Daha önce akıllı şehirler hakkında yazdığım yazılarda şehirleri bir bilgisayar gibi ele alan yaklaşımları aktarmıştım. Siemens, akıllı şehirleri bir açık hava bilgisayarına benzetiyordu. Jenny McGrath, Kansas City’deki akıllı şehir projesi hakkındaki yazısında akıllı şehri, algılayıcılarla donatılmış ve uygulamalara ihtiyaç duyan dev bir akıllı telefon gibi görüyordu (bkz. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2020/04/01/sirketlerin-ve-hukumetlerin-yonettigi-akilli-sehirler/). Bu yazıda ise Luque-Ayala ve Marvin’in (2020), Kent İşletim Sistemleri: Hesaba Dayalı Şehri Üretmek adlı çalışmasına yer vereceğim. Fakat bu konuya geçmeden önce geçen ayın en çok tartışılan konularından biri olan WhatsApp’ın yeni gizlilik politikasına kısaca değinmek istiyorum. Önümüzdeki günlerde akıllı şehirler ve platform ekonomilerini (bu arada Uber’in Türkiye’de yeniden faaliyete geçeceğini atlamayalım) daha sık tartışmak zorunda kalacağız. WhatsApp olayını sadece mahremiyetin sınırları içinde kalarak tartışamayacağımızı, önümüzdeki günlerdeki tartışmalara hazırlıklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
2021’in başında Facebook, 8 Şubat’ta WhatsApp’taki gizlilik politikasını değiştireceğini duyurdu. Kullanıcıların WhatsApp kullanmaya devam edebilmeleri için yeni koşulları kabul etmeleri gerekiyordu. Yalan haberlerin ve komplo teorilerinin yayılmasında büyük payı olan Facebook, bu sefer kurban durumundaydı. Facebook mahremiyet ihlalleri hakkında zaten kötü bir sicile sahipti ve insanlar ister istemez Facebook’tan kuşkulanıyordu. Bu nedenle bir çok insan, WhatsApp’ta tam olarak neyin değişeceğini bilmese de bu değişikliği Facebook’un kişisel yazışmaları okuyabilmesi için atılmış bir adım olarak algıladı. Ancak yine de üye olunan çeşitli gruplar ve Facebook’un geri adım atacağı beklentisi nedeniyle WhatsApp’ı telefonlarından tamamen kaldıramadılar. Ama başta Telegram ve Signal olmak üzere alternatif mesajlaşma uygulamalarını telefonlarına indirdiler.
Facebook yetkileri ise yaptıkları açıklamalarda gizlilik politikasında ufak değişiklikler yaptıklarını, kullanıcı mesajlarını okuyamadıklarını ve hizmetlerinin rakiplerininkinden daha güvenliği olduğunu iddia ediyorlardı. WhatsApp, dünyanın dört bir yanındaki insanlara uçtan uca şifreleme olanağı sağlamıştı. Bu güvenlik teknolojisini şimdi ve gelecekte de savunmaya kararlıydı. Yeni güncelleme bunu değiştirmeyecekti.
Kısmen haklılar. Facebook, WhatsApp’ı 2014’te satın aldı. 2016’dan beri de kullanıcıların etkinlikleri hakkındaki bilgiler Facebook ile paylaşılıyor. Buna karşın, kullanıcıların mesaj içerikleri paylaşılmıyor; Facebook sadece kullanılan telefon numaraları, uygulamanın ne kadar sıklıkla açıldığı, internet bağlantısından elde edilen konum, kullanılan işletim sistemi vb bilgilere erişiyor. Telefon numaraları, reklamcılara satılmamasına karşın Facebook’un hedefli reklamcılığa dayalı iş modelini daha isabetli yapabilmek için kullanılıyor. Ayrıca Facebook, WhatsApp’ta kimin kiminle haberleştiği bilgisini (bu bilgi, telefon iletişiminde telekom operatörlerinin önemli hazinelerinden biri!) de kaydetmediğini belirtiyor.
Peki WhatsApp, bildiğimiz WhatsApp ise ne değişti? The New York Times‘tan Shira Ovide, daha WhatsApp’ın gizlilik politikasındaki değişiklik gündeme bomba gibi düşmeden önce, 1 Aralık 2020’de yayımlanan yazısında WhatsApp’ın gözlerimizin önünde yeniden modellendiğini yazıyordu (https://www.nytimes.com/2020/12/01/technology/why-whatsapp-matters.html). Ovide’ye göre WhatsApp kullanalım ya da kullanmayalım, değişiklikler interneti yeniden biçimlendirecek nitelikteydi. Dünyada iki milyar kişinin düzenli olarak WhatsApp kullanmasına karşın Facebook bundan önemli bir kazanç elde etmiyor. Kullanıcılar WhatsApp’ı kişisel iletişim aracı olarak kullanıyorlar. Ancak Facebook’un son hamleleri başarılı olursa WhatsApp, insanların alışveriş yapma ve interneti kullanma şeklinde köklü değişiklikler yaratabilir.
Ovide, Facebook’un platformlarında üç adımdan oluşan bir strateji uyguladığını belirtiyor. Birinci adımda, insanların bir birleriyle iletişime geçebileceği alanlar yaratıyor. Facebook temel sosyal ağında ve daha sonra Instagram ve WhatsApp’ta bunu yaptı. İkinci adımda, çok sayıda insanı bu hoş ve çekici alanlara topladıktan sonra, iş dünyasını içeri alıyor ve insanlara bir şeyler satmaya çalışıyor. Üçüncü adımda ise işletmelerin kullanıcılara erişebilmek için Facebook’a para ödemek zorunda olduğu çeşitli yollar yaratıyor.
Facebook, temel sosyal ağında ve Instagram’da bu üç adımı başarıyla uygulamasına karşın WhatsApp’ta ikinci ve üçüncü adıma geçmekte zorlanıyor. WhatsApp, ABD’de çok yaygın olmamasına rağmen bir çok ülkede insanlar uygulamayı arkadaşlarıyla veya ailesiyle haberleşmek için kullanıyor. Ücretli SMS göndermek yerine WhatsApp mesajlarını tercih ediyorlar ve çeşitli gruplarda bir araya geliyorlar. Ayrıca son yıllarda bazı işletmeler, siparişleri alırken veya müşterilerinin sorularına yanıt verirken WhatsApp’tan yararlanıyorlar. Ama Facebook, bu ticari kullanımları ücretlendiremiyor.
Şimdiye kadar Facebook, WhatsApp üzerindeki bu ticari ilişkileri, yeni bir iş modeline çevirememiş olmasına rağmen bu durum yakın zamanda değişebilir. Müşteri ilişkileri yönetimi yazılımı üreten bir startup olan Kustomer’ı 1 milyar dolara alma girişimi yeni bir dönemin habercisi olabilir. Kustomer, işletmelerin müşteri hizmetlerine yardımcı olabilmek için sohbet uygulamaları geliştiriyor. Yakında WhatsApp, müşteri çağrı merkezlerinin yeni bir biçimi olarak karşımıza çıkabilir. 7 Kasım 2019’da, “Küçük İşletmeler için Katalog Tanıtımı” başlığı altında tanıttığı iş modelinde yeni gelişmeler de bekleyebiliriz (https://blog.whatsapp.com/introducing-catalogs-for-small-businesses/?lang=tr). Ya da 15 Haziran 2020’de duyurulduğu gibi WhatsApp yeni bir ödeme aracı olarak karşımıza çıkabilir (https://about.fb.com/news/2020/06/whatsapp-payments-brazil/).
Kısacası, Facebook’un yeri arayışlarının gösterdiği gibi WhatsApp insanların sadece birbirleriyle haberleşmek için kullandığı bir uygulama olarak kalmayacak. Son politika değişikliği bunun yasal zeminini oluşturmaya çalışan bir düzenleme olabilir. Ovide’nin vurguladığı gibi WhatsApp’ın özellikle internet kullanım alışkanlıklarının göreceli olarak daha yeni olduğu ülkelerde yaygın olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Facebook’un bu girişimi başarılı olursa Hindistan’da ilk örneklerini gördüğümüz gibi (https://techcrunch.com/2020/04/26/reliance-and-facebook-pilot-jiomart-orders-on-whatsapp/) perakende endüstrisinde şimdiden tamamen öngöremeyeceğimiz köklü değişiklikler yaşanabilir. Elbette Facebook’un bu girişiminin kesinlikle başarılı olacağının bir garantisi yok. Ancak başarılı olursa diğer büyük şirketlerin de Facebook’u takip edeceğini ve bunun internet üzerindeki etkisini atlamamak gerekiyor. Sonuçta Facebook bir şirket ve WhatsApp’tan para kazanmanın yolunu bulmak zorunda!
Diğer yandan son zamanlardaki WhatsApp tartışmaları önemli dersler de içeriyor. Facebook/ Cambridge Analytica skandalından sonra (yine istemeyerek de olsa) önemli bir ders verdi. Facebook/Cambridge Analytica skandalı, kişisel verilere dayalı kestirimlerin insanları etkilemek için nasıl kullanılabileceğini hakkında (Trump’ın iktidara gelmesinde etkili olarak) güzel bir ders vermişti. “Saklayacak bir şeyim yok. Kişisel verilerimin kullanılmasını umursamıyorum.” düşüncesinin siyasi sonuçlarının neler olabileceğini göstermişti. Facebook’un WhatsApp’la verdiği ikinci ders ise teknolojik egemenliğin önemini anlatıyor. Tekellerin sunduğu hizmetlerin yerine kullanılabilecek yazılımların ve özellikle de özgür yazılımların varlığının internetin geleceği için ne kadar önemli olduğunu, alternatif uygulama ve hizmetler (ve özellikle tüm insanlığa ait özgür yazılımlar) olmadan şirketlerin politikalarına karşı çıkmanın zor olduğunu gördük. Facebook’un kişisel yazışmalara erişmediği ve buradaki bilgileri kullanmadığı iddiası doğru olsa bile bunun hep böyle kalacağının bir garantisi yok. Özel mülkiyetli bir platformda/yazılımda, mülk sahibi kullanım politikalarını keyfi biçimde değiştirebilir. Platform/yazılım kullanıcı için elzemse ve alternatif yoksa kullanıcılar bu değişikliği kabul etmek zoruna kalırlar.
Fakat mahremiyet kaygısı, bugün insanları harekete geçiren önemli bir güç olmasına rağmen etkisi kalıcı olmayacak. Facebook, politika değişikliği kararını Mayıs’a kadar erteledi. Bu sürede, gizlilik politikasında değişikliği daha iyi açıklamaya çalışacak ve “mesaj içeriklerini okumadığı” üzerinde durarak muhtemelen gerekli rızayı üretecek. WhatsApp’ın yerine başka mesajlaşma yazılımlarının kullanılmasını önerebiliriz. Ama WhatsApp’ın sahibi Facebook, dünyanın en kârlı platformlarından biri. WhatsApp’ı da er ya da geç kârlı bir platform haline getirecek veya pes edecek. Başarılı olursa WhatsApp zaten aynı kulvarda kalmayacak ve kişisel mesajlaşmanın ötesine geçecek. Dolayısıyla verinin onu elinde bulunduranlara sağladığı güce odaklanmanın ve kişisel veriler hakkındaki tartışmaları bu yönde politikleştirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Artık kişisel verilerin mahremiyetle sınırlı dar çerçevesi içinde kalamayız. Eğer WhatsApp, Ovide’nin düşündüğü gibi, yeniden modellenirse satıcılarla alıcıyı bir araya getiren yeni bir platform; zengin Kuzey’in, Güney’i yeniden sömürgeleştirdiği araçlardan biri olacak.
Özetle, artık ifade özgürlüğü ve mahremiyet taleplerinin ön planda olduğu 2000’li yılların interneti yok. Google, Facebook, Amazon, Uber, AirBnb vb platformlar, ekonominin işleyişine ciddi müdahalelerde bulunuyorlar. Platformların işleyişine, altında yatan mantığa daha çok dikkat etmek gerekiyor. İfade özgürlüğü ve mahremiyet hala çok önemli, ama biz 1984‘e karşı çıktığımızı düşünürken altta eşitsizliği artıran ve insanları daha da yoksullaştıran yıkıcı gelişmeler yaşanıyor.
Benzer bir sorunu akıllı şehirler konusunda da yaşıyoruz. Akıllı şehirlere yöneltilen temel eleştirileri dört başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, indirgemeci teknokrat yönetişim anlayışları ve şehirlerin her yönünün ölçülebilir ve izlenebilir olduğunu varsaymaları. Şehirle ilgili sorunlar, teknik sorunlara indirgeniyor ve bunun sonucunda teknik çözümler öncelikli oluyor. İkincisi, akıllı şehirlerin kırılgan ve saldırıya açık olması. Nesnelerin interneti teknolojisi, şehirler için bir çok olanak sunmasına karşın bir siber saldırı riski yüksek ve güvenlik önlemleri hâlâ yeterli değil. Üçüncüsü, gözetimin genişlemesi ve derinleşmesi sonucunda kestirimsel profilleme ve sosyal derecelendirme uygulamalarının yaygınlaşması. Dördüncüsü ise akıllı şehir müdahalelerin ve büyük veriye dayalı çözümlerin, tarafsızlık illüzyonuna neden olması. Akıllı şehirler, şehirlerin işleyişine ve şirketleştirilmesine yönelik ciddi müdahaleler içermesine karşın bu müdahaleler sayıların tarafsızlığının altında gizlenebiliyor.
Tüm bu eleştirilerin titizlikle ele alınması gerekiyor. Ancak Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) belirttiği gibi kentsel işlevlerin dijital teknolojiler aracılığıyla şirket tarafından devralınması, kapsayıcılık, sürdürülebilirlik ve dijital mahremiyet gibi liberal değerlerin öne sürülmesi ile dengelenemez. Yeni dijital şehircilik (kim tarafından ve hangi amaçlar doğrultusunda hayata geçirildiğinden bağımsız olarak) kendine özgü bir kentsel yönetişim rejimi kuruyor. Yeni ilişkiler, bağlantılar ve akışlar oluşuyor. Bu bağlamda tartışmayı kullanılan teknolojilerin analizinden veya bu teknolojilerin nerede ve kimin yararına kullanıldığı tartışmasının ötesine taşımak, dijital teknolojilerin şehri nasıl dönüştürdüğünü ve biçimlendirdiğini anlamak için altında yatan hesaplama mantığının kendisini analizini etmek gerekiyor. Luque-Ayala ve Marvin (2020) bu analizi Kent İşletim Sistemleri başlığı altında yapıyor.
1960’lardan Günümüze Teknoloji ve Şehir
Dünyanın dört bir yanındaki akıllı şehir projelerinde hükümetler ve şirketler şehirleri dijital teknolojilerle donatarak şehirle ilgili hizmetlerdeki kaliteyi artırmayı, şehri daha verimli ve sürdürülebilir yapmayı ve şehrin altyapısını otomatikleştirmeyi hedefliyorlar. Bu doğrultuda, şehri hesaplanabilir bir varlık haline getirmeye çalışıyorlar. Şehirlerle ilgili süreçler politikasızlaştırılırken operasyonel verimlilik, optimizasyon ve yönetim öncelikli hale geliyor.
Günümüzde şehirlerden toplanan veri ve nesnelerin interneti yardımıyla neredeyse şehirlerin tüm sorunlarının çözülebileceğine dair beklentiler oldukça yaygın. Fakat Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) belirttiği gibi bilgisayarların şehirlere bakışımızı etkilemesi yeni bir olgu değil. 1960’lardan günümüze bilgisayar teknolojileriyle şehirler yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. Ancak her dönemin kendine özgü dinamikleri var.
Örneğin, 1960’lardan 1990’lara kadar sibernetik, kent araştırmacılarının ve uygulayıcıların şehre bakışında etkili oldu. Bu dönemde, Amerikan Savunma Sanayi tarafından geliştirilen enformasyon teknolojilerinin de etkisiyle şehrin bir iletişim sistemi olarak ele alınması, bir makine veya canlı bir organizma biçiminde kavramsallaştırılması ve sibernetik terimlerle tartışılması yaygındı. Sistem analizinin modern şehirdeki karmaşıklığı yönetmenin anahtarını sunduğunu savunan MIT profesörü Arnold E. Amstutz’un düşünceleri dönemin yaygın anlayışını özetlemektedir. Amstutz, şehirlerin üç adımlı bir stratejiyle insanların ihtiyaçlarına yanıt verebilecek biçimde düzenleneceğini iddia etmektedir: mekansal ortamı kategorilere ve alt kategorilere göre yapılandırma, açık hedefler ve değerlendirme kriterleri geliştirme, bilgisayarları kullanarak tüm ortamın bir temsilini sentezleme ve sürdürme. Amstutz, bilgisayarlara güvenmektedir ve daha fazla veri ve daha iyi modelleme yardımıyla kentsel sorunlara karşı doğru yanıtlara ulaşılabilecektir. Bu dönemde, sosyal bilim ve politika analistlerinin giderek daha fazla akış şemalarına ve veri görselleştirmelerine başvurdukları görülür. Örüntü arayışları, şehir hakkındaki bilgilerin yeniden düzenlenmesine ve yeni kentsel biliş biçimlerinin geliştirilmesine yardımcı olur. Bilgisayar uygulamalarına ve sistem dinamiklerine duyulan güven yüksektir ve teknolojinin kentsel çürümenin semptomları yerine kentsel yapının dinamiklerini hedeflemesi gerektiği düşünülmektedir.
Sibernetik şehir anlayışının gelişiminde bilgisayar bilimi, modelleme ve simülasyonun yanı sıra Amerikan savunma ve havacılık sanayisinde çalışan bilimciler tarafından geliştirilen sistem analizi hakkındaki geniş bilgi birikiminin şehirciliğe taşınması da etkili oldu. Belediye yönetimlerine danışmanlık yapan NASA, Lockheed, RAND vb şirketlerin etkileriyle askeri araştırma programlarındaki teknik ve teknolojiler şehir yönetimlerine aktarıldı. Ayrıca soğuk savaş sonrasında askeri harcamaların kısılmasıyla beraber savunma sanayi şirketleri inovasyon ve teknolojilerini yeni pazarlara taşımaya başladılar. Şehirlere bakış da değişiyordu. Irk, cinsiyet ve sınıf gibi yapısal kategorilerin yerini çevre alırken kentsel siyaset; tasarım, estetik ve kişiselleştirme etrafında şekilleniyordu. Şehir planlamacıları, muazzam miktardaki nicel verinin yeni bir nesnel hakikat biçimi oluşturduğunu ve bunun etkilerini konuşuyorlardı. Ayrıca savunma transfer edilen yalnızca teknoloji değildi. Dil de transfer edilmişti. Artık şehir, şehir yönetimlerinin yoksulluğa, kaosa ve kargaşaya karşı savaştığı bir savaş alanıydı. Pittsburgh, New York City ve Los Angeles’da, yerel yönetimlerde hesaplama, sibernetik ve askeri uzmanlığın birleşiminden oluşan kentsel dönüşüm programları başlatıldı. Şehir plancıları ve yöneticiler, şehirleri askeri bir perspektiften ele alıyor ve şehirdeki süreçlerin enformasyonel yönetimiyle sorunlara çözümler aramaya çalışıyorlardı. Sibernetikten aldıkları ilhamla sorunların daha iyi geri bildirim döngülerinin uygulanması ve sürekli kendini ayarlama yoluyla çözülebileceğine inanıyorlardı.
Bunun yanında, bilgisayar teknolojilerindeki her gelişme uzmanları heyecanlandırıyordu. 1990’lara gelindiğinde bilgisayar kullanımındaki artışın toplumu maddesizleştirdiğini ve yaşayabileceğimiz maddi olmayan bir bilgi dünyası yarattığını savunanların sayısı bir hayli fazlaydı. Dijital iletişimin, mekansal yakınlık ihtiyacının üstesinden gelerek şehirlerin çökmesine neden olacağı düşünülüyordu. Ancak Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) yazdığı gibi bu tür tahminleri öne sürenler, bilgisayar teknolojisi ve şehirler arasındaki karmaşık ilişkiyi ve çoklu bağımlılıkları kavramanın çok uzağındaydılar.
1990’larda, sibernetik şehirlerin yerini ağ bağlantılı şehirler aldı. Bilgisayar teknolojisi, şehirlerin çökmesine neden olmak yerine küresel kentleşmeyi kolaylaştırdı. Şehirler; binaların, ulaşım ağlarının, ekonomik faaliyetlerin ve kültürel yaşamın yer aldığı fiziksel yerler olmanın yanında dijital iletişimin güç merkezleri haline geldiler. Artık dijital iletişimin şehirlerin sonunu hazırlayacağı iddia edilmiyordu. Teknoloji, sosyal, fiziksel, ekonomik ve kültürel ilişkilere aracılık eden bir güç olarak değerlendiriliyor; dijital teknolojilerin şehre ve gündelik yaşama etkileri tartışılıyordu. Bu dönemi, sibernetik şehir vizyonundan akıllı şehir vizyonuna geçiş süreci olarak da değerlendirebiliriz. CCTV, akıllı kamu hizmetlerinin ölçümü, veri toplamanın kolaylaşmasıyla artan sosyal hedefleme ve derecelendirme uygulamalarıyla beraber gözetim üzerine kurulu yeni bir politik ekonomik yapılanmanın temelleri atılıyordu.
ERP Sistemleri
Sibernetik ve ağ bağlantılı şehirlerin izlerini, ütopyalarını ve sorunlarını akıllı şehirlerde görmek mümkün. Bunun yanında, akıllı şehir vizyonlarında şehirlerin bir şehirden çok bir şirket gibi yeniden inşa edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu bağlamda, Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) akıllı şehirleri ele alırken ERP (Enterprise Resource Planning – Kurumsal Kaynak Planlaması) sistemlerine yaptığı göndermenin kritik bir nokta olduğunu düşünüyorum. İlk olarak 1980’lerde geliştirilen kurumsal işletmelerde yaygın olarak kullanılan ERP sistemleri, iş süreçlerini (ödeme, satın alma, kalite yönetimi, müşteri edinme, ürün/hizmet sağlama vb) ortak bir veritabanında entegre eden ve enformasyonun hesaplama, insan kaynakları, satış vb kurumsal birimlerde aktığı yazılım yönetim sistemleridir.
2000’li yılların başından beri bazı belediye yönetimleri de ERP sistemlerini finans, satın alma, maaş bordrosu, insan kaynakları ve e-devlet arasında bağlantı kurarak iç operasyonlarını düzene koymak için kullanıyorlar. Fakat ERP sistemlerinin şehirlere etkisi sistemin doğrudan kendisiyle değil, içerdiği rasyonalitenin ve düzenleyici rejimin belediyelere taşınması ile gerçekleşti. ERP, yukarıda da belirttiğim gibi şirket içi iş süreçlerini bir birine bağlıyordu ve şirketten geçen tüm enformasyonun sorunsuz entegrasyonunu vaat ediyordu. Ancak bu vaadini gerçekleştirirken kurumları, yazılımın mantığına uymaya ve kendi sistemlerini buna göre yeniden yapılandırmaya zorluyordu. Sistemin kurum içinde başarılı olabilmesi için kurumun sisteme ayak uydurması gerekiyordu. Teknolojinin (yazılım) kara kutulu doğası, onu farklı, ön görülmemiş gereksinimler doğrultusunda değiştirmeye veya dönüştürmeye karşı koruyordu ve böylece yapılandırmasındaki katılığı daha çok artırıyordu. Dijital teknolojiler genel olarak esneklik vadeder, ama ERP uygulamaları sık sık tam tersine neden oluyordu.
ERP sistemlerinin kullanıldığı yerlerde organizasyon önce işlevlere ve alt işlevlere bölünüyordu. Bileşenlerin ayrıntılı bir şekilde ayrıştırılmasından sonra parçalar ve ilişkiler bir araya getirilerek yeniden yapılandırılıyordu. Bu birlikte çalışabilirlik mantığı, ERP sistemlerini kullanan kuruluşların günlük işlerini, standartlaştırılmış prosedürsel adımlar, modeller, işlevsel kategoriler, modüller ve çapraz modüler işlemlerden oluşan bir koleksiyon halinde yeniden yapılandırıyordu. İç işleyiş, yazılımda somutlaşan işlem adımlarına indirgendikçe tahmin edilebilir ve kontrol edilebilir hale geliyordu. Fakat diğer yandan kuruluşların dış ortamdaki önemli değişikliklerle başa çıkma konusundaki esnekliği ve değişen durumlara uyarlanabilirliği zayıflıyordu.
Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) vurguladığı gibi günümüzde aynı rasyonalitenin Kent İşletim Sistemleri’nde (Kent İS) devam ettirildiğini görüyoruz.
Kent İS Nedir?
İşletim sistemi, “bilgisayarda çalışan, donanım kaynaklarını yöneten ve çeşitli uygulama yazılımları için yaygın servisleri sağlayan bir yazılımlar bütünüdür. İşletim sistemi uygulama programları ve bilgisayar donanımı arasında aracılık görevi yapar.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C5%9Fletim_sistemi). GNU/Linux, Windows, UNIX, Android, Mac OS, iOS birer işletim sistemidir. Bilgisayarlarda, işletim sistemi, farklı süreçleri kontrol eder ve bu süreçlerin eş güdümünü sağlar. Bilgisayar teknolojisinin karmaşıklığını yönetir.
Luque-Ayala ve Marvin (2020), kendi çalışmalarından önce de şehirleri işletim sistemine benzeten çalışmalar olduğunu belirtiyorlar. Şehrin karmaşıklığı ve içerdiği süreçleri bilgisayarınkilere benzeten çalışmalar vardır. Kent de bu bağlamda malların değiş tokuşuna, enformasyon akışına ve kültürel pratiklere dayanan karmaşık bir enformasyon işleme sistemidir. Bir bakıma, bilgisayarlarda işletim sisteminin yaptığını yapar: Süreçleri kontrol eder ve eş güdümü sağlar (De Waal, 2011). Başka bir çalışmada ise Pieterse (2014), “demokratik, yatay ve ağ tabanlı” Wiki benzeri bir şehircilik modeli önermiş, bunu GNU/Linux ve özel mülkiyetli Windows karşıtlığında ele almıştır. Ayrıca, altyapı gelişimi ile daha geniş kentsel kontrol sorunları arasındaki bağlantılara odaklanan çalışmalar da vardır. Easterlin (2014) de şehirdeki işletim sistemini, binalar arasındaki ilişkileri kodlamak veya altyapı lojistiğini yönetmek için yazılım rutinleri, protokolleri, takvimleri vb kullanan; hem zaman içinde güncellenen hem de yeni durumları ele almak için zaman içinde ortaya çıkan bir platform olarak tanımlamıştır. Easterling’in (2014) çalışması, işletim sistemi metaforunu basitçe farklı kentsel süreçlerin eş güdümü bağlamında ele almamaktadır. Burada işletim sistemi, kentsel bağlamda bir düzen biçimi empoze eden, daha geniş bir dijital ekosisteme gevşek bir şekilde bağlanmış, bir dizi entegre bilgi ürünleri, platformları ve müdahalelerdir.
Easterling’in (2014) yaklaşımından etkilenen Luque-Ayala ve Marvin (2020)de Kent İS’yi, “standartlaştırılmış birleşik bir üründen ziyade kaotik bir hibrit teknikler, araçlar, ürünler ve sistemler demeti” olarak tanımlıyorlar. Bu bağlamda Kent İS, kentsel uygulamalar için enformasyon ve hesaplamaya dayalı ekosistemler geliştirmeye çalışır; şehrin işlevsel ve enformasyonel boyutlarını entegre etme ve daha önce ayrı veya birbirine gevşekçe bağlı olan altyapı ağları, kamu hizmetleri alanları, gündelik yaşam arasında eş güdüm sağlama kapasitesi oluşturur. Kent İS, şehri bilmenin ve onu uygulanabilir yapmanın yolunu sunar. Luque-Ayala ve Marvin (2020), algılayıcılar, donanım, yazılım, bulut, platform vb gibi teknolojilerin kendisiyle değil, bu teknolojilerin yaşamı nasıl yeniden kurduğuyla ilgileniyorlar. Çalışmalarında Kent İS’nin nasıl politik bir teknoloji olarak davrandığını ve şehirlerin yönetilme şekillerini nasıl değiştirdiğini tartışıyorlar.
Luque-Ayala ve Marvin (2020), Kent İS’yi şehre yeni bir güç ilişkileri seti dayatan bir diyagram olarak tanımlıyorlar. Ancak Deleuze ve Guattari’de olduğu gibi diyagramı sadece gerçekliğin bir temsili olarak görmüyorlar ve diyagramların aynı zamanda yeni gerçekliği inşa ettiğini savunuyorlar. Aşağıdaki beş model, diyagramların şehre düzeni nasıl empoze ettiğini; şehri nasıl yeniden yapılandırdığını ve yeniden yapılandırılmış akış ilişkileriyle tanımlanmış çözüm önerilerini gösteriyor.
Sibernetik Şehir: Sistemlerin Sistemi
Aşağıdaki ilk örnek, Hitachi’nin 2013 yılında hazırladığı rapordan ve akıllı şehirlerle bilişim teknolojilerinin ilişkisini gösteriyor (bkz. https://www.hitachi.com/rev/pdf/2012/r2012_03_all.pdf).
Hitachi, sibernetik şehir vizyonuyla hareket ediyor. Şehir, farklı kentsel alanları (tarım, ticaret, sanayi, turizm, araştırma, lojistik vb) besleyen çok sayıda ayrı sistemden (örneğin su, enerji, iletişim, ulaşım, okullar) oluşuyor. Kent İS, şu anda ayrı olan sistemler arasında bağlantı kurabilen bir platform olarak tasarlanıyor. Şehir içindeki tüm iç ilişkiler sistemini öngörülebilir ve kontrol edilebilir hale getirme isteğiyle hareket ediliyor ve önceden bölümlere ayrılmış işlevleri birbirine bağlamayı amaçlıyor. Şehrin bileşenlerinin ne olduğunu belirliyor ve bunlar arasında kurduğu bir dizi ilişkiyle varlıkları ve sınırlar yaratıyor. Ancak bir entegrasyon önerisinin ötesinde, şehrin bir sistemler sistemi olarak çerçevelendiğini; şehrin karmaşık doğasını adımlara bölündüğünü; sonrasında da şehrin yönetilebilirliğinin ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Bu yanıyla, daha önceki bölümde gördüğümüz ERP sistemlerine benziyor.
Katmanlardan Oluşan Şehir
Microsoft’un aşağıdaki diyagramında ise Kent İS, şehri tipik olarak sosyal ve/veya ekonomik, teknolojik/altyapısal, idari ve çevresel gibi kentsel yaşamın bir dizi alanı etrafında yapılandırılıyor. Şehri, birbiriyle bağlantısız, ayrı, kapalı, gevşek bir şekilde bağlanmış katmanlar dizisi olarak diyagramlaştırıyor. Her katman, belirli tekniklere ve önceki aşamalara göre yapılandırılmış ve sıralanmış ():
En alttaki üç katman (IaaS, PaaS ve SaaS), bulut bilişim hizmetleri. Microsoft’un diyagramının en altında sunucuların ve yönetim hizmetlerinin yer aldığı Hizmet Olarak Altyapı (IaaS) yer alıyor. Onun üzerinde PaaS (Hizmet Olarak Platform) var ve güvenlik/kimlik, veri, büyük veri, iş akış/otomasyon ve entegrasyon hizmetlerini sağlıyor. Daha sonra gelen katman, SaaS, Hizmet Olarak Yazılım. Verimlilik, mesajlaşma, ortak çalışma yazılımları, ERP, CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) vb yazılımlar içeriyor. Bunun üzerinde şehirlerdeki temel hizmetler (enerji, su, altyapı, ulaşım, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler, yönetim) yer alıyor. En üstte ise bu cihazlara bilgi sağlayan algılayıcılar ve kullanıcıların sistemlere erişmek için kullandığı istemciler var.
Burada temel vurgu, şehrin çok sayıda nesneye ve bileşene bölünmesi. Karmaşık ve özel olan, genel ve evrensel nesnelere indirgeniyor, böylece bunların daha geniş sistemlere entegre edilebilmesi sağlanıyor.
Kent Merkezi İşlem Birimi
IBM’in aşağıdaki akıllı işlemler merkezi ise bilgisayarların merkezi işlem birimlerini (CPU) anımsatıyor (https://ibm.co/3o64CDE):
Ortada bulunan Akıllı İşlemler Merkezi, şehrin çeşitli birimlerinden gelen uyarıları ve direktifleri (girdiler) alır ve çıktılar sunar. Şehrin farklı katmanları arasındaki bağlantılar yeniden birleştirilir; böylece yeni kentsel ekosistemlerin oluşumunda kritik bir rol oynar. Bu diyagram, Şehir İşletim Sistemi’nin yazılım ve donanım arasındaki bağlantıları genel bir sistem mimarisi içinde bir araya getirmedeki kritik rolünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda şehrin iç yönetişimi ile dışarıdaki sanal ve fiziksel ağlar arasında bir ilişki biçimini oluşturuyor. Ayrıca şehrin katmanları boyunca bir kontrol sisteminde bir araya getirilmiş, katmanlı ağlar, arayüzler ve veri entegrasyonu var. Bağlantısız ve ayrı katmanlar artık potansiyel olarak yeni analitik ve kontrol fonksiyonları ile birbirine bağlanıyor.
Veri Akışları: Döngüsel Otarsi
Aşağıdaki diyagram, yine Microsoft’un raporunda alınmış (). Otarsi kelimesi ekonomik alanda kendi kendine yeterli olmaya yönelen ülke rejimlerini ifade ediyor. Diyagramda, merkezde döngüsel bir sistem ve onun etrafında yer alan çeşitli sistemler gösteriliyor. Döngü; veri (data), analitik (analytics), içgörü (insights), eylem (action) adımlarından oluşuyor.
Kent İS, herhangi bir kentsel bağlam ve süreç için girdi ve çıktıları önceden tanımlayabilir ve standart hale getirebilir. Burada belirtilen hedef, kapalı bir veri toplama, analitik, içgörüler ve eylem döngüsünün oluşturulması. Diyagramdaki Kent İS, içeriye bakan, ilgili sosyal çıkarlar açısından dışlayıcı ve büyük ölçüde depolitize edilmiş bir bilgi akışı modu varsayıyor. Sistemin kendi dili ve mantığıyla yapılmayan meydan okumalara, yeniliğe veya yaratıcılığa kapalı teknokratik bir sistem izlenimi uyandırıyor. Analitiğin, içgörünün ve eylemin bir parçası olmak için kentsel süreçler, aracılar veya paydaşlar, yazılım sisteminin kendi varsayımlarının içinde yer almalı.
Şehirdeki Dolaşımın Parçalanıp Yeniden Bir Araya Getirilmesi
Aşağıdaki diyagram da Hitachi’den ve şehrin çeşitli parçalar ayrılıp seçimsel olarak tekrar bir araya getirilmesini gösteriyor (https://www.hitachi.com/rev/pdf/2012/r2012_03_all.pdf):
Katmanlar ve veriler halinde zaten bir araya getirilmiş olan şehir, daha sonra uyumlu bir bütünlük oluşturmak için seçici bir şekilde yeniden birleştiriliyor. Diyagram, esneklik, verimlilik ve optimizasyon elde etmek için kentsel yaşamın akışlarının ve diğer yönlerinin ayrıştırılıp yeniden düzenlenebileceği önerisini içeriyor.
Bilgisayarlaşan ve Şirketleşen Şehirler
Akıllı şehir teknolojilerinin pazar payının 2027’de 463.9 milyar dolar olacağı düşünülüyor ve teknoloji sektörü, şehirleri ürünleri için önemli yeni bir pazar olarak yeniden inşa etmeye çalışıyor. Ancak bunu yaparken de şehri bir bilgisayar olarak yeniden icat ediyorlar.
Bu diyagramların her birinde ERP’nin ve dolayısıyla şirket rasyonalitesinin izlerini görmek mümkün. ERP sistemlerinin kurumlara uygulanma ve kurumunun yeniden yapılandırılma süreci zaten kolay değildir. Fakat burada ek bir zorluk daha var. Kent işletim sistemlerinin yüzü dışarıya dönük olmak zorundadır. Kent işletim sistemleri, kentsel altyapıları, kentsel hizmetleri ve günlük yaşamı bir araya getirmek için bir dizi teknik ve kapasite sağlar, ancak bunlar genellikle doğrudan belediye kontrolünün dışında kalan teknik ve kapasitelerdir. Kent işletim sistemleri, birbirinden ayrı veya gevşek bir şekilde bağlanan şehir işlevlerini (örneğin, atık toplama, nakliye sağlama, enerji hizmetleri, güvenlik ve acil durum müdahalesi) daha bütünleşik ve sıkı bir şekilde bağlantılı bir ilişki içinde yeniden yapılandırmaya çalışır.
ERP sisteminin kurumsal mantığı, kentsel bir ürüne dönüştürülürken, kurumsal ve kentsel sorunsallar da birbirine yakınlaşır. Şehrin temel sorunları; kontrolün parçalı ve dağınık yapısı, gerçek zamanlı veri akışının olmaması, sistem izolasyonu ve mevcut verilerden içgörü üretilememesi biçiminde tariflenerek kurumsal ve şehirsel sistemlerin sorunları aynılaştırılır. Bir şehrin sorunlarını bu şekilde gördüğünüzde ve gösterdiğinizde, şehir yazılım/donanım paketlerinin mümkün kıldığı müdahale türüne uygun hale gelir.
Kent işletim sistemlerinin çalışma mantığının en önemli ögelerinden biri işlemselleştirmedir (operasyonelleştirme). İşlemselleştirme ile daha önce soyut ve ölçül(e)meyen kentsel veriler ölçülebilir biçimde yeniden tanımlanır. Böylece sayısal, hesaplanabilir, kesin olarak ölçülebilir ve standartlaştırılabilir hale gelir ve kentsel akışlar, standartlaştırılmış birimlere parçalanır. Veri kümeleri olarak yeniden kavramsallaştırılan parçalanmış şehir, daha sonra yeniden birleştirilebilir ve yeni yollarla yeniden kurulabilir. Şehir idealize edilmiş, verimli ve son derece entegre bir kurumsal varlık olarak modellenir. Önceki bölümdeki beş diyagramda da görüldüğü gibi kent işletim sistemleri, şehirde gerçek zamanlı bir altyapı bütünlüğünü yakalama iddiasındadırlar. Fakat şehri standart ve hesaplanabilir bir varlığa dönüştürürken kentsel deneyimin geniş alanlarını dışlar. Çünkü ilgi alanı yalnızca nicelleştirmeye uygun kentsel süreçlerdir; yalnızca sayısal hesaplamaya uygun konular endişe ve müdahalenin odak noktası olabilir ve diyagramlarda yer alabilir. Politik çözümlere gerek duyan karmaşık kentsel zorluklar (sosyal adaletsizlik, toprak mücadeleleri, ırk ayrımcılığı, cinsiyet eşitsizliği ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi) hesaplama mantığına dahil edilemediğinden bu sorunlar için bir eylem konusu olamaz. Bu nedenle ya politik (!) konulardan kaçınan şehir yönetimlerinin ilgi alanı dışında kalırlar ya da kestirimsel suç analizlerinde olduğu gibi zorla yapılan işlemselleştirmelerle daha farklı adaletsizliklere neden olurlar. Ayrıca politik sorunların dar bir hesaplama mantığı ile sağlananlardan daha uzun vadeli müdahale biçimleri gerektirdiğini göz ardı etmemek gerekiyor.
Luque-Ayala ve Marvin’in (2020) vurguladığı gibi kentsel işletim sistemleri şehri dijital olarak etkinleştirilmiş bir kurumsal varlık olarak ele alır ve aynı mantık ve öncelikleri yeniden üretmeye çalışır. Operasyonların sürdürülmesine, küçük üretkenlik kazanımlarına, yeni ekonomik fırsatların tespit edilmesine, yeterince yararlanılmamış kaynakların bulunmasına, değer arayışına ve yeni ticari hizmetlerin yaratılmasına öncelik verir. Ancak bu hedefler ve verimlilik arayışları belirli durumlarda değerli olmasına rağmen şehri piyasa mantığıyla yeniden yapılandırır ve sadece sermaye için yeni olanaklar yaratır.
Bu nedenle katılımcılığı, şirketlerin veya şirketleşmiş belediyelerin diyagramlarını gerçekleştirme süreçlerinde söz sahibi olmakla sınırlamamak; teknokrat şehir anlayışına karşı toplumun farklı kesimlerinin gereksinimleri ifade edebileceği bir ortam sağlamak gerekiyor. Ama daha önemlisi, işlemselleştirmenin sınırlarının farkına varmak ve farklı bilgi biçimlerine açık olmak gerekiyor.
Kaynaklar:
De Waal, M. (2011). The ideas and ideals in urban media. From social butterfly to engaged citizen: Urban informatics, social media, ubiquitous computing, and mobile technology to support citizen engagement, 5. https://mitpress-request.mit.edu/sites/default/files/titles/content/9780262016513_sch_0001.pdf, son erişim 20 Ocak 2019
Easterling, K. (2014). Extrastatecraft: The power of infrastructure space. Verso Books.
Luque-Ayala, A., & Marvin, S. (2020). Urban Operating Systems: Producing the Computational City. MIT Press.
Pieterse, E. (2014). 11| Filling the void: an agenda for tackling African urbanisation. Africa’s urban revolution, 200. https://www.researchgate.net/profile/Susan_Parnell3/publication/260363179_National_urbanization_and_urban_strategies_necessary_but_absent_policy_instruments_in_Africa/links/567a75b308ae7fea2e9a0d62/National-urbanization-and-urban-strategies-necessary-but-absent-policy-instruments-in-Africa.pdf#page=210, son erişim 20 Ocak 2019
İlk Yorumu Siz Yapın