"Enter"a basıp içeriğe geçin

Değişen İnternet ve Korsan Partisi

ABD Savunma Bakanlığı’nın desteği ile yürütülen ARPA Net projesinin devamı olan İnternet’in, bizim “Eşit ve Özgür Bir Dünya” düşümüze yardımcı olması için geliştirilmediğini biliyoruz. Bugün oldukça popüler olan Facebook ve Youtube benzeri web uygulamalarının “aman gençler Devrim yapsın” diye geliştirilmediğini de biliyoruz. Fakat buna rağmen İnternet’i ve uygulamalarını iyi/kötü, yararlı/zararlı ekseninde tartışmayı seviyoruz.

Bazılarımız İnternet’in ve uygulamalarının olumlu yönlerini listeleyip onda yeni cevherler keşfedebiliyor. Bizde olmayan (ör. demokrasi) ya da pek memnun kalmadığımız (ör. devlet) olgularının başına bir e- eklediğimizde bunların e-‘siz hallerinin değişip dönüşeceğini düşünüyoruz. Kimimiz de tam tersine, İnternet öncesindeki teknolojik devrimlerin topluma ne getirdiğini ve insanoğlunun yaşamına ne kattığını sorgulayıp kötümser bir tablo ortaya koyabiliyor.

Ancak, İnternet’in iyiliği/kötülüğü, yararı/zararı tartışmaları dünyayı değiştirmek isteyenleri bir adım öteye götürmüyor. Çünkü İnternet, iyi/kötü, yararlı/zararlı ikilemlerinin ötesinde, öznenin amacından bağımsız olarak VAR ve İnternet’in kendisi, gerçek dünyadan ve onun çelişkilerinden muaf olmadığı gibi kendi içsel dinamikleriyle/çelişkileriyle sürekli değişiyor, dönüşüyor.
Dolayısıyla, bu yazıda ilk adımımız “gideni ve gelmekte olanı” anlamak, İnternet’in son on yıldaki dönüşümüne dikkat çekmek olacak. Aşağıda yer alan benzer iki olay, bu dönüşümün ipuçlarını veriyor.
İkinci adımda ise önce İsveç’te kurulan ve kısa sürede diğer ülkelere yayılan “Korsan Parti”sini tartışacağız. Korsan Partisi olgusu, İnternet’i yalnız sınıf mücadelesinin bir aracı değil,sınıf mücadelesinin bizzat içinde gerçekleştiği bir alan olarak algılanması gerektiğine işaret ediyor. Artık sorgulanmayan, öncesiz olarak kabul edilen özel mülkiyet kavramı, fikri mülkiyet hakları bağlamında tüm çıplaklığı ile karşımızda duruyor.

Anlamak Gideni ve Gelmekte Olanı
Fransız Yasaları ABD’de Geçerli mi?[1]
Marc Knobel, Paris’te oturan bir Fransız Yahudisi’dir. Hayatını neo-nazizm ile mücadeleye adamıştır. Bu doğrultuda, İnternet’teki Nazi sitelerini araştırır ve ilgili sitenin kapatılması için çabalar. 2000 yılının Şubat ayında, Naziler’e ait malzemelerin (üzerinde gamalı haç bulunan kol bantları, SS kamaları, toplama kampı fotoğrafları ve hatta kamplarda kullanılan Zyklon-B gazlarına ait metal parçalar) satıldığı bir açık arttırma sitesi fark eder. Site, Yahoo’nun sunucularında yer almaktadır. Knobel, hemen harekete geçer ve Yahoo’dan , Fransız yasaları gereğince, sitenin yayınına son verilmesini talep eder. Çünkü site, Fransa’dan da takip edilebilmektedir ve Nazi propagandası yapmak Fransız yasalarınca yasaklanmıştır.

Knobel aslında kendinden emindir. İki yıl önce benzer bir yazışmayı America Online (AOL) şirketi ile yapmış ve Nazi sitelerinin AOL sunucularından kaldırılmasını sağlamıştır. Knobel, halkla ilişkiler konusunda oldukça hassas olan AOL gibi Yahoo’dan da benzer bir hassasiyet beklemektedir. Fakat olaylar beklediği gibi gelişmez. O zamanlar altın dönemini yaşayan Yahoo, bu Fransız aktivistin talebeni umursamaz bile. Bunun üzerine Knobel sorunu, ırkçılık karşıtı uluslararası anlaşmalara dayanarak Fransız mahkemelerine taşır. Knobel’in avukatının iddiası şudur:

Bu tarz siteler ABD kanunları çerçevesinde yasal olabilir. Ancak site içeriği, Fransa sınırlarını geçtiği anda buranın yasalarına uymak zorundadır. İnternet’in her şeyi değiştirdiği iddiasında olanlar vardır. Ama İnternet, Fransız yasalarını değiştirmemiştir. Fransız yasaları, gazetede, radyoda ya da televizyonda Nazi propagandasına izin vermemektedir. İnternet’in de bu bağlamda bir ayrıcalığı yoktur.

Sınırların hala varlığını koruduğunu iddia eden Knobel’in avukatının aksine Yahoo da savunmasını İnternet’in sınırsız olduğu tezi üzerine kurmayı tercih eder. Yahoo, “ABD’de yer alan bir siteye, Fransız, Alman ya başka bir ülkenin yasalarına dayanarak müdahale edilemez” der. Yahoo’nun patronu Jerry Yang, sadece Fransa’dan biri istiyor diye sitelerini değiştirmeyeceklerini vurgular.

2000 yılının sonlarına doğru Yahoo davayı kaybeder. Yahoo, bu sonuca rağmen Fransız mahkemelerinin bu kararını tanımayacağını ilan eder.
Ancak, 2 Ocak 2001’de Yahoo aniden geri adım atar. Siteyi yayından kaldırır ve bundan sonra kin ve nefret içerikli sitelere sunucularında yer vermeyeceğini duyurur. Bu kararlarında, Avrupa ile olan yoğun ticari ilişkilerinin etkili olduğuna dair söylentiler vardır. Onlar ise kararlarının davayla ilgisi olmadığını ve kararlarında toplumun genelinin bu tarz sitelere tepkisinin etkili olduğunu söylerler.

Yahoo, 2002 yılının yazında Çin Hükumeti ile yaptığı anlaşmayla, Çin sınırları içinde Çin yasaları çerçevesinde hizmet vermeye başlar. Bir zamanların ifade özgürlüğü savunucusu Yahoo, 2004 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından “Çin Polisi’nin Yardımcısı” olarak nitelendirilir. Artık Yahoo Çin vatandaşlarına sansürlü sayfalar sunmakla kalmamakta, sohbet odalarının ya da sunucularında yer alan e-postaların içeriklerini Çin Hükumeti’nin hizmetine sunmaktadır…
Yahoo’nun patronu Jerry Yang bu durumdan hoşlanmadığını belirtir. Ardından da Çin’de ya da dünyanın başka yerinde iş yapmak istiyorlarsa yerel kanunlara uymaları gerektiğinin altını çizer.

ABD Yasaları İsveç’te geçerli mi?
Knobel ve avukatları, kapitalist sistem için ikincil önemde olan ırkçılık konusunda Yahoo’ya karşı açtıkları davayı kazanırlar. Tabi bunda Avrupa’nın Nazi karşıtı tarihsel mirasının da katkısı büyüktür. Şimdi rolleri tersine çevirelim, “suçlu” “sıradan insan”lar olsun, mağdur da kapitalist sistemin devleri. “Suç” da en ağırı olsun: Özel mülkiyete dokunmak. Kuşkusuz böyle bir durumda kapitalizmin sinir sistemi daha hızlı çalışacaktır. Nitekim öyle de olur..
İnternet’e erişebilenlerin sayısının artması ve yüksek bağlantı hızı fikri mülkiyet hakkına yönelik “saldırı”ları da arttırmıştır. Herhangi bir müzik eserinin ya da filmin kopyalanıp paylaşılması İnternet öncesinde de vardı. Bir kaseti çektikten sonra arkadaşlarınızla paylaşabilirdiniz. Tabi bu durum o zaman da yasal değildi. Ancak müzik ve film yapım şirketleri açısından bu ihlaller ihmal edilebilir oranlardaydı. Çünkü herhangi bir korsan esere sahip olma olasılığınız, paylaşımcı arkadaşlarınızın sayısı ile doğru orantılı idi.

İnternet’in fikri mülkiyet haklarına ilk darbesi, paylaşımcı arkadaşların sayısını arttırmak oldu. 1978’de geliştirilen BBS (Bulletin Board System – İlan Panosu Sistemi) ile bugünkü korsan kültürünün de oluşum süreci başladı. BBS, dünyanın dört bir yanında ikamet eden kullanıcıları (eş zamanlı olmasa da) aynı yerde toplayabilen bir sistemdi. BBS’e bağlanan kullanıcılar, panoya mesaj bırakıyorlardı. 1982 yılında, BBS üzerinde bir araya gelen yazılım korsanlarının sayısı çığ gibi büyümeye başladı. 1986 yılında BBS grupları üzerinde bir araya gelen korsanların sayısı 20000’den fazlaydı. 1990ların ortasına doğru paylaşımcıların sayısı 50000’i aşmıştı [2].

1990ların ortasında ise İnternet’in yaygınlaşmasıyla BBS’nin korsanları farklı okyanuslara, yeni gemileriyle beraber açılmaya başladılar. MP3 formatının, müzik paylaşım formatı olarak yaygınlaşması ve 90ların korsan hareketine damgasını vuran Napster’in ortaya çıkışı paylaşımcı sayısını milyonlara çıkardı. Birbiriyle iletişim halinde milyonlarca korsanın varlığı, müzik ve film endüstrisini rahatsız etti ve Napster, Amerikan Kayıt Endüstrisi Derneği’nin ( Recording Industry Association of America-RIAA) 1999 yılında açtığı davayı kaybederek kapandı.

Film ve müzik endüstrisi, yazılım firmaları telif haklarını ihlal edenleri sürekli olarak hırsızlıkla suçluyor ve bu kişileri kamuoyuna korsan diye tanıtıyordu. Napster’in davayı kaybederek kapanması, milyonlarca “suçlu”yu bir anda “mülkiyete saygılı” vatandaşlara dönüştüremezdi. Milyonlarca gencin toplumsal pratiği ve bu pratik içinde oluşan bilinçleri herhangi bir müzik/film eserinin kopyalanmasında ve arkadaşların paylaşımına açılmasında bir yanlışlık görmüyordu.

Bu bağlamda, 2003 yılında İsveç’te kurulan Korsanlık Bürosu’nun (Piratbyrån), “Evet, biz sizin bizi tanımladığınız gibi korsanız” diyerek baş aşağı duran mülkiyet ilişkilerini sorgulamaya/sorgulatmaya başlaması ezberleri bozdu. Kendilerini klasik bir örgütten çok, “süregiden bir iletişim” olarak tanımlayan Korsanlık Bürosu, amacının en başta, telif hakları, enformasyon altyapısı ve sayısal kültür hakkında sorular sormak olduğunu belirtiyordu. Bu doğrultuda, hem İsveç’te hem de uluslararası alanda faaliyet gösteriliyordu. Bilgilendirme toplantıları, sokak gösterileri, propaganda faaliyetleri ve kampanyalar düzenleniyor, yurtdışındaki aktivistlerle bir araya gelinip ortak mücadeleler örgütleniyordu. Korsanlık artık İnternet’ten film/müzik indirmeyi aşmıştı.

2003 yılında Korsanlık Bürosu tarafından kurulan The Pirate Bay (Korsan Körfezi) ise Napster sonrası korsan hareketinin en önemli saldırısını gerçekleştirdi. The Pirate Bay 2004 yılında Korsanlık Bürosu’ndan bağımsız bir site oldu, fakat Korsanlık Bürosu ile bağlantısını korudu. Teknolojik olarak, Bittorent teknolojisi ile Napster ve benzeri programlardaki teknik kısıtlılıklar aşılmıştı. Bittorent ile büyük dosyaların paylaşımı bile çok hızlı hale gelmişti. Ayrıca The Pirate Bay, sunucularında hiçbir yasadışı içeriğe yer vermiyordu. Ancak milyonlarca korsanın buluşma noktası olmuştu. Yukarıda belirtildiği gibi İnternet öncesi korsanlık potansiyeli sadece arkadaş çevresi ile sınırlıydı [3]. Ancak şimdi Pirate Bay kullanıcıları torrent teknolojisiyle birbirlerinin bilgisayarına erişip “yoldaş”ların bilgisayarından dosya indirebiliyordu. Bu sefer müzik ve film endüstrisi The Pirate Bay’e mektuplar yazıp fikri mülkiyet haklarını ihlal eden içeriklerin paylaşımına yardımcı oldukları gerekçesiyle gerekli önlemlerin alınmasını talep etmeye başladı. The Pirate Bay ise bu taleplere “sinir bozucu” yanıtlar veriyor ve daha sonra bu yanıtları web sitesinden yanıtlayarak şirketleri çıldırtıyordu. Örneğin [4]:

Dreamweaver’a: Farkındasınız ya da değilsiniz, ama İsveç, Birleşik Devletler’in bir eyaleti değildir. İsveç, Kuzey Avrupa’da bir ülkedir ve ABD kanunları bu ülkede geçmez. The Pirate Bay, İsveç kanunlarını ihlal etmemektedir.

Warner Bross’a: Milyonlarca insanın kullandığı bir hizmeti siz istiyorsunuz diye neden durduralım?

Warner Music’e: Bilginiz olsun, şu an tuvalet kağıdım var. Mahkeme tebligatlarını göndermek için biraz bekleyebilirsiniz.
Fakat müzik ve film endüstrisinin The Pirate Bay’e yanıtı sert oldu. The Pirate Bay ve Korsanlık Bürosu, kanunlarının geçerli olmadığını öne sürdükleri ABD’nin ve film şirketlerinin katkısıyla polis baskınına uğradılar. Ortalıkta dolaşan bir söylentiye göre, baskında İsveç hükumetinin de katkısı vardı. Türkiye’de biz böyle durumlara alışkın olsak da bu İsveç yasalarının ihlaliydi. İsveç polisi, The Pirate Bay’e ve Korsanlık Bürosu’na ait sunuculara el koydu ve The Pirate Bay ile ilgili 3 kişiyi gözaltına aldı. Tabi burada ufak bir not düşelim, baskının yasal zemini İsveç’in sosyal-demokrat hükumetinin bir gecede, İnternet’ten telif haklarına tabi olan materyalin indirilmesini yasadışı ilan eden bir yasa çıkarmasıyla oluşturuldu.
2009 yılında, The Pirate Bay’in dört çalışanı 1yıl hapis ve film ve müzik şirketlerinin zararını karşılamak üzere toplam 3.6 milyon dolar para cezasına çarptırıldılar.

***

Şimdi iki olaya tekrar bakalım.
Aslında hem The Pirate Bay/Korsanlık Bürosu hem de Yahoo sınırsız bir İnternet’ten bahsediyordu. Yahoo, Fransız kanunlarının ABD’de de geçerli olmadığını söylerken, The Pirate Bay ABD kanunlarının İsveç’te geçerli olmadığını söylüyordu. Her ikisi de haklarında açılan davayı kaybettiler. The Pirate Bay/ Korsanlık Bürosu, kapitalizmin en hassas noktasına dokunduğundan çok daha sert bir müdahaleye maruz kaldı. Ancak her iki dava sonucu da İnternet’teki yeni dönemin ilanıydı: Eski özgür günler sona ermiş ve İnternet hızla devletlerin ve şirketlerin kontrolüne girmeye başlamıştı.
Bunu kısa sürede fark eden Yahoo, davayı kaybettikten sonra içinde faaliyet gösterdiği devletlerle uzlaşma yoluna girdi ve ifade özgürlüğü söylemini terk ederek kapitalist sisteme daha yoğun entegre oldu.

The Pirate Bay/ Korsanlık Bürosu’nun dava süreci ise korsanların siyasallaşmasının ve Korsan Partisi çatısı altında toplanmasının önünü açtı. Korsanlar, sisteme teslim olmak yerine mücadelelerini siyasal alana taşıdılar.

Korsan Partisi
Polis baskınından üç gün sonra, The Pirate Bay sunucularını Hollanda’ya taşıdı ve oradan hizmet vermeye devam etti. Ancak baskın sonrası The Pirate Bay’e çok hızlı büyüyen bir kamuoyu desteği oldu; polis baskını sokak gösterileriyle protesto edildi. Elbette ki insanlar bir anda sokaklara dökülmediler. Korsanlık Bürosu’nun etkin çalışması, film ve müzik endüstrisinin “hırsızlık” üzerine kurulu propagandasını da etkisiz kılmıştı. Korsanlar, Korsanlık Bürosu üzerinden karşı saldırıya geçmişlerdi. Proudhon’un kulaklarını çınlatırcasına gerçek hırsızlığın İnternet’ten dosya indirmek değil, bizzat telif ve patent sisteminin kendisi olduğunu ima ediyorlardı.
1 Ocak 2006’da kurulan Korsan Partisi, Eylül 2006’da düzenlenen İsveç Parlamentosu seçimlerinde %0,68’lik oy oranıyla parlamento dışında kalsa da, parlamento dışı partiler arasında üçüncü olmuştu. Partinin 9 ay içinde gösterdiği bu başarıda İsveç polisinin baskının katkısı inkar edilemezdi. Üye sayısı 2008 yılı sonunda Yeşiller’i geçmişti. Nisan 2009’da, The Pirate Bay davasının sonuçlanmasından (yani kaybedilmesinden) 7 saat sonra 3000 yeni üye kazandı. Bir hafta sonra üye sayısı 40000’i (mahkeme öncesinde 15000’di) bulmuştu. Şimdi 50000’den fazla üyesiyle, Sol Parti’den, Liberal Parti’den, Hristiyan Demokratlar’dan ve Merkez Parti’den daha fazla üyeye sahip ve İsveç’in en fazla üyeye sahip üçüncü partisi. 2009 yılındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde İsveç’teki oyların %7,13’ünü alarak Avrupa Parlamento’sunda sandalye sahibi olduğunda artık tüm gözler Avrupa’da dolaşan bu hayalete çevrilmişti.

Korsan Partisi’nin öncülü Korsanlık Bürosu, başından beri hem ulusal hem de uluslararası alanda faaliyet göstermekteydi. Bugün 12 ülkede resmi olarak Korsan Partisi var. Türkiye’nin de (http://korsanpartisi.org/) dahil olduğu 20’den fazla ülkede böyle bir partinin kurulmasına yönelik girişimler var. İsveç Korsan Partisi’nden sonra Alman Korsan Partisi de seçimlerde kayda değer bir başarı elde etti.

Film ve müzik endüstrisinin ya da yazılım tekellerinin korsanları kamuoyuna nasıl tanıttığı gayet iyi biliyoruz. Aşağıdaki karikatür, bunu gayet iyi özetliyor. Ancak, Korsan Partisi ve yandaşları hakkında yapılabilecek belki de en yanlış şey, onları bedavacılar sürüsü olarak tanımlamak olacaktır.

Parti’nin 3 temel talebi vardır:
1. Adaletsiz ve tek yönlü çalışan telif hakları yasalarını yeniden ele alınarak değiştirilmelidir
2. Patent sistemi ortadan kaldırılmalıdır.
3. Kişilik haklarına saygılı olunmalı, özel hayata müdahale edilmemelidir.

Korsan Partisi, bugünün telif hakları sisteminin yaratıcılığı arttırmaktan çok toplumsal dengesizliklere yol açtığını belirtmektedir. Sanatçıların yaratıcılığını teşvik edeceğim diye, toplumun büyük bir kısmının kültürel ifadelerden ve bilgiden faydalanması engellenmektedir. Yasalar sadece ticari amaçla yapılan kopyalamayı engellemelidir. Kullanıcının yasal haklarını sınırlayan, herhangi bir ürünün kopyalanmasını engelleyen DRM (Sayısal Haklar Yönetimi) gibi teknolojilerin kullanımı yasaklanmalıdır. Kısacası, kültür ürünlerine ve bilgiye erişim tüm topluma açık olmalıdır. Kültürün eşit dağılımı ve bilginin paylaşımı toplumun demokratikleşmesinin önünü açacaktır.

Korsan Partisi, telif haklarının kısıtlanması talep ederken, patentler konusunda ise son derece uzlaşmazdır: Patent sistemi ortadan kaldırılmalıdır. Korsan Partisi’ne göre, patentler topluma ölümcül zararlar vermektedir. Patentler, genel söylemin aksine yaratıcılığı teşvik etmekten çok tekellerin küçük firmaları oyun alanı dışında tutmasına yardımcı olmaktadır. İlaç tekelleri insan sağlığını tehlikeye atmaktadır. Patentler aşamalı olarak kaldırılmalıdır.

Korsan Partisi’nin üçüncü talebi ise bizim gibi telekulak skandallarıyla çalkalanan bir ülke için daha anlamlıdır. Hükumetler, sürekli bir terör ortamı yaratıp insanların özgürlüğünü kısıtlamaya son vermelidir. Hükumetler, vatandaşlarına özgürlük, adalet ve demokrasi sağlamakla yükümlüdür. Özgürlük ve demokrasi sözde değil, pratikte uygulanmalıdır. E-postalara, SMSlere ve diğer iletişim araçlarına üçüncü tarafların müdahalesi yasaklanmalıdır. Tüm bunlar, ancak ve ancak kesin bir şüphe olduğunda çiğnenebilir olmalıdır. Elde somut bir kanıt ya da son derece tehlikeli bir durum olmadığı sürece işverenler çalışanlarının, hükumetler vatandaşlarının iletişim süreçlerine müdahale edememelidir.

Sonuç Yerine
Yahoo ya da The Pirate Bay davalarında yaşanan, yerel hükumetlerin İnternet’e müdahalesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için pek yabancı değil. İnternet kimi zaman açık seçik olarak, kimi zaman da gizli olarak sansürleniyor [6]. İnternet’te yeni bir döneme girildiği, bu tarz müdahalelerin artacağını tahmin etmek zor değil.
Ayrıca, film ve müzik şirketlerinin son yıllarda korsana karşı savaş açtıklarını da medyadan takip etmek mümkün. Baskınlar düzenleniyor. Polis şefleri, baskınlarda kendilerine eşlik etmeyen sanatçılara kızabiliyor. Bu konuda duyarlı sanatçımız Şafak Sezer, onurlu hayat dersi veriyor polis şefi’nin yanında [7]:

”Onurlu bir hayat sürmelerini istiyorum. Daha onurlu bir şekilde yaşasınlar. Onların da belki çocukları var, onların da aileleri var. Daha onurlu para kazansınlar. İnsanlar bu CD’leri alıyor, ama bu paralar başka bir tarafa gidiyor. Yakında zaten emniyet müdürümüz Celalettin Cerrah açıklamasını yapar. Aldığınız CD’lerin belki de size silah olarak geri döneceğini bilmiyorsunuz. Bu para başka bir örgüte gidiyor”.

Dolayısıyla, İnternet değişip dönüşürken, İnternet’i sadece bir mücadele aracı olarak görmemeli, Korsan Partisi’nin gösterdiği gibi onu bir mücadele alanı olarak algılamalıyız. Yoksa o araç da yakında tamamen elimizden gidebilir. Artık “bizim” de bir şey yapmamız gerekiyor. İnternet’e özgürlük hareketinin, “youtube”un ve diğer sitelerin kapatılmasına karşı düzenlediği protestolar zayıf kalıyor. Mücadelenin, halkın enformasyona ve kültürel birikime, eşit ve özgür erişim hakkı bağlamında genişletilmesi ve toplumsallaştırılması gerekiyor. Korsan Partisi’nin İnternet alanında, kralın (kapitalizmin) çıplaklığını tüm açıklığıyla ortaya koyan söylemi ve pratiği önemli dersler içeriyor.

Bu doğrultuda, Korsan Partisi’nin üç temel talebinin tartışılması şart görünüyor:

• Adaletsiz ve tek yönlü çalışan telif hakları yasalarını yeniden ele alınarak değiştirilmesi
• Patent sistemi ortadan kaldırılması
• Kişilik haklarına saygılı olunması
Solduyumuz elbette Şafak Sezer gibilerin değil, Korsan Partisi’nin safında olmamız gerektiğini söylüyor. Ama inandırıcı olabilmemiz için aşağıdakilere benzer sorulara da hazırlıklı olmalıyız:
• Telif hakları sanatçının yaratıcılığını teşvik etmek için gerekli mi?
• Telif hakları olmazsa, sanatçılar aç kalmaz mı?
• Korsan yazılım mı? Özgür Yazılım mı?
• Patent sistemi innovasyonu arttırıyor mu?
• Terörizm, çocuk pornosu, uyuşturucu ticareti vb. suçlara karşı kişilik hakları ihlal edilebilir mi?
• Ben yasadışı işler yapmıyorum, neden izlenmekten korkayım ki?

Kaynakça
[1] GOLDSMITH, J. , WU T.(2006), Who Controls the Internet? Illusions of a Borderless World, Oxford University Press, p. 1-13
[2] Li, M. (2009), The Pirate Party and the Pirate Bay: How the Pirate Bay Influences Sweden and International Copyright Relations, 21 Pace International Law Review 281
[3] Wikipedia, The Pirate Bay, http://en.wikipedia.org/wiki/Pirate_bay son erişim 29 Kasım 2009
[4] The Pirate Bay, http://thepiratebay.org/legal son erişim 30 Kasım 2009
[5] Wikipedia, Pirate Party International, http://en.wikipedia.org/wiki/Pirate_Party_International son erişim 29 Kasım 2009
[6] Bianet, Türk Telekom’dan Birgün’e Sansür, http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/103135-turk-telekomdan-birgune-sansur son erişim 30 Kasım 2009
[7] http://www.porttakal.com/haber-sanatcilar-cerrah-i-kizdirdi-315347.html son erişim 30 Kasım 2009

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir