"Enter"a basıp içeriğe geçin

Teknolojik Çözümcülük

2016’daki ABD seçimleri sonrası patlak veren Facebook/Cambridge Analytica skandalı sonrasında teknoloji şirketleri bir meşruiyet krizi içine girdiler. Özellikle internet kullanıcılarının gözetimi üzerine kurulu iş modelleri daha çok sorgulanmaya başlandı. Daha bir kaç yıl öncesinde Wall Street’ten Tahrir Meydanı’na demokrasinin yıldızı olarak görülen bu şirketler artık herkesin eleştirdiği “kötü adamlar”dı. Google, Facebook ve Amazon gibi teknoloji şirketleri bir kelime oyunuyla kötü (BAADD) olmakla suçlanıyorlardı: büyük (big), rekabeti engelleyen (anti-competitive), bağımlılık yapan (addictive) ve demokrasi için yıkıcı (destructive) aktörlerdi (https://www.economist.com/leaders/2018/01/18/how-to-tame-the-tech-titans). Düzenleyici kurumların ve politikacıların hedefindeydiler; kamuoyu desteği giderek azalıyordu.

Ancak pandemi sürecinde komplo teorileri nedeniyle Bill Gates’in başı biraz ağrısa da teknoloji şirketleri bu süreçten kazançlı çıktı. Şirketlerin pazar değerlerinin artmasının yanında şirketler kamu refahının ortak sağlayıcıları olarak öne çıktılar. Apple ve Google, pandemiye karşı güçlerini birleştirme kararı aldıklarını duyurdular. Facebook, veri toplama ve paylaşma yeteneğini pandemiye karşı mücadelede kullanmaktan söz etmeye başladı. Nachtwey ve Seidl’nin (2020) vurguladığı gibi bu gelişmeler iki açıdan önemliydi. Birincisi, dijital teknolojilerin insanlığın en büyük sorununu çözmek için gerekli olduğu fikrinin canlı ve yerli yerinde olmasıydı. İkincisi, teknoloji şirketlerinin kamu refahının sağlanmasında hükümetlerle işbirliği yapmaya giderek daha istekli olması ve hükümetlerin de bu şirketler tarafından kontrol edilen altyapıya ve bilgiye giderek daha fazla güvenmesiydi.

Teknoloji şirketlerinin toplumsal sorunları çözmekle bu kadar haşır neşir olmaları ve “iyi kapitalistler” imajı yaratmaya çalışmaları bir aldatmaca mı? Böylece gerçek yüzlerini ve kâr hırslarını kamuoyundan, politikacılardan ve kendi çalışanlarından gizlemeye mi çalışıyorlar? Teknoloji şirketlerinin halkla ilişkiler çalışmalarıyla 2016 sonrasında zarar gören imajlarını toparlamaya çalıştıkları doğru; hatta Facebook’un Meta’ya dönüşümü de bu kaygıyla ilişkilendiriliyor. Ama Nachtwey ve Seidl’nin (2020) çalışmasının gösterdiği gibi şirket kurucuları ve yöneticileri, tekno-girişimci çözümlerle para kazanırken dünyayı daha iyi bir duruma getirdiklerine yürekten inanıyorlar ve Nachtwey ve Seidl (2020) bu inancı ilk protestanların ekonomik başarıyı seçilmişliğin bir işareti olarak görmelerine benzetiyor. Elbette önünde sonunda kapitalistler; çözümcü inançları, maddi çıkarları ile çatıştığında çoğu zaman maddi çıkarlar baskın çıkıyor. Ancak bu gibi durumlarda bile çözümcülük şirketlerin iş modellerini hem içeride (çalışanlarına) hem de dışarıda (politika yapıcılara ve kamuoyuna) haklı çıkarmanın aracı haline gelebiliyor.

Çözümcülük ideolojisinde karmaşık toplumsal ilişkiler, kesin ve hesaplanabilir çözümler içeren teknik problemlere indirgeniyor. Ya da söz konusu ilişkiler, doğru algoritmalar uygulandığında kolayca optimize edilebilecek şeffaf ve aşikar süreçler olarak ele alınıyor. Çözümcü ideolojiye göre toplumsal sorunlar, prensipte teknolojik olarak çözülebilir olduğundan her toplumsal çivi için teknolojik bir çekiç aranıyor. Bu bakış açısıyla beraber, toplumsal sorunlar güç veya zenginlikteki asimetrilerin sonucu olmaktan çıkıyor. Toplumsal sorunlara neden olan verimsizlik ve eksikliklerin doğru teknolojilerle giderilebileceği algısı oluşuyor. Böylece maddi sıkıntı yaşayan insanlar için çözüm daha yüksek asgari ücret ve daha güçlü sendikalar değil, insanların bütçelerini daha verimli yönetebilmelerine yardımcı olacak akıllı algoritmalar oluyor (age).

Nachtwey ve Seidl (2020), kapitalizmin farklı dönemlerinde gelişen ideolojilerin kapitalist sisteme sağladıkları meşruiyet üzerinde duruyor. Fordizm; kapitalizmin istikrarsızlık, güvencesizlik, eşitsizlik gibi sömürücü yönlerini törpüleme iddiasındayken post-fordizm kapitalizmin yabancılaştırıcı etkilerini aşma iddiasındaydı. Fakat bunu yaparken de fordizmin sömürüyü azaltan uygulamalarını ikincilleştiriyor onların yerine etkileşim, paylaşım ve yataylık vaadini öne çıkarıyordu. Dijital teknolojiler, hiyerarşik olmayan ağ örgütlenmeleri ile iş dünyasının rekabetçi taleplerini kişisel tatmin ve demokratik katılım arzusuyla birleştirme ve yukarıdan aşağıya bir kontrole gerek duymayan bir eş güdüm sağlama iddiasındaydı. İnternet, fordizmin demir kafesinden kurtulma vaadi içeriyordu. Nachtwey ve Seidl (2020), post-fordizmin ve ağ merkezli yapıların günümüz dijital kapitalizminde varlığını devam ettirdiğini kabul etmekle beraber dijital kapitalizm için asıl tanımlayıcı olanın teknolojik çözümcülük olduğunu savunuyor. Post-fordizm, neoliberalizmle uyumlu bir biçimde hiyerarşik yapılar yerine ağları, resmi iş bölümü yerine proje tabanlı işbirliğini ve güvenlik yerine esnekliği öne çıkarıyordu ve kendini fordizmin yabancılaştırıcı etkilerinin eleştirisi olarak sunuyordu. Çözümcülük ise kapitalizmin dayanışmadan yoksun olmasının ve ortak yarar yerine bireysel çıkarlara odaklanmasının eleştirisi üzerinde yükseliyor. Çözümcü kahramanlar, hayırsever girişimciler; iş zekâlarını ve teknoloji bilgilerini dünyayı optimize etmek için kullanıyorlar. Bundan hem kendileri hem de dünyanın kazançlı çıktığını öne sürüyorlar! Nachtwey ve Seidl (2020), 2000’li yılların başındaki küreselleşme protestoları ve mali krizden sonra çözümcü fikirlerin öne çıkmasının şaşırtıcı olmadığının altını çiziyor.

Bugün adaletin sağlanması için yapay zekâ kullanımı, hiyerarşik örgütlenmelerin blok zinciri ile yıkımı, şehirlerin akıllı şehir teknolojileri ile donatılması gibi çeşitli teknolojik çözümlerle karşı karşıyayız. Ancak çözümcü yaklaşımların geçmişi çok daha eski. Google’ın n-gram analizi, “technological solution” (teknik çözüm), “technological fix” (teknolojik düzenleme/düzeltme) ve “technical fix” (teknik düzenleme/düzeltme) terimlerinin özellikle 1960’lardan sonra kitaplarda daha sık yer almaya başladığını gösteriyor:

Google’ın n-gram analizi: “technological solution” (teknik çözüm), “technological fix” (teknolojik düzenleme/düzeltme) ve “technical fix” (teknik düzenleme/düzeltme)

Nachtwey ve Seidl (2020) çalışmalarında teknolojik çözümcülüğün günümüz kapitalizmi içindeki yerini tartışıyor. Bu yazıda ise çözüm/düzenleme/düzeltme fikrinin 20. yüzyılda ortaya çıkışını ve kapitalizm içindeki değişimini göreceğiz.

Teknolojik çözüm terimi özellikle 1960’lardan sonra daha sık kullanılsa da beşeri problemlerin teknik çözümlerle aşılmaya çalışılması çok daha eski. Daha önce de özellikle yönetişim ve siyasi gücü desteklemek için teknik çözümlere başvuruluyordu. Örneğin fikir ve nüfus akışını fiziksel engellerle kontrol etmek amacıyla yüksek duvarlar inşa etmek Çin’de ve Berlin’de uygulanan bir teknolojik çözümdü. Trump da yine duvarlarla ABD-Meksika sınırını kontrol altına almak istemişti (https://en.wikipedia.org/wiki/Trump_wall). Johnston’a (2020) göre bu tür engeller, diplomatik müzakere, yasalar, polislik veya sosyal uyum gibi diğer yöntemlere katkıda bulunmak veya bu yöntemleri tamamen atlamak için tasarlanıyordu.

Teknolojik düzeltmeler ayrıca sosyal çözümlerin fark edilmesinin zor olduğu veya uygulanmasının imkansız olduğu durumlarda da yaygındı. Örneğin protezler, algılanan bedensel şekil bozukluğunu telafi etmek için kullanılıyorlardı. Eski Mısır’da ahşap ve deriden suni parmaklar kullanılıyordu. Antik ve Orta Çağ dünyasında yapay gözler ve işlevsiz eller, engelli bireylerin görünümünü normalleştirerek onlara psikolojik bir bütünlük duygusu sağlıyor ve topluma yeniden entegre olmalarına yardımcı oluyordu. Modern zamanlarda kullanılan postişler, diş beyazlatma ürünleri ve cilt kusurları için kullanılan kozmetik ürünler de benzer işlevlere sahipti (age).

Bir sorunu çözmek için farklı yollara başvurulabilir. Teknolojik çözümler de bu yollardan sadece biridir. Fakat yazının devamında da göreceğimiz gibi teknolojik çözümcülerin toplumu ve doğayı rasyonel yollarla yeterince anlama ve yönetme yetenekleri konusunda aşırı kibirli olmalarının yanında önerdikleri çözümlerin genellikle kısa vadeli ve eksik olması sorunların nihai kaynaklarını ve daha tatmin edici çözümleri kamufle edebiliyordu. Bu bağlamda, işin ehli olmayan politika yapıcıları ve ekonomistleri mühendislerin yer alacağı teknolojik bir hükümetle değiştirmeyi uman Howard Scott’u; teknik çözümleri yönlendirme sürecinin mühendisler, paternalist kuruluşlar ve topluluklar arasındaki işbirliği ile tasarlanmasını ancak en sonunda uzman bilgisine sahip olanlar tarafından yönlendirilmesini savunan Richard L Meier’i; hükümet tarafından atanan mühendis ekiplerinin ulusal çıkar için sosyal sorunları ele alma sorumluluğunu üstlenebileceğini belirten Alvin Weinberg’i tanımanın bugünü anlamak için yararlı olacağını düşünüyorum.

Howard Scott ve Teknokratlar

1921 yılında New York City gazetesinden bir muhabir, Teknik İttifak’ın (Technical Alliance) kurucularından Howard Scott’la röportaj yapmaktadır. Savaş sonrası dünyadaki düzensizlik ve verimsizlik üzerine konuşan Scott, akılcı mühendisler ve teknisyenlerin Amerikan halkının ne istediğini öğrenme ve onlar için bu hedeflere ulaşmada bankacılar ve politikacılardan daha başarılı olacağını savunmaktadır. Muhabirin “önce insan doğasını değiştirmeniz gerekmez mi?” sorusunu bir başka soruyla karşılar, “Yolcuların tramvay platformlarında durmasını engellemek için insan doğasını değiştirmek zorunda kaldık mı?” Ardından tramvayların aşağıdaki resimde gösterilen değişimini anlatır.

Önce platformda durulmaması gerektiğini belirten işaretler konulduğunu, platformda duranlara para cezası kesildiğini ve polisiye önlemler getirildiğini ancak bunların hiçbirinin işe yaramadığını söyler. Buna karşın mühendislik tasarımı platformları kapatarak ve yolcuların asılabileceği (ve düşebileceği) dış tutamakları kaldırarak insan davranışlarını düzenlemede ve düzeltmede başarılı olmuştu. Scott’a göre mevzuat ve ahlaki öğütlerin başarısız olduğu durumlarda mühendisler ve icatları istenen sosyal sonuçları elde edebilmektedir. Mesaj açıktır, teknik yenilikler sosyal çözümlerden üstündür. Elbette bu gibi çözümlerin uygulanması için dümende rasyonel uzmanların olması gerekecektir. Muhabir, kamuoyuyla nasıl baş edeceklerini sorduğunda ise Scott bunun tamamen teknik bir konu olduğunu söyler. Halkın bunu bilip bilmemesi en ufak bir fark yaratmayacaktır. Buhar makinesinin bir basın temsilcisine ihtiyacının olmadığını, Einstein’ın teorisinin herhangi bir özel yasal düzenleme gerektirmediğini söyler.

Bu röportajdan sonra da Scott, mühendislerin diğer uzman türlerine göre problem çözme yeteneklerinin üstünlüğünü göstermek için tekrar tekrar aynı kıssayı anlatır.

Howard Scott, ilginç biri. Gençliği hakkında fazla bir bilgi yok. 1890’da Virginia’da doğduğu ve İskoç-İrlanda asıllı olduğu biliniyor. Kendisi Avrupa’da eğitim gördüğünü iddia etmesine karşın eğitimi herhangi bir resmi yüksek öğrenimi içermiyordu. Scott, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden kısa bir süre önce, New York City’de görünmüş ve iş başında mühendislik deneyimi kazandığı çeşitli inşaat kamplarında çalışmıştı. Teknik İttifak üyeleri arasında Thorstein Veblen, Frederick L. Ackerman, Alice Barrows, Stuart Chase, Richard C. Tolman gibi isimler de vardır.

Howard Scott ve Teknik İttifak üyeleri, uluslararası meslektaşları arasında ortaya çıkan fikirleri örneklemeye ve sentezlemeye çalışıyorlardı. Bilimin başarılarını toplumsal ve endüstriyel ilişkilere uygulama olasılığını araştırıyorlardı; amaçları, bir an önce düşüncelerini Kuzey Amerika’da hayata geçirmekti. Bu nedenle, saf bilimden çok uygulamalı bilimlere önem veriyorlardı. Politikacılar ve finansal çıkarların modern toplumun sorunlarına etkili çözümler geliştiremeyeceğini, ancak teknik uzmanların başarılı olabileceğini iddia ediyorlardı.

Scott daha sonra Technocracy Incorporated’i kurdu. Technocracy Inc. çatısı altında örgütlenen teknokrasi hareketi özellikle 1930’larda Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da etkin bir toplumsal hareket oldu. Teknokratlar, teknoloji ve toplum arasında genel bağlantılar arıyorlardı. Popüler söylemlerinde modern otoriteler olarak teknik uzmanların rolüne öncelik veriyorlar; yalnızca mühendisler ve teknisyenlerin sanayileşmiş bir toplumu yönetebileceğini iddia ediyorlar; politikacılar ve siyasi çözümleri terk edilmesi gereken tarihsel bir yanılgı olarak görüyorlardı. Bu iddia ve görüşleri, teknolojik yeniliğin kaçınılmaz olarak toplumu dönüştürdüğünü iddia eden teknolojik determinizm fikrine dayanıyordu.

Scott’un tramvay örneğini daha iddialı çözüm önerileri takip etti. 1946’da Technocracy Inc. üyesi Leslie Bounds, ABD’deki suçların büyük kısmının yeni yasalar yaparak veya var olan yasaları uygulamak için daha büyük güç sarf ederek değil ama suçun işlenmesini olanaksız ve gereksiz hale getirilerek ortadan kaldırılabileceğini savunuyordu. Teknolojik yenilik; yasaların yanı sıra ahlaki rehberlik, eğitim ve kovuşturma gibi geleneksel davranış tekniklerinin yerini almalıydı. Bir diğer üye Walter Palm de 1948’de kıtanın toplumsal sorunlarını ticari ve siyasi yöntemlerle çözmeye çalışmanın işe yaramazlığını, tamamen yeni bir tasarıma ihtiyaç olduğunu savunuyordu. Palm’e göre sorunlar teknolojik olduğu için sadece teknolojik bir çözüm işe yarayabilirdi.

Özetle teknokratlar, modern toplumdaki toplumsal sorunlara teknolojik değişimin neden olduğunu ve yine onunla çözüleceğini savunuyorlardı. Ekonomi, politika ve eğitim gibi geleneksel araçların etkisi teknolojik çözümlere göre daha zayıftı. Buna karşın ortamların rasyonel teknolojik değişimi hızla yeni sosyal davranışlar üretebilirdi ve yalnızca teknik olarak yetkin insanlar, modern toplumsal sorunları çözmek için gerekli donanıma sahipti. Scott’ın retorik iddiaları güçlü ve verimliydi. Teknolojik tasarımın toplumsal sorunları çözmenin en etkili ve hızlı yolu olabileceği fikri, dönemin teknokratları ve birçok mühendis için apaçık bir düşünceydi. Teknolojik çözümlerin tartışmasız faydaları vardı ve bu teknolojilerin zorunlu sosyal sonuçları olacağı düşünülüyordu. Scott’un anlatımlarındaki kısalık, kesinlik ve imgelem uzun yıllar ilgi çekiciliğini ve ilham vericiliğini devam ettirdi.

Her şeyin profesörü: Richard L. Meier

Scott’un görüşleri 2. Dünya Savaşı süresince ve sonrasında teknik işçiler arasında geniş çapta yayıldı. Ayrıca teknolojik metotların savaş sırasındaki problemleri çözmede kazandığı itibar teknokratik görüşlerin gelişip serpilmesi için elverişli bir ortam yaratmıştı. Teknik ilerleme, icatların siyasi sonuçları şekillendirme gücü konusunda hükümetleri ve vatandaşlarını ikna etmişti. İngiliz bilim insanları ve mühendisler savaş sırasında askeri karar vermeyi desteklemek için matematiksel teknikler uygulamış; bombalama taktikleri, kamuflaj tasarımı ve tanksavar silahları gibi sorunlara istatistik, matematiksel modelleme ve mantıksal çıkarım yardımıyla çözümler aramışlardı. Birinci Dünya Savaşı’nda, şifre kırma işi için dil ve beşeri bilim uzmanlarına güvenilirken İkinci Dünya Savaşı’nda Alan Turing gibi matematikçilere ve Genel Posta Ofisi mühendislerine güveniliyordu.

Savaş sonrası dönemde teknolojik yeniliğin toplumsal değeri hakkında tüm dünyada artan bir fikir birliği vardı. Politika yapıcılar savaş sürecinde devlet tarafından finanse edilen teknik araştırmaların öneminin farkındaydı. 1946’dan itibaren ABD, İngiltere ve Kanada’daki geçici savaş zamanı tesisleri, atom enerjisi araştırmalarını hızlandırmaya adandı ve ulusal hükümetler tarafından finanse edilen laboratuvarların sayısı arttı. Manhattan projesi savaş sonrasının geniş ölçekli ve çok merkezli bir araştırma modeli olarak 1960’larda Kennedy yönetiminin uzay inisiyatifine ve 1970’lerde Nixon yönetiminin Kansere Karşı Savaşı’na esin kaynağı oldu. Bunun yanında, savaş sırasında yıkılan Avrupa ve Asya şehirleri için bir yeniden yapılanma ve bazı yerlerde toptan yeniden tasarım süreci başladı.

Bu dönemde, teknolojik çözümcülük konusunda öne çıkan iki isim vardı: Richard L. Meier ve Alvin Weinberg.

Meier, savaş zamanında California’da Standard Oil araştırma kimyacısı olarak çalıştı. Savaş sonrasında ise kendini sosyal kalkınma sorunlarına teknolojik çözümler bulmaya adadı. 1946’da, daha sonra Amerikan Bilim Adamları Federasyonu adını alacak olan Atom Bilimcileri Federasyonu’nu kurdu. Federasyon, Manhattan Projesi’nin Los Alamos ve Oak Ridge’deki teknoloji uzmanları ve bilim adamları için bir çekim merkeziydi ve modern yönetimde teknoloji uzmanlarının otoritesini savunuyorlardı. Bu doğrultuda, politika yapıcıları eğitmeyi ve etkilemeyi; bilimin barışçıl uygulamasını ve özellikle nükleer enerjiyi ulusal ve uluslararası fayda için teşvik etmeyi hedeflediler.

Sonraki yıllarda Meier özellikle sistem teorisiyle ilgilendi. Yoksulluk, sosyal organizasyon ve şehir altyapısı ile ilgili sorunların üstesinden gelmek için kullanılabilecek teknolojik araçlar üzerine çalıştı. Meier, Scott ve daha sonra göreceğimiz Weinberg gibi eşitsizliği azaltmak ve daha geniş toplumsal fayda sağlamak için teknolojik sistemleri planlamayı hedefleyen bir teknolojik iyimserdi. Bilimsel bilgi ve mühendislik uzmanlığını uygulayarak insanlığın evrensel sorunlarına çözümler bulmayı istiyordu. Meier’e göre bilim adamları ve mühendisler, beslenme veya barınma hedeflerine ulaşmanın çeşitli yollarını düşünebilir ve kestirme yollar bulabilirlerdi.

Meier, ortalama bir insanın beslenme gereksinimlerini yaşa ve diyet bileşimine göre analiz etti. Büyük ölçüde adetlere ve rahatlık standartlarına göre belirlenen giyim malzemeleri ihtiyacının, bölgesel iklim ve barınma koşullarına bağlı olarak, kişi başına yılda iki ile on üç kilogram arasında olduğunu hesapladı. Yakıt, enerji, inşaat malzemeleri ve metal tüketimi hakkında da benzer analizler yaptı. Her bir istatistik, teknolojik çözümlere ilham veriyordu. İnsanların su tüketimi iklime, topoğrafyaya ve toprağa bağlı olduğundan artan nüfusun kuyu ve pompa sistemleri, su havzaları, rezervuar sistemleri ve deniz suyundan içme suyu elde etmek için tuzdan arındırma tesisleri ile desteklenebileceği öne sürdü. Yiyecek tüketimi fizyolojik ihtiyaçların yanında kültürel uygulamalarla da sınırlanıyordu. Margarin, tereyağını ikame edebilirdi. Yoksul toplulukların üyelerinin yeterli miktarda geleneksel protein kaynaklarına ulaşamaması bir başka sorundu. Meier, bitki yapraklarından geniş protein içeriği sağlanması hakkında çalıştı. Enerji üretim biçimlerini araştırdı ve artan toplumsal talebi karşılamak için farklı seçenekler üzerinde durdu. Yakıt talebinin bazı şeylerden feragat ederek veya daha yalıtımlı ve iyi havalandırılmış binalar inşa ederek azaltabileceğini; az veya çok giyinmenin yakıt talebinin azaltılmasına yardımcı olabileceğini hesapladı.

Meier, Weinberg’in deyişiyle her şeyin profesörüydü. Çok çeşitli alanlardaki sorunlara çözümler bulmaya çalışıyordu. Bir yandan devasa atom santralleriyle bağlantılı bölgesel endüstriyel kompleksler için kavramsal planlar üzerinde çalışıyor diğer yandan ev mobilyalarının optimal tasarımıyla ilgileniyordu. Televizyon ABD’de evlere yeni yeni girmeye başlamışken modern interneti andıran elektronik olarak entegre edilmiş bir iletişim, eğlence ve bankacılık sisteminin toplumu nasıl değiştireceğini hayal ediyordu. Teknolojinin gelişim sürecinin durdurulamaz olduğunu ve halkın adaptasyonunu sağlamak için sürekli bir planlama gerektiğini savunuyordu.

Meier, ele aldığı sorunlar için teknik çözümlerden farklı seçenekler de olduğunun farkındaydı. Fakat o da Scott gibi düşünüyordu: Toplumsal sorunları bilimsel ve mühendislik problemlerine dönüştürerek teknolojik araçlarla çözmek, toplumsal sistemleri yeniden tasarlamaktan ve toplumsal normları değiştirmekten daha kolay ve hızlıydı. İnsan nüfusu ve ihtiyaçları artmaya devam ederken bilimsel analiz ve teknolojik yenilik, sürekliliği sağlamak için tek etkili araçtı.

Alvin Weinberg ve Klimalar

1915’te doğan Alvin Weinberg, Meier gibi çok yönlü bir bilim insanıydı. 1935’te Chicago Üniversitesi Fizik Bölümü’nden mezun oldu. Bir yıl sonra da yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1939’da sunduğu doktora tezi ise matematiksel biyoloji alanındaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında fizikçi olarak çalıştı. Oak Ridge (Tennessee) ve Hanford’da (Washington) Manhattan Projesi kapsamında geliştirilen ilk nükleer reaktörlerin tasarımında doğrudan yer aldı. Savaştan sonra da nükleer enerji alanında çalışmaya devam etti.

1960’larda Weinberg özellikle iki konu üzerinde duruyordu. Birincisi, Weinberg’in büyük bilim adını verdiği, büyük merkezi laboratuvarlarda ve oldukça geniş ölçekte yürütülen hükümet destekli araştırma projeleriydi. Weinberg, teknolojik devleşmenin bilim insanlarını sosyal olarak daha bilinçli ve uygulamaların sonuçları hakkında daha sorumlu olmaya zorladığını belirtiyordu. Ayrıca bilim insanlarını kaza potansiyeline karşı uyarıyordu. İkinci konu ise jargonlarla dolu teknik yazı eleştirilerinden okullarda daha iyi fen eğitimi çağrılarına kadar uzanan bilim okuryazarlığının artırılmasıydı.

Büyük bilim hakkındaki görüşleri, Alvin Weinberg’e düşüncelerini paylaşabilmesi için daha fazla platform sağladı. Ulusal bir laboratuvarın direktörü olarak açık sözlü konuşması, daha geniş topluluklara hitap etmesini ve basında yer almasını kolaylaştırdı. Bu sürecin Weinberg üzerinde de önemli etkileri oldu. Danışma kurullarındaki çalışmaları, Weinberg’i bilimin toplumsal rolü hakkında düşünmeye teşvik etmişti. Diğer bilim insanları ile etkileşimi sonrasında Weinberg, bilim felsefesi ve bilimin yönetimiyle ilgilenmeye başladı.

Weinberg’in ilk başta fazlasıyla sıra dışı görünse de günümüzdeki teknolojik çözümcüleri anımsatan çözüm önerileri vardı. Ağustos 1965’te Afro-Amerikalı bir sürücüye polisin sert muamelesi, Los Angeles’te büyük bir toplumsal öfkeye neden olmuş, bir hafta boyunca kundaklama ve yağma olayları yaşanmıştı. California Ulusal Muhafızları ayaklanmayı bastırmakta zorlanmış; 34 kişi hayatını kaybetmiş ve çok sayıda insan yaralanmıştı. Ayaklanmanın sona ermesinden iki gün sonra Weinberg, Başkan Johnson’ın bilim ve teknoloji konularında özel asistanlığını yapan Donald Hornig’e ilginç bir mektup yazdı. Weinberg mektubunda daha derin sosyal değişikliklerin durumu kalıcı olarak iyileştirme şansına sahip olabilmesi ve en azından bu gibi olayların yeterli bir süre boyunca meydana gelme olasılığını azaltmak için ucuz bir teknik çözüm düşündüğünü yazıyordu. İsyanların yılın en sıcak, en rahatsız edici zamanlarında geliyor olması önemli bir ipucuydu. Yoksullukla mücadele fonları veya düşük maliyetli bir emlak yasa tasarısıyla gecekondulara klima ve televizyon sağlanmasını öneriyordu. Bu iki teknoloji, ayaklanmalarının önüne geçebilirdi. Mektubunun sonunda böyle büyük bir toplumsal soruna karşı getirdiği çözümün alaycı ve anlamsız gelebileceğinin farkında olduğunu da ekliyordu. Ama yine de çözümün doğrudan sorunun kökenlerinden birini, kişisel rahatsızlığı, çözmeye odaklandığını belirtiyordu. Weinberg, dört gün sonra da Atom Enerjisi Komisyonu’nun eski başkanı olan, Kennedy döneminde CIA direktörü olarak görev yapan ve California’daki ayaklanmayı soruşturan komitenin başında bulunan John McCone’ye 150 bin gecekondu için tahminen 40 milyon dolara ihtiyaç olduğunu yazdı.

Ne Hornig ne de McCone, Weinberg’in mektubuna yazılı bir cevap verdi. Fakat Weinberg düşüncelerinde ısrarcıydı. Aynı yılın sonbaharında Harvard Üniversitesi Teknoloji ve Toplum Programı yöneticisi Emmanuel Mesthene’ye Hindistan’da da sıcak havalarla ayaklanmalar arasında bir korelasyon olduğunu, klima önerisinin yüzeysel ve muhtemelen kalpsiz bir çözüm olmasına rağmen yine de işe yarayabileceğini yazdı. Weinberg, mektubunda başka iki ucuz teknolojik düzeltmeden de söz ediyordu. Birincisi, gebeliği önlemek için kullanılan rahim içi araçlardı. Bu araçların icat edilmesinden önce doğum kontrolü son derece karmaşık bir toplumsal sorundu. Çözümü için pek çok kişinin alışkanlıklarını ve bakış açılarını değiştirmeye ikna edilmesi gerekiyordu. İkinci ucuz teknolojik düzeltme ise nükleer silahlardı. Hidrojen bombasından önce savaşlar insan doğasını değiştirmedikçe kaçınılmaz olarak görülüyordu. Hidrojen bombası ise insanların kendini koruma içgüdüsünden yararlanarak, savaş sorununa oldukça farklı bir çözüm getirmişti. Weinberg, bu tür düzeltmelerin sosyal problem çözmeden teknolojik yönteme doğru bir evrimi motive edebileceğini öne sürüyor ve Mesthene’nin Teknoloji ve Toplum Programı’nda bu konunun ele alınmasını öneriyordu.

Weinberg’e göre teknolojik bir düzeltme, teknolojinin ustaca kullanımıyla sosyal davranışta çok az veya hiç değişiklik olmaksızın toplumsal sorunları çözmenin bir yoluydu ve teknokratlar gibi toplumsal sorunların teknik sorunlara indirgenerek çözülebileceğini savunuyordu. Ancak onlardan ayrıldığı konular da vardı ve başta, hükümet yetkilileriyle işbirliğine daha yatkındı.

Nükleer enerjinin geliştirilmesi ve uygulanmasına adanmış bir ulusal laboratuvarın sorumlusu olan Weinberg, modern teknolojilerinin yan etkilerinin farkındaydı ve bunu kamuoyu önünde açık seçik ifade edebiliyordu. Nükleer atıkları ile ilgili sorunları dile getiriyor, reaktör tasarımları ve yönetimi ile ilgili içsel güvenlik sorunları hakkında konuşmaktan kaçınmıyordu. Ama yine de teknolojik yeniliğin toplumsal sorunları çözmede geleneksel sorun çözme yaklaşımlarına (sosyal ve eğitimsel yaklaşımlar, dini ve siyasi ideolojiler) göre daha hızlı ve etkili olduğu konusunda ısrarcıydı.

1930’lu yıllarda Scott ve teknokratlar, kendilerini radikal politikadan ayırmada hassaslardı. Teknokratlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş karşıtı tutumları nedeniyle faaliyetleri Kanada’da yasaklanınca radikal politikadan farklılıklarını tekrar tekrar ifade etmek zorunda kaldılar. Teknokratlara göre hem fiyat sistemi (kapitalist ekonomi) hem de komünizmin modası geçmişti; Marksizm, günümüz toplumunda teknolojinin etkisiyle ortaya çıkan sorunları ele almada yeterince radikal ve devrimci değildi. Weinberg de marksizmin seri üretim ve otomasyon çağının gerisinde kaldığını düşünüyordu. Üstelik kapitalist toplumun teknoloji yardımıyla marksizmin hedeflerinin çoğuna ulaştığını ve marksizmin toplumsal devrimine gerek kalmadan teknolojik çözümlerle bir toplumsal ilerleme sağlanabileceğini düşünüyordu.

Thorstein Veblen, 1921’deki yazılarında teknisyenler sovyeti fikrini ortaya atmıştı. Veblen, teknisyenler sovyetini toplumu yönetecek uzmanlar grubu olarak görüyordu. Scott ve Weinberg de benzer düşüncelere sahip olmalarına karşını bunu daha dolaylı olarak ifade etmeyi tercih ediyordu. Örneğin Scott, özel niteliklere sahip mühendislerin politik ve etik yönelimlerin ötesinde olduğunu ve olgular hakkında anlaşmazlığa düşmeyeceklerini belirtiyordu. Hepsi taşın hangi yöne düşeceğini veya iki nokta arasındaki en kısa mesafenin düz bir çizgi olduğunu biliyordu. Scott, politikacıları teknoloji uzmanlarıyla değiştirecek bir devrim yerine modern dünyada düzeni mühendislik yöntemleriyle sağlamayı savunuyordu. Weinberg, daha temkinliydi ve politikacıları karşısına almamaya özen gösteriyordu. Hedefinde politikacılardan çok sosyal bilimciler vardı. Sosyal bilimcilerin insanların davranışını değiştirmeyi hedefleyen sosyal mühendislik çalışmalarına karşı teknolojik mühendisliği çok daha basit ve başarılı görüyordu. Hükümetten beklentisi ise mühendislerin teknolojik çözümcü faaliyetleri için gerekli ortamı sağlamasıydı. Mühendisler, hükümetin yerini almaktan ziyade onun araçları olarak hizmet edeceklerdi.

Aşırı İyimserlik ve Dar Görüşlülük

20. yüzyılın başından günümüze çözümcü yaklaşımların başlıca zaafı eleştirel olmayan bir iyimserliğe sahip olmalarıydı. Bilim ve mühendisliğin gücüne aşırı bir inanç vardı. Bu aşırılık, seçkin uzmanlara ve paternalist hükümete duyulan güven ile paraleldi. Eğer DDT (dikloro difenil trikloroetan) askerlerin hayatını kurtarmada ve savaşı kazanmada etkili olduğunu kanıtlamışsa, aynı mucizevi ilacı çiftliklerde ve evlerde kullanmanın ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Yenilikler, hükümetlerden yerine şirketlerden geldiğinde de benzer bir iyimserlik ve sorgulamamazlık vardı. Sigara firmalarının filtrelenmiş sigaraların boğaza zarar vermediğini ve filtrelerin daha sonra kronik hastalıkların kaynağı olduğu keşfedilen tüm zararlı bileşenleri ortadan kaldıracağını duyurması fazla sorgulanmaksızın kabul edilebiliyordu (Johnston, 2020).

Bir diğer sorun, çözüm vakalarının tasarımcılar, yasa koyucular ve tüketiciler açısından dar görüşlülük örnekleri olmasıydı. Teknolojik çözümlerin getireceği yeniliklerden sorumlu mühendisler, uzun vadeli sonuçları yeterince incelemeden genellikle anlık kazanımlara odaklanıyorlardı. Yenilikçi firmaların; artan istihdam, büyüyen ekonomi, daha iyi bir yaşam standardı ve büyük ölçüde memnun tüketiciler iddiasıyla ikna ettiği yasa koyucular, çoğu zaman ilgili yeniliğin, onu kullanmayacak olanlara veya diğer türlere yan etkilerini öngöremiyorlardı. Ya da kamuoyu, istihdam olanağı gibi kısa dönemli hedefler nedeniyle çözümcü yaklaşımların uzun vadeli sonuçları üzerine yeterince düşünemiyordu.

Bu gibi sorunlara günümüzdeki çözümcü yaklaşımlarda da rastlamak mümkün. Bunun yanında, ilk başta kendisini kapitalizmin dışında konumlandıran çözümcülüğün günümüzde kapitalizmin yeniden üretiminin merkezine yerleşmesi beraberinde yeni sorunlar da getiriyor.

Tekno-girişimci Hayırsever Çözümcülük

Teknolojik çözümcülük, kapitalizm ve sosyalizmin ötesinde olma iddiasıyla yola çıkmıştı. Teknokratlar, mühendislerin ve teknisyenlerin yönetimde olacağı rasyonel bir toplum hedefliyordu. Scott, marksizmden daha devrimci olduklarını iddia ediyordu. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında bilim ve teknolojide elde edilen başarılar, teknolojik çözümcü bakış açısının büyük araştırma laboratuvarlarındaki bilimciler arasında yayılmasına neden oldu. Dönemin teknoloji uzmanlarının laboratuvarlardaki etkin konumları ve hükümet yetkililerine yakınlıkları görüşlerinin yayılmasını kolaylaştırdı. Bu dönemde vurgu daha çok toplumsal sorunlara teknoloji yardımıyla sistem içi çözümler geliştirmek üzerineydi.

Fakat her iki durumda da çözümcülük sadece teknik bir konuydu ve özne, teknolojiden becerikli biçimde yararlanan mühendislerdi. Günümüzdeki çözümcü anlayışta ise çözümcü, bir mühendis veya programcıdan öte bir kimliğe sahip. Schumpeter’e göre mucit (inventor) yeni yöntemler ve yeni malzemeler keşfeden, yenilikçi ise yeni kombinasyonlar oluşturmak için buluşlar ve keşiflerden yararlanan kişidir. Günümüz çözümcülüğünün özneleri de toplumsal sorunlar için yeni teknolojiler geliştiren mucitler değil, buluşları ticarileştirebilen yenilikçiler. Ticarileştirilemeyen bir buluş, kötü bir buluş olarak kabul ediliyor. Google’ın kurucularında Larry Page daha bir çocukken Tesla’nın yaşamını okuduktan sona ürününü ticarileştiremeyen biri olmaktansa Edison gibi olmanın daha iyi olduğu sonucuna vardığını söylüyor: “Üretmelisiniz, bunu yaparak para kazanmalısınız ki fon sağlayabilesiniz.”

Girişimciliğin yanında “hayırseverlik” de günümüz çözümcülüğünün bir parçası. Çözümcü dünya görüşünde, para kazanmak ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek çelişkili değil bir arada olabilen şeylerdir. Silikon Vadisi’nin gurularından Peter Diamandis, dünyadaki en büyük sorunların aynı zamanda en büyük piyasa fırsatları olduğunu vurguluyor.

Nachtwey ve Seidl (2020), çözümcülüğün günümüzde başlıca üç nedenden dolayı önemli olduğunu belirtiyor.

Birincisi, çözümcü fikirler yalnızca teknoloji seçkinlerinin kendilerini nasıl gördüklerini değil, aynı zamanda politika yapıcılar ve halk tarafından nasıl görüldüklerini de tanımlar hale geldi. Bu nedenle, pandemi sürecinde gördüğümüz gibi firmaların meşruluğun sağlanmasında oldukça etkililer. Kapitalizmin kamusal değil özel servet ürettiği ve toplumsal sorunları çözmekten çok artırdığı ve derinleştirdiği için giderek daha fazla eleştirildiği bir dönemde, teknolojinin gücünü ortak yarar için kullanma iddiası şirketlerin meşruluğunu artırdığı gibi “başka bir kapitalizm (!) olabilir, kapitalizm dışı düşüncelere kapılmayın” mesajı da veriliyor.

İkincisi, çözümcü kimlikleri, teknoloji şirketlerinin çalışanlarıyla arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor. Şirketlerin dünyayı daha iyi bir yer yapma isteği ve bunun için attığı adımlar çalışanların motivasyonunu artırdığı gibi tam tersi hareketler çalışanların şirketle bağını zayıflatıyor. Bu nedenle, Facebook’un yıpranan imajı nedeniyle yeni yazılımcıları çekmekte veya eski çalışanları tutmakta zorlanması (https://www.nytimes.com/2021/10/29/technology/meta-facebook-zuckerberg.html) veya drone saldırılarının hedeflemesini iyileştirmek için yapay zekâ kullanımı hakkında Pentagon’la işbirliği yapmak isteyen Google’ın çalışanları tarafından protesto edilmesi şirketlerin yalnız dışarıya karşı değil içeride de dikkatli davranmaları gerektiğini gösteriyor.

Üçüncüsü, çözümcü düşünceler şirketlerin ister istemez kendilerine belirli bir misyon yüklemelerine neden oluyor ve tercihlerini etkiliyor. Örneğin “enformasyon iyidir” noktasından hareketle kendine dünyadaki enformasyonu organize etme misyonunu yükleyen Google, özellikle bu alanda ürünler geliştirmeye çalıştı. Günümüzde bir çok kişinin kullandığı haritalar bu ürünlerden biriydi. Ama Nachtwey ve Seidl (2020), haritalatın akıllı telefon devriminden yıllar önce ortaya çıktığına dikkati çekiyor. Kapitalizmin ruhu, aktörlere neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair inançlar sağlayarak, kapitalistleri potansiyel olarak kârlı belirli hedeflere doğru itiyor veya diğerlerinden uzaklaştırabiliyor.

Kısacası tekno-girişimci hayırsever çözümcülük, şirketlerin gözetim üzerine kurulu tartışmalı iş modellerine devam edebilmesini sağlıyor. Ama daha önemlisi teknoloji şirketlerinin bu yolla eğitim ve sağlık sektörüne girişlerini meşrulaştırmaya çalışmaları. Pandemi öncesinde de teknoloji şirketleri sağlık hizmetlerini iyileştirme, gelirleri artırma, yaşamları kurtarma vb iddialar ortaya atıyordu. Pandemi, modern toplumun bu teknoloji şirketlerinin sağladığı hizmetlere bağımlılığı gösterdi ve şirketlerin kendileri hükümetlerin yanında, “refahımızın en büyük destekçileri” olarak konumlandırmalarını kolaylaştırdı.

Dijital kapitalizmin teknolojik çözümcülüğü de öncekiler gibi dünyayı ve insanlığı kurtarma iddiasında. Ama bu sefer düşleri kapitalizmle sınırlı: “Başka bir kapitalizm mümkün!”

Kaynaklar:

Johnston, S. F. (2020). Techno-fixers: Origins and implications of technological faith. McGill-Queen’s Press-MQUP.

Nachtwey, O., Seidl, T. (2020). The solutionist ethic and the spirit of digital capitalism. SocArXiv, 1-51.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir