oldu. Telekomünikasyon sektöründeki şirketleşme ve deregülasyon süreci sonucunda kamu hizmeti sağlama hedefinin yerini kâr yönelimli etkinlikler aldı. Ayrıca telekomünikasyon sektörünün önceliği, temel telefon için basit altyapı oluşturmak yerine üst düzey pazardaki müşteri tabanlarını genişletmek için mobil iletişim gibi daha gelişmiş iletişim hizmetlerine kayıyordu. Bunun sonucunda, 9. Beş yıllık Plan’da yer alan her köye telefon erişimi sağlama hedefi için çalışmalar yavaşladı. 2000’in sonunda ülkedeki köylerin sadece %82,9’unun telefon erişimi vardı.
Kırsal alanların öneminin azalması şehirleri kırlardan kuşatma stratejisini uygulayan Huawei’yi olumsuz etkiledi. Huawei, 1998’den beri gelişmiş bölgelerden de ihale alıyordu. Fakat sabit hatlardan elde edilen kâr oranları da giderek düşüyordu. Hükümet, yerel rekabeti teşvik etmek için telefon hizmet oranlarında çapraz sübvansiyonu azaltmıştı. Uluslararası şirketler de hızla düşen kar oranları nedeniyle stratejik bir kararla bu alandan çekilerek daha karlı gördükleri mobil ağlara yöneliyorlardı.
1G mobil ağlar ilk kez 1987’de Guangdong bölgesinde 700 aboneyle kurulmuştu. Mobil ağlar, 1990’ların başından beri de Çin’in başlıca önceliklerinden biriydi. Dolayısıyla yatırımlar sabit hatlardan mobil ağlara kayıyordu. Huawei de bu durumdan etkilenerek 1995 yılında GSM ekipmanı üzerine çalışmaya başlamıştı. Araştırmacı sayısı az, Ar-Ge bütçesi düşük olmasına karşın 1997’de Çin’in ilk bağımsız GSM sistemini geliştirdiler. 1998 yılında İç Moğolistan’da ilk ticari deneme ağını kurdular. Daha sonra da Çin’in az gelişmiş iç bölgelerinden Gansu’da Ericson’un yerine kendi sistemlerini kurdular. Ayrıca bu süreçte GSM Ar-Ge’si için ayırdıkları bütçeyi artırarak daha fazla bilim insanı ve araştırmacı istihdam etmeye başladılar.
Ancak sabit hatlı telefon ekipmanı pazarından çekilen yabancı şirketler mobil ağ pazarını Çinli şirketlere bırakmamakta kararlıydılar. Bu nedenle, fiyatlarını düşürerek Huawei’ye ve diğer Çinli şirketlere karşı fiyat savaşları başlattılar. Bunun üzerine Huawei yine kırsal bölgelere yöneldi ve geliştirdiği yenilikçi çözümlerle “telekomünikasyon ağlarının ölü bölgeleri” olarak algılanan yerlerin 2G mobil hizmeti alabilmesi için çalışmaya başladı; bağlantısız toplulukların 2G mobil hizmeti alabilmesini sağladı. Tüm bunlara rağmen, hükümet politikalarının kentlere ağırlık vermesi nedeniyle Huawei ana akım mobil ekipman pazarının dışında kalmıştı.
Huawei, CDMA (Code Division Multiple Access – Kod Bölmeli Çoklu Erişim) piyasasına girişte de zorlandı. China Unicom, ABD hükümeti ve telekomünikasyon şirketlerinin baskısıyla, 2001 yılında resmi olarak ABD temelli CDMA standardını kabul ettiğini duyurdu. Fakat CDMA, açık bir sistem olan GSM’nin aksine patentlerin birkaç firmanın elinde toplandığı bir sistemdi. Patentler, başta Qualcomm olmak üzere Motorola, Lucent ve Nortel gibi Kuzey Amerikalı şirketlerin elindeydi. Devlet destekli ZTE dışında yerli şirketlerin yüksek patent ücretlerini karşılama şansı yoktu.
Yeniden Teknolojik Bağımsızlık Politikaları
Liberalleşme süreci Çin ve Çinli şirketler için başarısız bir dönemdi. DYY’ye açılan pazarlar ve tanınan ayrıcalıklar yerli şirketleri zayıflattı ve Çin’in teknolojik bağımsızlığına zarar verdi. 2000’li yıllarda Çin’deki telekomünikasyon pazarının aşırı genişlemesi, gereksiz ağ kaynaklarına yapılan gereksiz yatırımın yanı sıra telekomünikasyon ekipmanı kapasitesinin aşırı arzına da yol açtı. Çokuluslu şirketlerin iç pazardaki hakimiyeti nedeniyle Huawei iç pazardan uzaklaşarak odağını yurtdışı genişlemeye kaydırdı. Uluslararası taleplerin artması ve Çin’in dışa dönük girişimleriyle, BİT pazarının genişleme dönemlerinde Huawei’nin gelirleri arttı. Hatta bir çok BİT şirketinin çöktüğü 2000’li yılların başında bile Huawei büyümeye devam etti. 2005 yılında ilk kez şirketin yurtdışı gelirleri yurtiçi gelirlerini aştı.
Huawei’nin iç birikimi de düzenli olarak artıyordu. Ama neoliberal telekomünikasyon reformu diğer Çinli şirketler gibi Huawei’yi de zor durumda bırakmıştı. Wen’in (2020) belirttiği gibi 2G pazarının kaybı, liberal sanayileşme politikalarının iflası anlamına geliyordu. Ülkenin teknolojik bağımlılığı artmıştı. Bu nedenle Çin, 3G’de daha dikkatli hareket ederek kendi standartlarını oluşturmaya çalıştı. Böylece yabancı patent sahiplerine ödenen lisans ücretleri önlenebilecek veya azaltılabilecekti. 3G için yerli TD-SCDMA standardı etrafında bir araya gelen Çinli firmalar, sadece ekipman tedarikçisi olarak hareket etmediler, aynı zamanda standart yenilik ve altyapı oluşturma faaliyetlerine de katıldılar. Bu ortak çalışmanın sonucunda 2010 yılına gelindiğinde TD-SCDMA pazarında üç yerli firmanın hakimiyeti söz konusuydu: ZTE (%34,2), Huawei (%31), Datang Telecom (%13,4).
4G’de ise Çin yönetimi daha da etkindi. 2013 yılının sonunda geliştirdiği 4G standardı TD-LTE olgunlaşana dek Çinli düzenleyiciler, Avrupa destekli FDD-LTE standardının lisanslanmasını özellikle geciktirdi. Ayrıca kendi geliştirdikleri standardın küresel ölçekte kullanım alanının genişlemesi için özel bir çaba harcayarak yerli telekomünikasyon şirketlerinin yurt dışında da etkin olabilmelerini sağladılar.
3G’de Batı’yı yakalamaya çalışan, 4G’de yakalayan Çin, 5G’de lider durumda. 13. Beş Yıllık Plan’da (2016-2020) 5G ve 5G uygulamalarının stratejik önemine vurgu yapılıyor. Çin, tek başına 5G teknolojisinin kendisinden çok 5G ile ilgili endüstriyel zincirlerle ilgileniyor.
5G Ar-Ge faaliyetlerine Çin’in 13. Beş Yıllık Planı’ndan çok daha önce, 2009’da başlayan Huawei bu alanda rakiplerinden daha ileride. Ancak ulusal güvenlik kaygıları ve şirketler (dolayısıyla ülkeler!) arasındaki rekabet, bazı ülkelerin Huawei’ye karşı korumacı politikalara başvurmasına neden oluyor. Buna karşı Huawei’nin son yıllarda çalışma alanını genişletiyor. Bulut bilişim, büyük veri, yazılım tanımlı ağ ve nesnelerin interneti gibi yüksek değerli sektörlere ve en yenilikçi BİT teknolojilerine odaklanıyor. Ayrıca 2012’den beri kendi tüketici cihazlarını geliştiriyor. Ağ teknolojilerinin yanı sıra temel yonga seti teknolojilerinde de çalışmalar yapıyor. Düşük marjlı “ucuz” cihazlar sağlamak yerine tüketici cihazlarında dünya çapında tanınan bir marka oluşturmaya çalışıyor. Huawei ve diğer Çinli şirketler (OPPO, Vivo, ve Xiaomi) akıllı telefon işinde yeni olmalarına rağmen 2019’da Çin pazarındaki payları %65’ti.
***
Çin’in BİT şirketlerinin yükselişi ve ABD’nin ekonomik ve teknolojik gücüne meydan okumaları, 19. yüzyılın sonundaki Büyük Britanya ve ABD arasındaki hegemonya mücadelesine benzetiliyor. Bu süreçte, Huawei’nin uluslararasılaşması ve küresel genişlemesi, Çin’in dış politikaları ve jeopolitik çıkarları ile iç içe geçmiş durumda. Şirket küresel operasyonlarını finanse etmek için devlet politika bankalarından tercihli krediler alıyor. Çin, Huawei aracılığıyla gelişmekte olan ülkelerle uzun vadeli ilişkiler kuruyor.
Bugün tartışma, ABD’nin ulusal çıkarları ve Çin kökenli teknolojilerin ABD için ulusal güvenlik sorunu yaratması etrafında gelişmesine karşın ABD’nin rahatsızlığı bununla sınırlı değil. Çin’in küresel güneydeki faaliyetleri ve teknoloji şirketleri de ABD’yi rahatsız ediyor. Çin, ABD’nin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkıyor. İki ülke arasındaki mücadelenin nasıl sonuçlanacağını önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Kaynaklar:
Emiroğlu, U. (2016). Çin’in Devlet Kaynaklı Yükselişi: Telekom Endüstrisi Örneği. Haluk Geray, Funda Başaran ve Aylin Aydoğan (Der.), İletişim Ağlarında Yeni Hizmetler (s. 81-104). Ütopya Yayınları
Wen, Y. (2020). The Huawei Model: The Rise of China’s Technology Giant. University of Illinois Press.
İlk Yorumu Siz Yapın