"Enter"a basıp içeriğe geçin

YARIMADA

Türkiye İnterneti Nereye Gidiyor?

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu’nun (BTK) 22 Şubat tarihinde aldığı “İnternet’in Güvenli Kullanımı” başlıklı kararı, 15 Mayıs’ta Türkiye’nin dört bir yanında binlerce İnternet kullanıcısı tarafından “İnternetime Dokunma” diyerek protesto edildi[1].

15 Mayıs eylemleri, her hak arama eyleminde olduğu gibi dezenformasyonu da beraberinde  getirdi:

Özel Hayat

Kamuoyu önce Deniz Baykal’ın kaseti ile tanıştı. Baykal, olaydan kısa bir süre sonra  CHP Genel Başkanlığı’ ndan istifa etti. Seçimler yaklaşırken tanrılar bu sefer kurban olarak MHP yöneticilerini gözlerine kestirmişti. İki MHP yöneticisinin görüntüleri İnternet’e düştü. Hemen ardından da istifaları geldi. Bu yazı yazılırken, gizli güçler ellerinde daha dört MHP yöneticisine ait kayıtlar olduğunu söylemekte ve MHP Genel Başkanı’nın istifasını istemekteydi. CHP ve MHP yöneticileri yaşananlara “ama bu özel hayattır…” şeklinde cılız itirazlarda bulundular. Başbakan Erdoğan buna itiraz etti ve özel hayat kavramında da bir açılım yaptı. Bu vakaların özel hayat kapsamında değerlendirilemeyeceğini, çünkü yaşananların ilgili kişilerin eşleriyle olmadığını söyledi ve ardından da bir ahlak vaazında bulunmayı ihmal etmedi.

Erişilebilir Web

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2003 yılında yaptığı araştırmaya göre nüfusumuzun %12’si engellidir. Renk körü olanları saymazsak, 420 bin kişi görme engellidir. Bu sayılara, yaşlılıktan kaynaklı oluşan doğal engeller dahil değildir. 2005 yılı itibariyle yaşlı nüfusun (65 yaş üstü) toplam nüfusun %5,7’sini oluşturduğu bildirilmiştir. Dolayısıyla, var olan toplumsal yapıda doğal bir eşitsizlik vardır.

Ülkemizde engellilere ve yaşlılara dair sorunlar daha çok kişisel olarak algılanmakta ve “yardımseverlik” odaklı çözümlerle aşılmaya çalışılmaktadır. Sosyal devletin gereği olan en temel hakların yok edilmesiyle, toplumsal ilişkiler, “sadaka kültürü” ile örülmektedir. Bunun sonucunda da, yardım eden (yardımsever) ile yardım alan (engelli) arasındaki ilişki, engellilerin, her geçen gün “yardımseverlere” daha çok muhtaç hale gelmesiyle sonuçlanmaktadır.

WEB 1, 2, 3…

Dergimizin Aralık sayısında Dikizleme Günlüğü [1] adlı kitabın yazarı,  Niedzviecki’nin sorusuna yer vermiştik: “Biz bu ağın üzerinde örümcek miyiz, yoksa ağa yakalanmış sinekten başka bir şey değil miyiz?”

Web’deki eylemlerimizle, boyutunu ve kapsamını tam olarak bilemesek de, fişleniyoruz.

Ayrıca İnternet’in her geçen gün ticarileştiğini ve hükümetlerin kontrolüne girdiğini de biliyoruz. Facebook, Google, Oracle, Microsoft gibi şirketler İnternet’i kendi çıkarları etrafında şekillendirmek için büyük çaba harcıyorlar. Fakat İnternet’in 1960’lı yıllarda ABD Savunma Bakanlığı’nca yürütülen ARPANET adlı askeri projenin bir devamı olarak ortaya çıktığını hatırlayalım. Sürekli bir oluşum halinde olan İnternet bugün ilk kuruluş amacının çok çok ötesinde bir yerde. Bu nedenle, İnternet’i iyi ya da kötü olarak nitelendiremeyiz. Ağın üzerindeki örümcekler, kimi zaman ağı farklı şekilde kullanıyor, onun kullanımına müdahale edip İnternet’i yeniden şekillendiriyorlar. Örneğin, medya ve yazılım tekellerine rağmen fikri mülkiyet kısıtlamaları aşılıp farklı bir kültürel ortam yaratılabiliyor. Wikipedia ile bilgi üzerindeki tekeller yıkılabiliyor.

Bu yazıda, İnternet üzerinde çalışan servislerden biri olan Web’in (World Wide Web – WWW) tarihsel evrimi ve topluma sunduğu olanaklar tartışılacak. İlk bölümde, Web 1.0 başlığı altında Web’in ortaya çıkışı anlatılacak. İkinci bölümde, özellikle 2004 yılından sonra Web’i bir adım öteye götüren, kullanıcı ve site arasındaki etkileşimi arttıran, web üzerinde kolektif hareketlerin oluşturulmasına zemin hazırlayan Web 2.0 tartışılacak. Son bölümde ise Web 3.0 başlığı altında bizi nasıl bir Web’in beklediğine dair ipuçları verilecek.

Sanal Eylemler

Kuşkusuz 2010 yılının en önemli olaylarından biri Wikileaks belgeleri oldu. Belgeler birçok ülkenin istihbarat kayıtlarını ve yakın tarihteki savaşlarla ilgili gizli bilgileri  içeriyordu. Kimileri Wikileaks’i ayakta alkışlarken, kimileri de Wikileaks hakkındaki kuşkularını dile getirdi. Belgelerin doğruluğu ya da bu bilgilerin bilinçli olarak sızdırılıp sızdırılmadığı ayrı bir tartışmanın konusu. Ancak Wikileaks’ın 2010 yılı sonunda maruz kaldığı çeşitli yaptırımlar birçok insan tarafından ifade özgürlüğüne getirilen bir sınırlama olarak nitelendirildi.
Wikileaks’i sunucularından kaldıran Amazon’ıun yanı sıra Wikileaks’e yapılan bağışları engelleyen PayPal, Mastercard  ve Visa şirketleri İnternet aktivistlerinin  hedefi haline geldi. Bu şirketlere İnternet üzerinden örgütlü saldırılar düzenlendi. Amazon’a yapılması planlanan saldırıdan son anda vazgeçildi. Fakat  diğer şirketler  (PayPal, Mastercard ve Visa) Amazon kadar şanslı değildi; yapılan saldırlarla bu şirketlerin sunucuları bir süre çalışamaz hale getirildi. Bu protestoları yöneten Anonymous (Anonim) adlı aktivist topluluğunun bir üyesi BBC’ye yaptığı açıklamada Wikileaks ile bir iletişimlerinin olmadığını ancak eylemlerinin amacının İnternet’in herkes için açık ve özgür karakterini korumak olduğunu belirtti.
Peki Anonymous ve benzer gruplar eylemlerini nasıl gerçekleştiriliyorlar?

Facebook

2008 yılında, Trabzon’da Ramazan eğlencelerinin yapıldığı alanda stant açan polis, gönüllü vatandaşlarımızdan parmak izi toplar. Alınan parmak izleri, kimlik bilgileri ve vatandaşa ait bir fotoğrafla Emniyet Genel Müdürlüğü veritabanına eklenmektedir. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda 2 Haziran 2007 tarihinde değişiklik yapan 5681 Sayılı Kanun,  polise bu olanağı sunmaktadır. İlgili kanuna göre, pasaport, ehliyet ve silah ruhsatı alacakların parmak izi vermeleri zorunlu hale gelmiş ve polise gönüllülerden parmak izi alma yetkisi tanınmıştır.

Radikal Gazetesi bu haberi “Trabzon’da gönüllü fişleme coşkusu!” diye verir (1). Haberde, fişlenenler, fişlenmenin yararından bahsederken “ben bile suç işlesem”li ifadeler kullanırlar. Fakat, sözlerinden kendilerinin suç işlemeyeceğinden emin oldukları sezilir. Aslında Hakan Şükür’ün sözleri ülkemizde oldukça yaygın olan bu fişlenme rehavetinin kökenleri hakkında önemli ipuçları vermektedir:
“Hepimizin telefonları dinleniyor olabilir.. Düzgün bir duruşunuz ve yaşam biçiminiz varsa o telefon dinlenmesi sizi rahatsız etmez, beni etmiyor.” (2)

Silinen Dosyalar

İnternet, kredi kartları, cep telefonları… Her biri özgürlüğümüzün olmazsa olmaz bir gerekliliğiymiş gibi sunulur. Oysa, özgürlük diye sunulanların diğer bir yüzünde iktidarın toplum üzerinde artan denetimi vardır. İletişim güzeldir, gereklidir. Sevdiğimiz web siteleri kapatıldığında feryat ederiz. İktidarın iletişim özgürlüğümüze müdahale ettiğini düşünürüz. Ama şunu da unutmamak gerekir. İnternet sanıldığı kadar özgür bir ortam değildir. İktidarın gözleri üzerimizdedir. Kimin hangi siteyi ziyaret ettiğinin ya da arama motorlarında neyi arattığının bilgisi bile eşsiz bir güçtür.  Facebook benzeri sosyal paylaşım sitelerini ve burada biriken ya da saçtığımız kişisel bilgileri düşünelim. Türkiye’den 22 milyondan fazla üyeye sahip olan Facebook’un, Türkiye hakkında sahip olduğu bilgi sizce istihbarat şirketlerinin iştahını kabartmıyor mudur? Eğer İnternet’i çok sık kullanan biri iseniz, Google’un  (yaptığınız aramalar ve e-postalarınız dikkate alındığında) sizi arkadaşlarınızdan daha iyi tanıyor olma olasılığı bir hayli yüksek!

Değişen İnternet ve Korsan Partisi

ABD Savunma Bakanlığı’nın desteği ile yürütülen ARPA Net projesinin devamı olan İnternet’in, bizim “Eşit ve Özgür Bir Dünya” düşümüze yardımcı olması için geliştirilmediğini biliyoruz. Bugün oldukça popüler olan Facebook ve Youtube benzeri web uygulamalarının “aman gençler Devrim yapsın” diye geliştirilmediğini de biliyoruz. Fakat buna rağmen İnternet’i ve uygulamalarını iyi/kötü, yararlı/zararlı ekseninde tartışmayı seviyoruz.

Özel Mülk Yazılım, Özgür Yazılım ve Açık Kaynak Kod

Birkaç yıl öncesinde sık duyduğumuz ama şimdi var olan durumu kabullenmişlik içinde pek rastlamadığımız bir ifade var: “Sanayi devrimini kaçırdık, bari bilişim devrimini kaçırmayalım.”

Bu temenni, iki açıdan sorunlu görünüyor. Birincisi, teknoloji, yoldan geçerken atlayabileceğimiz bir tren değildir. Teknoloji, hayatın her alanındadır; toplumsal hayatla iç içe geçmiştir. Dolayısıyla, sanayi devriminin neden başka bir ülkede değil de İngiltere’de ortaya çıktığı, Türkiye’nin neden sanayileşmekte geç kaldığı ya da Batılı ülkelerin izlediği yolun takip edilmesinin Üçüncü Dünya ülkelerinin sanayileşmesine ne ölçüde katkı sunacağı sorularının yanıtı salt teknolojik süreçlere indirgenemez. Çözümlemede, sosyoekonomik ilişkilerin ve süreçlerin göz ardı edilmemesi gerekir. Bilişim devrimi bağlamında konuşursak, asıl tartışılması gereken dünya sistemine nasıl eklemleneceğimizdir. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulları ve öğretmenleri Microsoft ürünleri ile donatması da bir tercihtir, TÜBİTAK’ın kamunun kaynaklarıyla kamusal bir işletim sisteminin geliştirilmesine destek sunması da…

Türkiye’de Özgür Yazılım

2005 yılının ilk günleri Türkiye’deki özgür yazılımcılar için oldukça sıcak günlerdi ve özgür yazılımın Türkiye’de gelmiş olduğu aşamayı, bunu takiben gerçekleşen nitel sıçramayı göstermesi açısından da kritikti . Birincisi, hükumetin bilişim politikasındaki çelişkileri tüm açıklığıyla göstermekteydi. İkincisi ve daha önemlisi, özgür yazılımcılar, bilgisayarları başından kalkmış, belirli talepleri olan, eleştiren, eleştirdikleri yerine alternatif politikalar koyan özneler haline dönüşmüşlerdi.

Aslında burada “bilgisayarlarının başından kalkmak” deyimi pek doğru değil. Çünkü bu yazının ilerleyen bölümlerinde de göreceğimiz gibi, söz konusu olan 90’ların başından beri devam eden bir topluluğun kendini oluşturma süreciydi.